Çocukluğumuzda 1970'ler ve 80'lerde radyolardan ve bilhassa Yeşilçam filmlerinden hafif pop müzik türünde kulağımıza gelen eğlencelik şarkıların, Türkçe sözlü aranjmanlar olduğunu sonradan öğrenmiştik.

Aranjman, yani Batı'nın müziğine Türkçe sözler yazıldığını... Aşırma müziğe taşırma sözler... İsim de afili ama: (aşırman değil) aranjman.. Halk nasıl olsa anlamaz ve anlamadığını "iyi bir şey" sanır!

Bak Bir Varmış Bir Yokmuş, 
Her Yerde Kar Var, 
Kimler Geldi Kimler Geçti, 
Bu Ne Dünya Kardeşim, 
Memleketim, 
Son Verdim Kalbimin İşine, 
Sev Kardeşim, 
Aşk Eski Bir Yalan...

Sonradan öğrendik ki Ajda Pekkan'ın, Alpay'ın, Ayla Dikmen'in, Ay-feri'nin, Ayten Alpman'ın, Ayla Algan'ın, Aşkın Nur Yengi'nin seslendirdiği şarkılar arasında aranjman çokça... Hatta Ahmet Kaya ile özdeşleşen "Ağladıkça"...

Bu şarkıları sonraları Batı dillerinde işitince sanırdık ki bizim şarkılar o kadar güzel ki Batılılar alıp kendilerine düzenleme yapmışlar!..

Büyümek böyle bir şey işte... 

Büyüdükçe fark ettik ki aranjmanlık sadece müzikte değil zihinlerde de çok yoğun olmuş. Artist karakter görünümlü aydınlarımız (Batı'nın manevî ajanı, derdi Atilla İlhan, merhum) ve onların fiyakalı sözleri aşırma, taşırma ve kendileri çok kötü birer aranjman!

Öyle değil, halk pek âlâ anlıyor işte. 

"Entel" kelimesinin yanına "dantel"i getiren Anadolu insanı hiç boş değil, bilakis arif... Entellerimizden post da olmaz kilim de... Motifleri, renkleri, mayaları tutmaz, yetmez… Belki İngiliz danteli yahut alafranga!

Entel demişken, Batı entelijansiyası tanrılarıyla ve birbirleriyle çelik çomak oynarken bizim halk âşıkları, hak âşıkları, şairlerimiz deyişlerinde, şiirlerinde, çığırdıkları sözlerde hayatın ve maddenin sırrını çözmüştü. Türklerde müstakil felsefeci yoktur; çünkü her Türk şair felsefe yapar, mısralarında hayata dair nice hikmet vardır. Yunus’u, Hoca Ahmet Yesevî’yi, Süleyman Çelebi’yi, Fuzulî’yi, Nizamî’yi demiyorum bile…

Ben bu yazıyı yazarken arka fonda çalan Erzurumlu Emrah'ın bu türküsündeki söz, sanat ve ruh derinliği Bodler’de (Charles Baudelaire), Rimbo’da (Arthur Rimbaud), Elyot’da (Thomas S. Eliot) mı var?

Bugün pazar-ı aşktır muhtaç olan candan geçer
Âşık-ı sâdık olanlar lebbi güllabdan geçer
Düşmüşüm cem hanesine ben ağlarım zâr u zâr
Aşka düşen merdâneler hırkayla tacdan geçer

Bir imrahi görse eğer ol sinemin dağını
Ötüşür şeyda bülbüller görse hüsnün bağını
Yüz yaşında ruhban görse gerdanının ağını
İncili suya bırakır vaz gelir haçtan geçer

(İmrahi=merhem süren, hekim)

Şahinin salsa pençesin aniden kaftan kapar
Dilber âbitlik eyleme zâhitler yoldan sapar
Tutmuşam müjgân okuna garip sinemi siper
Temrenin kahrı zehirdir yedi kat sacdan geçer

Ben Emrah'ım methederim yedi dillerde seni
Yedi iklim car köşede gurbet ellerde seni
Hacılar hacca giderken çölde görseler seni
Hayran olur mat kalırlar vaz gelir hacdan geçer

Anadolu'nun ciğerini, közünü, yüreğini, aşkını, zihnini, ruhunu, sesini, ahengini, diyalektiğini mısra mısra işleyen Erzurumlu Emrah'tan habersiz lümpen, müstemleke, aranjman ve ajan sanatçı ve aydın bu ülkenin insanı olabilir mi? Ne Doğulu ne Batılı… Fukara bir melezlik! Kimliksiz ve bir hiç!

Tanzimat’tan beri Batılı zihinle ruhunu inşa eden bir kısım Türk aydını ne kadim Doğu’nun kaynaklarından haberdardır ne Batı’yı anlayabilmiştir. Mağlubiyet psikolojisiyle özüne karşı oryantalist hassasiyetiyle hücum etmiştir. Aranjman tipler!

Bir asırdır Batılı artık şunu diyor:

"Topraklarınız sizin olsun, çocuklarınız bizim!"

Zevk, estetik, ahlâk, kılık kıyafet, dil, musiki, değer ve inanç, aile ilişkileri... Çocuklarımız zihinsel olarak bizim mi? Cevabını siz kıymetli okurlarım versin!

Kültürel, sosyal, ahlâkî, manevî soykırıma uğruyor yeni nesillerimiz... Soy, bizim soy mu?

Şu sözleşmeler zihnimizi, nesillerimizi, ailelerimizi, varlığımızı işgal etti: Cedaw sözleşmesi, Fulbright anlaşması, Lanzarote sözleşmesi...

Neyse biz yine musikiye dönelim…

İnternette, sosyal paylaşım sayfalarında buram buram Anadolu kokan bir türkü karşımıza çıkıyor: Sözleri belki mühim değil, türküdeki kelimelerin ses karakteri, ritmi, sazı ve müziği ve çocukların folklorik tempoları köküne kadar bu topraklar.

Balıklar tendirde, tendirde tendirde
Lâle gibi kızarmış, kızarmış kızarmış
Bulgur pilav lengerde, lengerde lengerde
Ne hoş olur yiyende yiyende yiyende

Tendir=tandır: İçinde ekmek pişirilen el yapımı kuyu fırın

Lenger: Yayvan, derinliği az, geniş, büyük bakır kap.

Bu türkünün yurt genelinde çocuklarda bu kadar karşılık bulması gösteriyor ki neslimiz yabancı kelimelerle, yabancı tabelalarla, yabancı müzikle kuşatılmış şehirlerde ve dijital alemde yaşasa da “kan hafızası” dediğimiz genleri öze çekiyor, çocukları!

Buradan Milli Eğitim Bakanımız Sayın Yusuf Tekin’e sesleniyorum. 

Maarif modeli için yaptığınız çalışmalar, gösterdiğiniz hassasiyet için (Tek başına “maarif” kelimesinin seçilmesi b ile çok anlamlı) şükranlarımızı arz etmenin yanında kadim dil ve musikimizin milli ruh inşasında önemine tekrar dikkat çekmek istiyoruz.  Anaokulunda, İlk ve orta dereceli okullarda her şehirde o şehrin veya yörenin en az 10 türküsü çocuklara ve gençlere ezberletilmeli; özel gün ve haftalarda, okullarda yabancı müzik yasaklanmalıdır.

Çocukların şuuraltında “türkü” yer ederse muhakkak o türküler o kişiye ileride özünü hatırlatıcı olacaktır. Türküler, şarkılarımız ve musikimiz bu aziz milletin fabrika ayarlarından biridir. Yahya Kemal gibi biz de diyoruz. Musikisi ölen milletler için güneş batmış demektir:

Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden
Açar altın bir anahtarla rûh ufuklarını
Hemen yayılmaya başlar sadâ ve nûr akını


Bu sazların duyulur her telinde sâde vatan
Sihirli rüzgâr eser dâimâ bu toprakdan

….

Bu mûsıkîyi o son kudretiyle parlatdı
Ölünce ülkede bir muhteşem güneş batdı

Yazıyı başka bir Türk şarkısıyla bitirmek istiyorum. Yazıyı okuduktan sonra dinlemenizi tavsiye ederim efendim:

Demem câna beni yâd et
Ne zulm istersen icâd et
Ricam dinle imdâd et
Beni öldür de âzâd et
Kimi ister isen şâd et