Türkiye’de yazılı basın, köklü geçmişi sayesinde bir gelenek oluşturabildi. Gazeteleriyle, dergileriyle, oldukça kaliteli içerikle çıkan bir çok yazılı basın örneğimiz mevcut.

İnternet ve teknolojinin gelişimi yazılı basını zorlayan bir süreç başlattıysa da, edebiyat, sanat, gezi ve daha pek çok alandaki dergiler yayınlarını sürdürüyorlar. Gazeteler de yetişmiş kadrolarıyla, ülkenin sosyal-siyasal hayatında etkisi olan yayınlar yapıyorlar. Yazılı basın, televizyon gibi evinize kadar gelmez, kumandanın ucunda değildir, gidip bayiden almanız, para ödemeniz gerekir. Bu sürecin sürmesi, aynı zamanda hedef kitleye birşeyler verebildiklerinin ve talep edildiklerinin göstergesidir.

Ancak televizyonlar için aynı şeyi söylemek pek mümkün gözükmüyor. İnsanlar izledikleri programların başlamasını, yayın saatinin gelmesini daha az bekler oldular. Kumandayı alıp kanal değiştirerek, karşılarına ne çıkarsa “bakmaya” alıştılar. İzlemekle bakmak arasındaki fark, elbette bir dönüşümün neticesi.

Özel televizyonlar, ilk yıllarda TRT’nin yetiştirdiği, mesleğinde yetkin, yayıncılığı bilen elemanlardan faydalanmışlardı. Daha sonraki aşamalarda pek çok girişimciye cazip görünen bu sektörde, sayısı hızla artan kanalları gördük. Meslekte yetişmemiş, başka mesleklerden “hevesle” gelmiş kişilerin, kanallarda önemli görevler aldığını, yayıncılık mesleğine hiç düşünmeden atıldıklarını gözlemledik. Oysa yayıncılık, toplumsal yönü olan, meslek içi eğitimle eleman yetiştiren bir sektör. İnsanlar stajyer veya asistan olarak, kurslar görerek sektöre girerler ve meslekteki ustalarının yanında çalışarak nosyon kazanırlar, daha sonra yükselirler. Zaman içerisinde bu “zor” mesleğe uygun olan şahsiyetler kalır, diğerleri daha başka sektörlere transfer olurlar.

Televizyon yayıncılığında çalışmak sadece meslekte yetişmiş olmakla değil, yayıncılık sorumluluğu taşımakla da ilgilidir. Meslekte yetişmemiş, yetkinliği olmayan kişilerin elinde yayıncılık, toplumu olumsuz yönde etkileyen, hatta sosyal çöküşe ve tükenikliğe yol açacak kadar büyük etkileri olan bir araç haline dönüşür. Dağarcığında insanlara sunacak bir şeyleri olmayan, kendisini yenilemeyen, hepsinden önemlisi alt kültür üyesi insanların bu meslekte işi olmaz. Medya alanında yasal düzenlemeler yapılmazsa, daha açıkçası bir medya hukuku geliştirilemezse, ipini koparan bu mesleğe hücum eder ve sosyal çöküntüden etki ajanlığına varan geniş bir yelpazede sosyal, siyasal etkilerini korkunç seviyelerde yaşarız. Kanal çokluğu yüzünden, reklam pastasından aldığı payla hayatta kalamayan yayıncı kuruluşların, gelir elde etmek için başvurduğu yöntemler de sorgulanmalı. Çünkü gelirin kaynağı, yayın politikalarının yönünü ve kalitesini derinden etkiler.

Son yıllarda bizdeki ulusal televizyonlar dizi kanalı haline geldiler. Dizi konusu da ayrı bir sorunlar yumağı, o konuya şimdilik girmek istemiyorum. Ama bir geceyi tek bir dizi ile geçirmek, yayıncı kuruluşun ulusallıktan uzaklaşarak, tematik olmaya yöneldiği anlamına gelir. Çoğunluğu dizi kanalı haline geldiler ve bu durum dünya standarlarında tıpkı haber, spor gibi tematik yayıncılık olarak değerlendirilir. Koskoca ulusal kanalların program yapmaktan kaçınarak, tek bir dizi ile “prime time” doldurmaları onların ulusal kanal niteliklerini kaybetmesi, tematik kanallar haline gelmesine yol açıyor. Unutulan gerçek şu; ulusal televizyon yayıncılığının temeli programdır. Uyduda Avrupa kanallarını izliyorum, tematik kanallar bile programlar yaparak seyircisine kaliteli güncel içerikler sunma derdindeler. Bizde ise tek bir dizi veya tek bir yarışma ile bütün geceyi kapatmak eğilimi oluştu. Uzun uzun süren sahnelerle seyirciyi oyalayan dizilerin yanı sıra, dünyada otuzbeş dakika süren yarışmaların bizde üçbuçuk saat sürdüğünü görüyoruz. Eski bölümden özetlerle beş saate yaklaşan yayınlar, seyirci için giderek değersizleşmeye başladı.

Gündüz kuşağında yayınlanan ve kadın izleyiciye hitap eden programların kalitesizliği had safhada. Bu programları yapanlar hallerinden memnun. İzlenme oranları iyi. Ama yayıncılık sadece izlenme oranları ve hedef kitleye ulaşmak gibi kriterlerle değerlendirilen bir iş olsaydı, akla gelmedik pek çok saçmalık ekranlara getirilir, izlenme rekorları kırılırdı. Reyting ticaridir, yani para kazanma kriteridir, oysa yayıncılık sadece ticari olarak ele alınmaması gereken sosyal, siyasal, kültürel yönü olan bir olgudur. Toplumun psikolojisini, ahlak ve algılarını, davranış biçimlerini bozacak, kötü örnek oluşturacak olayları cımbızla seçerek, reytin için ekrana getirmek yayıncılık sorumluluğu taşımamaktır. Sanmayın ki bu kadar eleştirilen programlar sadece sunucu ve yapımcılarının desteğiyle yayın hayatını sürdürüyor, yayıncı kuruluşların yönetim kadroları desteklemese asla var olamazlar. Başka bir deyişle kanal yönetimleri de toplumsal anlamda kötücül etkilerin oluşmasında birinci dereceden sorumludurlar.

Her haber bülteninde cinayet, gasp, cinsel şiddet, adam yaralama, aile içi şiddet vb. olayların giderek arttığına tanık oluyoruz. Bu artış kendiliğinden olmuyor, televizyonların sorumsuz yayıncılığının etkisi büyük. Devletin bir kısıtlama getirmesi, toplumu yozlaştıran konularda engelleyici rol oynaması durumunda, belli kesimlerin demokrasi zedeleniyor şeklindeki saçma sapan çıkışlarından da bıktık. Demokrasi kurallar rejimidir. Kuralsızlık, ahlaksızlık, toplumu kötü yola iten, olumsuz etkileyen tüm yöntemler demokrasi dışıdır. Bu durum göz önünde tutularak, devletin yasama, yürütme ve yargı organlarının yayıncılık alanına daha çok müdahil olacakları bir süreci oluşturmak için bir medya hukuku geliştirilmeli, bu konuda faaliyet gösterecek uzmanlık mahkemeleri kurulmalıdır. Kuralsızlık, ahlaksızlık ve toplumsal kaos peşinde olan politik örgütlenmelerin, demokrasi havarisi gibi ortalıkta dolaşarak kitleleri peşinden sürüklemesine de fırsat verilmemelidir. Yozlaşmayı eleştiren, toplumumuzu her fırsatta aşağılayan odaklar, toplumun kötücül etkilerde kalmasına zemin hazırlayanlarla aynı kişiler.

Yabancı kanaları izliyorum demiştim. Topluma olumsuz ve kötücül mesajlar veren, toplumun psikolojisini kötüleştiren, olumsuz içerikte hiç bir program görmüyorum Avrupa televizyonlarında. Bizim tam tersimize, insan ilişkilerinde nezaket, ahlak ve dürüstlük örneklerine yer veriliyor. Onlar reyting almıyorlar mı? Elbette yüksek izlenme oranlarına ulaşıyorlar, seyirci toplayıp hedef kitlelerine kendilerini izletiyorlar. Yayıncı kuruluşlardaki her kadroda yetişmiş elemanlar, işi bilen uzmanlar çalıştırıyorlar. Reklam pastası yerel ve ulusal kanallar arasında bölüşülerek kanalların “başka” gelir kaynaklarına ihtiyaç duymadan yayın hayatına devam etmesi de yasal düzenlemelerle sağlanmış durumda. Uydudan ulusal yayın yapan üç yüz kanala izin verip, sonra bizim gibi kaliteli yayıncılık beklemiyorlar.

Kaliteli yayıncılığın kuralları belli. Yetişmiş eleman, reklam pastasıyla geçinebilecek sayıda kanal ve bunları sağlayacak yasal düzenlemeler gerekiyor. Şimdi durum ne merkezde biliyor musunuz? Sektörle veya bulunduğu görevle alakası olmayan, liyakatsiz bir çok insan yetişmiş vasıflı yayıncıları kanallardan uzaklaştırmak veya içeri sokmamak için el birliği etmiş durumda. Televizyonlarda, televizyoncu yok denecek kadar az, durum vahim. Çekim, kurgu, ışık, dekor, içerik, proje, yayıncılık ve hatta doğru düzgün Türkçe konuşamayanlar televizyoncu geçiniyor. Sonuç ekranlarınızda. Seyirci artık yozlukları izlemiyor, sadece ekrana bakıyor, sürekli kanal değiştiriyor.

Elbette yayıncılığı bilen, işin hakkını veren meslekdaşlarımızı tenzih ediyorum, onlar bu yazıklarımı üzerlerine alınmasınlar, sayıları çok az ve onların kıymetini biliyoruz, ekranda belirgin fark oluşturuyorlar zaten.