Göbeklitepe’nin bulunması, insanlık tarihiyle ilgili pek çok görüşü ve algıyı değiştirdi. Şimdiye kadar bilinen en eski tarihi yapı Anadolu topraklarında. Oradaki sütunlar ve üzerlerine işlenmiş olan işaretler, sanki gelecek kuşaklara mesaj verir gibi çizilmiş ve doğru anlaşılmayı bekliyor. Bazı şekillerin onbinlerce kilometre ötede, başka bir kıtada ve farklı zamanlarda yaşamış kavimlerimden kalan çizimlerle aynı olması, çözümlenmesini daha da karmaşık hale getiriyor, birbirinden farklı görüşler ileri sürülüyor.
Göbeklitepe’den sonra insanlığın kadim tarihine ilişkin belgeselleri, gözlem ve söyleşilerin yer aldığı videoları daha sık izlemeye başladım. Araştırmacılar, arkeolojik buluntuları gözden geçirerek çeşitli tahminlerde bulunup, teoriler üretiyorlar. Elbette buluntuların dini inançlarla, astronomiyle, mitolojilerle, coğrafyayla ve bilinen tarihle ilgisi var. Geçmişte yaşananları öğrenmek, insanoğlu için bilgi sahibi olmaktan öte, geleceğe yönelik öngörülerin, tahminlerin yürütülmesi için de geçerli bir veri olmalı. Çünkü geçmiş, gelecekteki ihtimallerin test edildiği, denendiği, yaşananların sonuçlarının kime ne kazandırdığına dair verilerin toplandığı bir platform olabilir.
Edebiyatla ilgilenenler bilirler, kendi yaşadıklarını farklı isimli kahramanlarla romanlarına aksettiren yazarlar vardır. Sinemacılar da geçmişte yaşandığı söylenen ama bilimsel ispatı olmayan olayları ve kahramanları bilim-kurgu türündeki filmlere yansıtıyorlar. İskandinav mitolojisindeki bir karakteri, sinema filmlerindeki bir uzay gemisinde veya başka bir gezegende çekiç sallarken görebiliyoruz. Hiç kimse filmi izlerken gerçekliğini sorgulamıyor, bir masal kahramanı gibi kabullenerek izliyoruz. İyi de, insanlar, hele hele eski çağlardaki insanlar nasıl bir hayal gücüyle böylesi kahramanlardan bahseder oldular? İlkelliğin doğada olan bitenleri insanüstü yorumlamaya yol açacağını tahmin ediyoruz ama mesela Tor’un elindeki balyoz büyüklüğündeki o çekiç nereden çıktı sorgulamıyoruz.
Mısır piramitlerini gidip görenlerimiz var, varlığına şahitiz ama nasıl yapıldıkları konusunda tatmin edici “bilimsel” bir açıklama hala yok. Elimizde son model cep telefonlarına sahip olunca hayatımızın her aşamasında gelişmiş teknoloji varmış zannediyoruz. Oysa bir yerden başka bir yere giderken bundan yüzyıl önceki gibi hala otobüse/arabaya biniyoruz. Hele şehir içi ulaşımda durum daha da vahim, elinde binlerce liralık gelişmiş teknolojiye sahip telefonlarla üst üste, balık istifi yolculuk eden insanlarız. Son derece gelişmiş bir teknolojiyle/bilgiyle devasa piramitleri inşaa eden, ama inşaatında çalışan insanları ilkel koşullarda yaşatanlar, şimdi de kendi işlerine yaradığı için elimize tutuşturdukları yüksek teknolojiye sahip telefonlarını geliştirmeye devam ediyorlar. Biz ise işe gidip gelirken kullandığımız araçlarda kendi çabalarımızla sadece yakıtı, onu da yeni yeni değişirebiliyoruz o kadar. Kendi işine yaradığı için mimarisinde binbir sır gizli piramitleri inşaa eden, ama halkına daha iyi yaşaması için bilgi/teknoloji olarak zırnık vermeyen anlayış hala dünyaya hakim görünüyor.
En bilimsel (?) düşünenimiz bile işi toplumsal sınıflar arasındaki çatışmaya bağlayarak açıklamaya çalışıyor, ama insanları buna ikna etmeyi bile başaramıyor. Çünkü işin sosyal sınıfla, yaşla, cinsiyetle hatta belki de insanla alakası yok. Çok başka şeyler, muhtemelen düşünmemizi istemedikleri için dikkatimizden kaçırdıkları şeyler söz konusu.
Yaş demişken hemen belirteyim, bir iki yıl öncesinde hayatımızı etkileyen korkunç bir süreç yaşadık. Pandemi dönemi. Evlerimizde hapis kaldığımız, maske takmadığımız, aşı olmadığımız için ulaşım araçlarını kullanamadığımız ve bazı mekanlara giremediğimiz kabus gibi bir süreçti. Önce maskeyi, daha sonra da aşıları tartışıp durduk. Virüsü unuttuk. Virüsü tartışamadık, nasıl çıktı nasıl yayıldı, nasıl sonuçlar verdi hala tam olarak bilemiyoruz? Ama mesela hala aşıları tartışmaya devam ediyoruz. Virüsün çıkışı ve yayılışı ile ilgili uydurulan hikaye de hiç inandırıcı değildi. Ama inanmış gibi yaptık, yapıyoruz. Hepsini bir kenara bırakalım ve başa dönelim; virüs dünya ekonomik sistemine yük olan insanları hedef almıştı. Bunu fark edebildik mi?Yaşlıları, bedenen çalışmasına engel rahatsızlığı olan, sağlığı sorunlu olan insanları yani üretime katkısı olmayanları hedef seçti. Virüsün hedefi ekonomikti. Üretim süreçlerinde görev almayanları, dünya hasılasından üretmediği halde pay alanları yok etmeye çalıştı.
Birileri kendileri için yeni piramitler inşaa ederken, kendi amaçları doğrultusunda bizi yönlendirmeye yarayacak teknolojiler geliştirirken ve hayatımızı iyileştirmek için kıllarını kıpırdatmazken, üstelik bir de hangimizin hayatta kalacağına da karar vermek istiyorlar. Sömürü küresel çapta örgütlenmiş sürerken, biz yine onların üretimleri olan ideolojilerimizle kendi kendimizi düşman bilerek, kendi içimizde çatışmaya devam ediyoruz. Süper güç dediğimiz ülkelerin bir yıllık bütçelerini kat kat aşan güce sahip dev küresel sermayeyi görmezden geliyoruz. Onları bu güçlerine rağmen hayatımıza dair hiçbir şey yapmayacak kadar masum zannediyoruz. Oysa sorunları görebilmek için küresel düşünmek gerekiyor. Kafesin içindeki kanarya ile savaşmak kolayımıza geliyor ve ülkemizdeki insanlarla, hatta kendi devletimizle çatışıyoruz. Kendi paramızın değeri düşünce kendimize kızıyoruz, birilerinin karşılıksız bastığı yeşile boyalı kağıda ise tapıyoruz. Gerçeklik algımızı değiştirmişler, farkında değiliz.