İstanbul’un Cihangir semtinin kuzey yamaçlarında merdiven basamaklarının başında bir kedi barınağı ve avuç içi kadar minik yavru kedilerin yüzünde var olmanın inceliğini görürüz.
Merdiven basamaklarından ağır ağır inince sonsuz hissiyatları canlandıran bir ırmaktır Akarsu Yokuşu.
Gözler hep önündeki dünyayı görmekteyken, yol insanı hayatın yokuşu ile buluşturuyor. Kalbimize dokunan, yitip gidenler, çabucak yitip gidenler, yaşananların tekrarı yok. Bu ayak izleri, bu mavi beyaz ebruli gökyüzünün altında alınan nefesin tekrarı yok. Bir kezcik dahi yaşama ihtimali için sonsuz fedakarlıklar yapmayı göze alabileceğimiz anların tekrarı yok.
Haldun Hürel’in İstanbul’un Ansiklopedik Öyküsü’nden edindiğimiz bilgilere göre Akarsu Yokuşu:
“Beyoğlu Tophane’deki camiden adını alan Kılıç Ali Paşa Mahallesi’nde ve Cihangir semtinin kuzey yamaçlarından Tophane yönüne doğru inen yolun adıdır. Bizans devrinde bu bölge “Kleidon” diye biliniyordu.
Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiye göre, vaktiyle burada yer alan “Akarca” adında bir mescit bulunuyordu. Yol, muhtemelen adını, biraz dönüşüme uğrayarak bundan aldı. Eser, İlyas Efendi adında bir zata aitti. Sokağın yakınlarında iki önemli eser görülür. Bunlardan biri, Defterdar Yokuşu’na adını veren 1533 tarihli Defterdar Camisi (Ebulfadıl Mehmet Efendi Camisi), diğeri ise 1631’de ölen Tosyalı İsmail Rumi Efendi’nin türbesi ve Kadiri Dergahı’dır. Dergahın arka tarafında ise Hacı Piri Camisi’nin harabesi durur. Bu caminin bulunduğu bölgede, vaktiyle bir kilisenin var olduğu, bu eseri Roma İmparatoru Büyük Konstantin’in erken 4. yüzyılda, Hz. İsa’nın havarilerinden biri olan Aziz Andreas, adına yaptırdığı iddia edilir. Zira Andreas, bir süre bu Salıpazarı-Fındıklı sırtlarında yaşamıştı!..”
Akarsu Yokuşu’nda, ahşap konaklar ile betonarme duvarlara resmedilmiş duvar yazıları karşı karşıya kadimle moderni birleştiriyor. Dünyaya geldiğim konak gibi çıkartmalı ahşap bir konağın kapısında ne çocukluğum azalıyor, duvar yazılarına bakarken ne de gelecek azalıyor. Çağıldayarak varlık kaynıyor yüreğimden. Kışın dökülmeyen yapraklarımız, herdem göz alıcı yeşilimiz, mevsimlerde saklı biz, yabancı değil sokaklar, şehir, konak, suskunluk. Teklifsiz bir huzuru bulmak, bir yokuşta ahşap konağın gölgesinde, yansıyan içimizdeki bizden başkası değil.
Hayatın Sonu Ölüme Çıkar yazısında ne güzel ifade eder Ersin Nazif Gürdoğan:
“Bir hayatı anlamlı kılan, o hayatın ardında bıraktığı bilinen ve bilinmeyen kalıcı hayat izleridir. Her hayat kendisinden geride kalanlarla değerlendirilir. Arkalarında silinmez izler bırakanlar, ölmeden önce ölümsüzlüğü, yakalamanın mutluluğuna erenlerdir. Ölmeden önce ölmeyenler, arkalarında ölümsüz izler bırakamazlar.”