Biz Bolu’daki yangının üzüntüsünü yaşarken dünyada önemli gelişmeler oldu. Takip edemedik. Çünkü kayıplarımız bizi çok üzdü.

Hepimiz kederlendik, kayıplarımıza ağladık. İçimiz yandı.

Sebepler, ihmaller ve alınmayan önlemler konusunda uzun süredir konuşuyoruz. Önlemler alınmamış, yasal boşluklar var, sorumsuzluklar söz konusu. Şunun ya da bunun yüzünden oldu tartışmaları uzadıkça uzadı. Cumhuriyetin savcıları soruşturmayı yürütüyorlar. Ayrıca bir grup milletvekilleri Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi'nde Grand Kartal Otel'de çıkan yangına ilişkin Meclis Araştırması açılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığına başvurdular. Umarım, insanlarımızı gece yarısı, uykunun en derin olduğu ve sadece bir kaç otel görevlisinin ayakta bulunduğu saatlerde sinsice yakalayan bu yangınla ilgili gerçeklerin hepsi ortaya çıkarılır.

Cenazelerimizi dualarla toprağa verdik. Şimdi konuşma zamanı. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; ben bu yangının sabotaj olduğuna inananlardanım. İhmaller ve hatalar var, alınmayan önlemler var, sorumlu olduğu konuda sorumsuz davrananlar var, tamam, hepsi en ağır şekilde cezalandırılsın istiyorum. Hiç kimsenin suçunu yok göstermek, birilerini suçlamak ya da sorumluluğunu göz ardı etmek gibi bir kaygım da yok. Ama yangının çıkışı, binayı etkileme şekli ve zamanlaması pek çok soru işaretini akla getiriyor diyorum. Hele bir de toplumsal/siyasal sonuçlarına bakarsanız, toplumumuzun nasıl ayrıştığını ve insanlarımızın nasıl birbirine düştüğünü ve hiç düşünmeden herkesin birbirini suçlar hale geldiğini göz önüne alırsanız, ortalığı nasıl kapkara bir dumanın kapladığını fark edersiniz.

Sömestr tatili, zamanlama açısından özel seçilmiş gibi duruyor. Otelin çocuklu ailelerle tam doluluk oranına ulaşacağı önceden belli. Neden on gün önce değil de sömestr tatili günlerinde? Bina oldukça eski ve mimarisi ahşap ağırlıklı, itfaiyenin uzakta olduğu öğrenmek ve otele gelmesinin zaman alacağını tahmin etmek de zor değil. En önemlisi de; herkesin uykuda olduğu garanti olan bir saatte yangın başlıyor. Duman uyarı sistemi çalışmıyor. İnsanlar yangın var seslerini duyup uyandıklarında, duman her yere yayılmış, alevlerin henüz ulaşamadığı yerler bile nefes alınamaz, göz gözü görmeyen dumanlı bir ortama dönüşmüş. Geneli düşündüğünüzde, bu kadar etkenin hepsinin birden yanyana gelemeyeceği, bu işin bir hesap kitap işi olduğu, sonrasında oluşan toplumsal kederin ve politik gerginliğin bile önceden öngörülebilir olabileceği ihtimali zihnimi meşgul ediyor. Üzüntümü ve ülkemin insanları için olan kaygılarımı daha da artırıyor. Sadece cana kastedenlerin değil, toplumsal huzurumuzu bozmaya niyetlenenlerin de var olabileceği fikri nereden mi çıktı? Ülkemizin çevresine şöyle bir bakın, bir çok eksiğimize ve kendimize yönelttiğimiz acımasızca eleştirilerimize rağmen, gece başımızı yastığa koyduğumuzda huzur ve güvenlik içinde uyunabilen tek ülkeyiz. Son on, hatta yirmi yılda komşularımızda neler yaşanmadı ki?

Kısa süre önce Amerikan film endüstrisinin merkezi Hollywood’un bulunduğu Los Angeles denilen yerde çıkan büyük bir yangını izledik ekranlarda. O yangın da bir sürü soru işaretiyle geldi ve büyük kayıplara sebep oldu. Can kaybı nispeten daha az idi, yirmiyedi kişi hayatını kaybetti. Dikkat ettiniz mi bilmem, yangının çok büyük bir yıkıma sebep olmasına ve büyük bir alanı etkilemesine rağmen çıkış sebepleri ile ilgili Amerikan medyasında tek bir tartışma bile olmadı. Bizdeki gibi şu sorumlu, yok bu sorumlu tartışmasına şahit olmadık. Kimse kimseye suç isnad etmedi. Devletin soruşturma açması ve hukuki sürecin işlemesi insanlar için yeterli oldu. Sadece yangın söndürme çalışmalarının yetersiz kaldığı konusunda Trump’ın görevdeki hükümete yönelik bir eleştirisi oldu o kadar. Toplumsal üzüntü ve keder yaşandı ama bizdeki gibi ayrışmacı bir politik dil asla kullanılmadı.

Bizim toplumsal anlamda, olası manipülasyonlara ve provokasyonlara hazırlıksız olduğumuz, felaket zamanlarında daha da belirginleşiyor. Her yaşanan sorunda zihnindeki nefret objesine dönüşmüş tek bir politik figürü suçlayan mı ararsınız, tuttuğu parti dolayısıyla suçları savunan ve sorumlulukları göz ardı etmeye çabalayanları mı ararsınız, hepsi bizde var. Cumhuriyetçi geçiniyoruz ama cumhuriyetin savcıları görev başında denildiği halde güvenimiz tam değil. Devletimizi ve kurumlarını, hemen hemen her konuda ve her fırsatta güvensizlik belirterek yetkilerini kullanmaktan çekinir hale getirmeyi başardık. Ama bir sorun olduğu zaman da nerede bu devlet diyerek görevini yapmamakla suçluyoruz. Bolu belediye başkanı uyardı, kamu kurumu yetkilisi görevini yapmaya korkmuş, çekinmiş “olabilir” dedi. Devlet, kamu çıkarı için bir önlem aldığında, bir işlem başlattığında, yasaları uyguladığında tepki gösteriyoruz, hatta bazen bağırıp çağırarak vay demokrasi elden gidiyor diye protesto ediyoruz, ama benzer bir konuda bireysel çıkarlarımız zedelenirse, nerede bu devlet demeye de utanmıyoruz. Bunlar son derece ciddi konular. Aklımızı başımıza almazsak ortada Türkiye Cumhuriyeti devleti diye bir şey kalmaz.

Bizim insanımızın diğer milletlere göre toplumsal duyarlılığı çok daha yüksektir. Hem duygusalız, hem de tepkiselliğimiz fazla. Bunun yanısıra belki de birbirini en fazla suçlayan, kendisini en çok eleştiren millet de biziz. Dünyadaki birileri, bu yönümüzü artık çok iyi biliyorlar. Biz de şunu bilelim; dostumuz çok az. Her kötülüğe karşı hazır olalım, sabotajlar, suikastler, yangınlar, yıkımlar, felaketler, toplumsal psikolojimizi, hatta dünyadaki prestijimizi olumsuz etkileyecek her türlü olay karşısında birliğimizi dirliğimizi korumamız gerektiğini unutmayalım. Her ihtimale hazırız elbette, ama birlik olur kışkırtmalara onların istediği tepkileri vermezsek huzurumuzu bozacak olaylar yaşamayız. Karşımızda psikolojik savaş yöntemlerini iyi bilen küresel güçler var. Algılarla oynayıp insanları duygusal-tepkisel olarak yönlendiriyorlar. Sırada ne var bilmiyorum, ama metanetle birbirimize güvenerek ve kötülükleri kenetlenerek karşılamamız gerektiğini iyi biliyorum. Kayıplarımızın üzüntüsü varken bari başka şeylere fırsat veremeyelim. Hayatını kaybeden insanlarımıza rahmet diliyorum.