Bazen medyadaki dostlarımın medya okur-yazarlığından bahsettiklerini görüyorum. Medyanın hayatımızdaki etkisini düşünürsek gerçekten önemli bir konu.
Ancak nedense medya okur-yazarlığıyla ilgili yüzeysel birkaç konudan bahsedilip, işin derinlemesine olan yönlerinden pek bahsedilmiyor. Meydanın finansal ve siyasal etkiler altında kalıyor olması, medya okur-yazarlığının alanına girmeli elbette. Medyayı okurken/izlerken nelere dikkat edeceksiniz denilse bile, bunun için gerekli olan kültürel altyapıdan, en azından cumhuriyete ve ulus-devlete sahip çıkmayı sağlayacak belli bir politik kültüre aşina olmaktan bahsedilmiyor. Medya okur-yazarlığı, içinde yaşadığı topluma karşı sorumluluk hissedenlerin işine yarar, başkasının değil. Gerçekler konusunda hassasiyetiniz varsa, medya okur-yazarlığı sizin için önemlidir. Yoksa, tarihte bilginin kulaktan kulağa yayıldığı dönemlerdeki gibi, şehrin bir ucunda söylenen sözün, diğer ucunda tam tersi manaya gelecek hale dönüşmesi gibi şeyler umurunuzda bile olmaz.
Üzerinde uzlaşılan bir tanımıyla medya, kitle iletişiminde kullanılan verileri ve bilgiyi, depolama veya iletme yöntemlerini ifade ediyor. Televizyon, radyo, internet yayıncılığı, küresel film/dizi platformlarını, online forumları, bilgi ve video paylaşım ortamlarını, giderek yaygınlaşan internet üzerindeki tv ve radyo yayıncılığını, cep telefonlarını, dijital aletleri, hatta ve hatta elinizdeki minik usb disklerle taşıdığınız verileri de içine alabilecek kadar geniş bir perspektiften bakmak gerekiyor. O yüzden medya okur-yazarlığı da çok yönlü düşünülmesi gereken bir kavram.
Kitle iletişimi konusunda geçmişten günümüze bir mukayese yaptığımızda, medya sayesinde bilgiye ulaşmanın kolaylaştığını görüyoruz. Öyleyse medya okur-yazarlığının ana konusu, bilgi iletimi ve bilginin bize ulaşıncaya kadar geçirdiği işlemler ve evreler olmalı. İlginç olan şu ki; “medya okur-yazarlığı” ifadesi aynı zamanda medyaya olan güvensizliğin ve şüpheciliğin izlerini de taşıyor. Bu soru işaretlerinin asıl sebebi, medya ile iletilen ana materyal olan bilginin kurgulanabilir bir unsur olması.
Bu konu bugüne kadar pek konuşulmadı. Bilginin kurgulanması ne anlama geliyor? Medya, kitleye ilettiği bilgileri seçerken bile belli bir elekten geçiriyor. Herşeyi insanlara iletmiyor. Bu bile bir tür sansür ve kurgu yöntemi. Ardından gelen iletim süreci öncesinde medya, tabiri caizse bilginin altını üstünü, önünü arkasını kendi “yayın politikası” doğrultusunda “işleyerek” kitleye sunuyor. Dolayısıyla, medyanın yayın politikalarını etkileyen unsurları bilmeden, medya okur-yazarlığından söz edilemez.
Hiç kuşkusuz bu etmenlerin başında medyanın finansmanı konusu gelmektedir. Teoride, medya reklam gelirleriyle geçinen bir mecra olarak kabul edilir. Medya-okur-yazarlığıyla ilgilenen çevrelerin de, reklam alarak yayınını sürdüren ideal bir medya ortamına göre içeriklerini belirlediklerini görüyoruz. Oysa medyanın içinden kişiler çok iyi bilirler ki; artık ortada reklam pastası diye bir şey kalmadı. Bu durum, medya için önemli bir paradigma değişikliği anlamına geliyor.
Ülkenin heryerinde mantar antenlerle uydu yayınlarının izlendiğini biliyoruz. Evlerin çatısında karasal çubuk antenleri görmeyeli yıllar oldu. Bu niçin önemli? Çünkü uydudan dijital yayına geçildiğinden beri dijital teknoloji, çok sayıda radyo ve televizyon yayınına imkân sağladı. Yüzlerce televizyon kanalının olduğu bir ortamda reklam pastasının paylaşımı kavramı da tarihe karıştı. Yanlış anlaşılmasın, televizyonlar reklam almıyor demiyorum, televizyonların çoğu sadece reklam gelirleriyle geçinemiyor, ayakta duramıyorlar diyorum. Peki o halde bu kadar televizyon nasıl oluyor da kapanmıyor, yayın hayatına devam ediyorlar? İşte medya okur-yazarlığı denildiğinde, başka bir deyişle medyayı okurken karşılaşılan risklerden birisi de bu soruyla başlıyor.
Yayıncı kuruluşların kendi kazandıkları gelirler yetmediği için, çoğunun patronu başka sektörlerdeki yatırımlarından elde ettikleri gelirleri aktararak medyasının ayakta kalmasını sağlıyor. Bir başka deyişle o kuruluşlar gelirlerini izleyicisinden değil, patronunun cebinden sağlıyor. Bu yasalara aykırı bir durum değil elbette, ama bazı şeylerin ayırdında olmak adına dikkat çekmek istediğimiz bir husus. Reklam almak ne demek? İzlenme oranlarını takip ederek, reklam pazarlaması yapan reklam ajanslarının, en çok izlenen kanallara veya programlara göre reklamlarını yayınlatması. Bu süreç sekteye uğradı. Halkın beğenisiyle aldığı reklamları kaybeden bazı televizyonlar, patronunun beğenisi diyemeyiz belki ama, beklentilerine göre yayın politikaları belirlemeye başladılar. Böylelikle medya dışındaki sektörlerden medyayı sübvanse edenlerin, medyayı kendi ticari çıkarları doğrultusunda kullanma ihtimalleri doğdu. Ticari kaygıların yayın politikalarına etkisi medya okur-yazarlığında dikkate alınması gereken en önemli etmenlerden birisi olarak karşımıza çıkıyor.
Ayrıca unutmamak gerekir ki, medya dışında yatırımı olan girişimciler, yerel veya merkezi, siyasi otorite ile çeşitli sebeplerle ilişkiye girmek durumundalar. Vergi mükellefi olmak, ruhsat almak, kamu bankalarından kredi kullanmak, kamu arazilerinde iş kurmak, kamusal kurumlarla ticaret yapmak vs. Akla gelebilecek bir çok sebeple (yerel veya merkezi) siyasi otoriteyle ilişkiye giren bir yatırımcının, sübvanse ettiği medyadanın yayın politikalarını da buna göre belirlemesi, sık olmasa da raslanan bir durum. Hiç kuşkusuz medyayı okur ve izlerken dikkate alınması gereken bir diğer etmen de bu konu.
Diğer taraftan, yurtdışındaki bazı “yardımsever vakıflar” maskesi altında başka ülkelerden “yardım”(!) fonları alarak yayın hayatına devam eden medyanın var olduğunu da, diğer ülkelerin yasaları gereği açıklanan resmi bağış raporlarında yer almaları sayesinde, yakın geçmişte gördük. Hepsi değil belki ama, bu durumdaki bazı medyalar da yayın politikalarını destek gördükleri ülkelerin çıkarlarını zedelemeyecek şekilde oluşturarak yayın hayatlarına devam etmek isteyeceklerdir. Milli menfaatler konusunda hassasiyeti olan bir medya okur-yazarı için dikkate alınması gereken bir diğer konu da, başka bir ülkenin menfaatleri doğrultusunda ülkemizde faaliyet gösteren medya kuruluşlarıdır. Devletimizin, çok seslilik adına bu tür kurumların faaliyetlerine izin vermesini demokratik bir tavır olarak görüp destekliyoruz, ama bireysel olarak bilinçli bir medya okur-yazarının dikkate alması gereken bir konu daha diyoruz.
İşte medya okur-yazarlığı, bu tür ilişkilerin farkındalığını gerektiriyor. Medyayı doğru okumak için, yayın politikalarının oluşum sürecine etki eden saikleri de bilmek şart. Hiç kuşkusuz, halkın beğenisiyle elde ettiği yüksek izlenme oranlarına göre reklam alan ve bu gelirle hayatına devam eden medya kuruluşları ideal olanı başarmışlardır. Deneyimli bir medya okur-yazarı, bu tür yayıncıları fark ederek tercihini yapar. Özellikle televizyon sektöründe çok sayıda yayıncı kuruluşun olması ilk bakışta demokrasinin gereği, çok seslilik gibi görünse de, işin içindekiler hiç de öyle olmadığını iyi bilirler. Kısıtlı miktardaki reklam pastasının bölüşümü meselesi, belki de reklamcıların kendilerinin bile farkında olmadıkları kadar önemlidir. Çünkü “basın halkın ortak sesidir” sözü, izlenme oranlarının, tirajların dikkate alınarak halkın tecihlerinin yansıdığı bir medya ortamı için geçerlidir. Halkın seçimiyle gelmemiş, tepeden inme siyasi yönetimler halk için nasıl bir eziyet vesilesiyse, halkın izleme-okuma tercihlerine göre yayın yapılamayan bir medya ortamı da millete eziyet anlamına gelir. Şu sıralar şikayet ettiğimiz medyadaki yozlaşma bu gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır. Kısacası, medya kuruluşunun finansal özgürlüğü, yayınlarına halkın sesi olmak anlamında olumlu yönde aksettiği için büyük önem arz eder.
Yukarıda bahsettiklerimiz medya-okuryazarlığını yakından ilgilendiren, medyanın finansal boyutuna ait yönüydü. Her ne kadar medyanın finans kaynakları ile olan ilişkisi politik tercihlerden soyutlanamaz olsa da, küreselleşme ile birlikte medya okur-yazarlığını direkt ilgilendiren yeni politik süreçler ortaya çıkmaya başladı. Küresel sermaye, devletleri aşan bütçelerle dünya çapında faaliyet göstermeye ve kısa süre sonra da ortak/merkezi bir bilinçle hareket etmeye başladığında, uluslararası ilişkiler dahil olmak üzere pek çok alanda dengeleri de değiştirdi. Kendilerine mesafeli ulus-devletleri her anlamda zayıflatarak, devletler üstü kurumların üstünlüğünü sağlamayı politik tercih olarak benimseyen bu yeni oluşumun, öncelikle önem verdiği bir konu var: Entegrasyon. Konumuzun dışına çıkmamak için bu mevzulara pek girmeyeceğiz. Ancak hemen belirtelim, medyanın bu küresel sisteme “entegre” edilmesi, küreselciler açısından büyük önem taşıyor. İnsanların algılarını etkileyerek, kitleleri kendi istedikleri çizgiye getirmek, ülkeleri işgal etmekten çok daha pratik ve ucuz. İşin içine algılar ve medya girince, karşımıza yine medya okur-yazarlığının ne kadar önemli olduğu gerçeği çıkıyor.
Öncelikle şu konuda farkındalığımız olmalı, küreselciler ulus devletlerin güçlenmesini istemiyorlar. Türkiye Cumhuriyeti de bir ulus-devlettir. Düşünsenize devletimiz, ülkemizdeki faaliyetleri sayesinde kazanç elde eden küresel medyaya ait bir şirketi vergilendirme ve Türk hukuk sistemine uygun davranma konusunda uyarmak amacıyla kısa süreliğine de olsa internet üzerindeki faaliyetlerini durdurduğunda, uluslararası sistemi kullanarak paramızın değer kaybetmesini sağlayabiliyorlar. Algıları küresel medyadan yana olan insanlarımız da devletlerini değil, küresel şirketi destekliyorlar. Geçtiğimiz ay, üç dört günlük süre içerisinde, ortada hiç sebep yokken sırf böylesi bir değer kaybı yaşandığımızda, yine kendi devletimizi suçladık. O iş o kadar basit değil diyen iktisatçı arkadaşları duyar gibiyim. Evet o iş o kadar basit. Küresel sermayenin gücünü hala kabullenmeyip, uluslararası ilişkileri soğuk savaş döneminden kalma kriterlerle yorumlamak isteyenler kendileri bilirler. Entegrasyonun dışına çıkmış olan İngiltere’de neler olup bittiğini izleyince, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.
Bu ülkenin yurtseverlerinin, Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkan evlatlarının, küreselci algı operasyonlarına karşı bilinçli durmaları gerekiyor. Medyalarının ürettiği yalanlarla, algısal etki oluşturarak yürüttükleri kaos planlarına kanmamak için her ferdin medya okur-yazarlığı konusunda bilinçlenmesi şart. Kendi ülkemizdeki insanlara karşı çeşitli sebepler öne sürerek nefretle davranmamızı isteyen, ülkemizi, milletimizi ve devletimizi aşağılamaya yol açacak her türlü medyatik faaliyetin arkasında maksatlı birilerinin olduğunu bilmeliyiz. Etnik, dinsel, mezhepsel farklılıklarımızı bahane ederek, ülkemizde düşmanlık üretenler aynı yere çalışıyorlar. Birlik ve beraberlik ülkemizi güçlendirir. Onlar kendi küresel kuruluşlarına tabi olan, sürekli borçlanan, hasılasını ve doğal kaynaklarını küreselci kuruluşlara sunan devletler istiyorlar. Korku ve kaygı hislerini sürekli yayıyorlar. Bütün bunları yaparken ülkede yaşayan insanların desteğini almak için medyayı kullanıyorlar. Seçimleri, seçilmişleri ve demokrasiyi istemiyorlar, kendi kuracakları sisteme rakip olarak görüyorlar. Muhalif görünerek eleştiriler yaparken taraftar topluyorlar, ama aslında arka planda, ileriki aşamalarda yok etmeyi planladıkları demokrasinin ne kadar gereksiz ve kötü bir idare şekli olduğu temasını işliyorlar. Halkı için çalışan seçilmiş idarecileri, türlü algı çalışması ile nefret objesi haline getirirken, işte demokrasi bu nefret ettiğiniz kötü niyetli kişilerin yönetime gelmesine yol açacak kadar kötü bir sistemdir algısını oluşturuyorlar. Çeşitli yöntemlerle, kendilerine bağlı profesyonel şirket yöneticilerini ülkelerin politik süreçlerine dahil ederek, ülkeleri şirket gibi yönetmek istiyorlar. Mesela Yunanistan’da daha önce iktidarda olan bir sol partinin genel başkanlığına, küresel bir şirketin ceo yardımcısını partinin kongresindeki delegeleri “etkileyerek” seçtirmeyi başardılar. Gelecek genel seçimlerde muhtemelen ülkenin başbakanı olacak.
Pek çok ülkede, çok sayıda medya kuruluşunu satın aldılar, bazı ülkelerde de yine kendilerine entegre yazılı/görsel/dijital medya şirketleri kurdular. Küresel çapta abonelik sistemiyle çalışan film/dizi platformları da küreselci çizgide yayın politikalarına sahipler. Abonelerden ücret alarak kâra geçmeleri, söz konusu medyayı değerli kılan bir etkiye sahip. Oysa aynı şirketler, gelir düzeyi son derece düşük Afrika halklarına abonelikleri ücretsiz olarak sunuyorlar. Sırf bu yöntem bile, asıl amaçlarının kâr etmek değil, sundukları içerikle kitleler üzerinde etki oluşturarak, küreselci politikaları halklara benimsetmek olduğunun kanıtı.
Elbette hayatın bütün aşamalarındaki gibi, medya konusundaki tavrımız da medyadaki çok sesliliği demokrasinin gereği olarak görerek, çeşitliliğe hoşgörüyle bakmak olmalı. Medyada çok seslilikten yanayız, ama bu topraklarda yaşayan bir Türk evladı olarak neyin ne olduğu konusunda bilinçli davranmak iyi bir medya okur-yazarı olmaktan geçiyor diyoruz. Ayyıldızlı bayrağımızın altında, huzur ve refahla yaşamak için Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını önceleyen bir bakış açısıyla.