“Eski tas, eski hamam” diye bir deyimimiz var bizim. İyi yönde hiç bir değişikliğin olmadığı, söz konusu ortamda eskinin yanlışlarının sürdüğünü ifade eder.

Şimdi yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini bitirmek üzereyiz. Önceki yüz yıllara baktığımızda, özellikle ilk yirmi beş yılda dünyada pek çok değişiklikler yaşandı. Geçtiğimiz yüzyılda da, İngiltere’nin galip geldiği bir dünya savaşının sonunda gezegende pek çok şeyin farklılaştığı görüldü. İmparatorlukların yıkıldığı ve yerlerine ulus devletlerin kurulduğu, haritada eskiden var olmayan yeni devletlerin ortaya çıktığı bir değişimdi bu. Hepsi ilk çeyreğe sığdı.

Türkiye Cumhuriyeti, yeni kurulan bir devlet olarak, yeni dünya düzeninde yerini aldı ve kendisini değişen şartlara adapte etmeyi başardı. Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin yapılanma çabasını görüyoruz. Öncelikle birbirine entegre bir kurumsallaşma ve devlet mekanizmalarının işlerlik kazanması aciliyeti vardı. Bu yüzden pek çok alanda diğer devletlerde halihazırda işleyen kurum ve yapılanma biçimleri örnek alındı. Bire bir alıntılananlar oldu. Sonradan değiştirilebilir, dönüştürülebilir olması elbette mümkün görülen bu hızlı yapılanma sürerken, cumhuriyetin en önemli ilkelerinden birisi asla unutulmasın diye Millet Meclisi’nin duvarına yazıldı: “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.”

Osmanlı’ya baktığımızda da devletin yapılanmasında ve toprak sisteminin oluşturulmasında kendisinden evvelki bir devletin, Roma İmparatorluğu’nun örnek alındığını görürüz. Devletin bekasını önceleyen bir kurumsallaşma anlayışı Osmanlı’da da vardı. Ancak imparatorluğun son yıllarına bakacak olursak, işlevini yitirmiş, halkın ve devletin yararına çalışamaz olmuş kurumları görürüz. Birbirlerini olumsuz yönde etkileyerek, hantallaşmış bir devlet yapısına yol açmışlardı.

Devletlerin, hukuki ve idari yapıda zafiyetlere yol açan unsurları fark ederek, halkın aleyhine işlemeye başlamış, bir başka deyişle kangren olmuş kurumları zamanında kesip atması gerekiyor. Şimdi “belediye” dediğimiz kurumların, bir başka deyişle belediye tipi yerel örgütlenme şeklinin bu durumda olduğunu düşünenler giderek çoğalıyor.

Belediye adlı kurumdan bahsetmeden önce şu gerçeği bildiğimizi ifade edelim. Sorunlar kurumsal yapılanmadan kaynaklanıyor, kuralların uygulanmaması ve denetimsizlikten dolayı sürüyor, bitmek bilmiyor. Buna rağmen belediyelerde çalışan idealist bir çok vatan evladı kendi çıkarlarını düşünmeden, ülkesine ve halkına sorumluluk duygularıyla davranarak işlerini aksatmıyorlar. Zaten belediyeler bu yurtsever insanlar sayesinde hala ayakta.

Bu gerçeği ifade ettikten sonra gelelim sorunlara...

Hatırlarsınız, geçtiğimiz belediye seçimleri döneminde bir dizi abukluklar yaşandı. Geçmiş dönemlerde bir çok vaatlerde bulunup sonra unutanlar, benzer vaatleri yine sıralamaya, gerçekleştiremeyecekleri şeylerle halkı etkilemeye çalıştılar. Göreve geldikten sonra hizmet verme sürecinde hayal kırıklıklarıyla süren, borçlarıyla ayyuka çıkan bu kurumlardan halk artık memnun değil. Parti farkı gözetmeksizin, belediyelerin çoğu, vergi mükelleflerinin sırtında yük olarak hayatlarına devam ediyor. İşlevlerini yitirdiler. Başarılı örnekler elbette var, ama bir kaçının iyi olması geneldeki zafiyetleri gidermiş olmuyor.

Çevresinde sevilen sayılan birisi olduğu için seçilen başkanların çoğu, hayal bile edemedikleri meblağdaki bütçeleri yönetmekte zorlanıyorlar. Çünkü o zamana kadar, muhtemelen kamusal bir kurumda bir gün bile çalışmamışlar. Kamu yararı ve kamusal hizmet kavramlarından çok uzaktalar. Kamu hukukunu da bilmiyorlar. Sevilen, sayılan bir yurttaş olarak geldikleri görevleri, başarısız birer belediye başkanı olarak bitiren ve sırf bu yüzden prestijini kaybetmiş çok değerli insanlarımızı gördük. Kamu yönetimi, kentleşme ya da kamu hukuku gibi branşlarında eğitim görmüş kaç tane belediye başkanı görebildik bir düşünelim. Oysa bir kaymakam veya vali bu konularda eğitim alarak göreve gelebiliyor.

Belediyeleri kendi özel şirketi gibi yönetmeye kalkışanlar mı ararsınız, belediyeyi bir sonraki seçimde tekrar seçilmek için kullananlar mı ararsınız, yeni seçimler yaklaşıncaya kadar üç yıl çöp toplamak dışında hiç bir hizmet yapmayıp, seçim öncesindeki son bir yılda bir çok hizmet gerçekleştirip seçim yatırımına dönüştürenler mi ararsınız, daha önceki başkanın hizmetlerinin önemsizleşmesi amacıyla yapılanları gözden düşürmek için bakımsız bırakanlar, trilyonlar harcanmış yatırımları heba edenler mi ararsınız... Böyle sürüp gidiyor. Kısacası halkın aleyhine işleyen bir çok süreç mevcut.

İnşaat ve oturma ruhsatı harçları, emlak vergisi gelirlerini yükseltmek için hiçbir denetimden geçmemiş binalara alelacele oturma ruhsatı verip, bir an önce emlak vergisi tahsilatı derdine düşen bazı belediyeler bile var. Tabela vergilerinin belediyeler için gelir kaynağı olması sokaklarımızın kontrolsüz sayıda ve büyüklükte tabelalarla dolup taşmasına yol açıyor. Şehirlerimiz görüntü kirliliği içinde. İmar planını şehirleri betonlaştırmak olarak anlayan belediyeleri hepimiz görüyoruz, gözlemliyoruz. Üst üste plansız yapılmış binalarla insanlarımız şehirlerde nefes alamaz hale geldiler.

Belediyelere verilen yeni görevler için yasa teklifi meclise gönderilirken artık hizmetin aksaması durumunda belediye başkanlarına yaptırım uygulanması için madde konulmaya başlandığını geçenlerde gazetelerde okuduk. Ayrıca bir parti lideri, bizim belediye başkanlarımız, kendini, yakınlarını değil memleketlerini, illerini, ilçelerini düşünür diyerek belediyelerdeki önemli bir soruna değinmiş oldu. Demek ki sayın genel başkan bu konuda var olan bir zafiyetin farkında ve belirtmek gereğini duymuş. Elbette çok haklı.

Enteresan olan şu; yaşam kalitemizi etkileyen hemen hemen bütün kamusal hizmetlerin sorumluluğu belediye adlı kurumlara verilmiş durumda. Ulaşım için bindiğimiz otobüs ve minibüslerin kalitesinden tutun, şehir içi trafik düzenine, fiyat denetimlerine, yollarda doğru düzgün yürüyebilmemize, evimizdeki musluktan akan suya kadar ve daha pek çok konuda hayatımızın içindeki bir kurum belediye.

Yeni seçilen belediye başkanı ve belediye meclis üyeleri eğer şehrin sorunlarına vakıf olmayan, araştırmayan, halka uzak insanlar ise, hiç bir hizmeti doğru düzgün alamıyoruz. Yaşam kalitemizi doğrudan etkiliyor bu durum. İnsanlarımızın çoğu şikayetçi oldukları sorunları çözeceğine inandıkları kişilere oy veriyorlar, ama bu insanların niteliklerine hatta mesleklerine bakmıyorlar bile.

Parti ayrımı yereldeki pek çok sorunun çözülmesini engellediği gibi, halkın tanımadığı ama kentine çok faydalı olabilecek çok değerli insanların göz ardı edilmesine de yol açabiliyor.

Belediyenizin rantabl çalışıp çalışmadığını pek çok konuda gözlemlemişsinizdir. İçinde belediye kelimesi geçen hizmetlerin aksadığı o kadar çok şehrimiz var ki. İnsanlarımız bıkkınlık içinde. Belediyelerin hizmetleri aksatmaları elbette tek bir sebebe dayanmıyor, çok çeşitli nedenleri var. Ancak belediyeler, kamusal kurum niteliği taşıdığı için ister istemez devlet ile ilişkilendiriliyor, yönetimleri seçimle belirlendiği için de demokrasi kavramıyla özdeşleşiyorlar. Hem devletimizden, hem de demokrasiden halkımızın umudunu kesmeye kimsenin veya herhangi bir kurumun hakkı yok. Yerel hizmetlerin siyasetten arındırılması ve ilgili devlet kurumları tarafından halka ulaştırılması daha iyi olabilir. Çünkü bugüne kadar olan yerel deneyimler hep kötü sonuçlar verdi ve halkımıza pahalıya mal oldu. Belediyeler, demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru değildir, pek çok demokratik ülkede belediye diye bir kurum da yok zaten.

Yeni ve üzerinde çalışılarak, pek çok kesimden görüş alınarak üretilmiş yeni bir yerel yönetim modeli mümkün. Yeni yüzyılın ilk çeyreğini bitirmek üzere geleceğe yürüyen bir Türkiye’de, belediye tipi yerel yönetim modeli artık alarm veriyor. Kangren olmak üzere olan organı kesip atmazsak ileride daha büyük sorunlar yaşayacağız. Bu konu daha önce yaşadığımız başkanlık veya parlamenter rejim konulu tartışmalardan bile önemli. Ülkemizin şartlarına uygun, istismara kapalı, hukuki denetime daha çok açık, yeni bir yerel yönetim modeli üretmek zor olmamalı.