Hatırlarsınız, geçmişte Türkiye ve Suriye liderleri oldukça yakın dost olmuşlardı ve ailecek görüşüyorlardı. Sonra birden ne olduysa oldu, Suriye ile aramız bozuldu.
Suriye’de bazı şehirler bombalanıyor ve masumlar katlediliyordu. Bu tür olayların başladığı ilk günlerdi, gazetelerden birisinde kıyıda köşede kalmış bir haber gözüme çarpıvermişti. Beşer Esad’ın bir gün önce bombalanan şehre incelemeler yapmak üzere gittiğini yazıyordu. Şaşırdım, bir lider bombalattığı bir şehre incelemeler yapmak üzere neden gitsin ki? O an zihnimde bunun bir sahte bayrak (false flag) operasyonu olabileceğine dair izlenim oluştu. Başka birileri Suriye’de Türklerin olduğu bölgeleri bombalayarak, biribirine kenetlenmiş gözüken iki devleti ayrıştırmak istemiş olabilirdi. Türkiye ve Suriye’nin birlikte hareket ettiği ve dayanışma gücü içinde olduğu bir Ortadoğu ortamını kimler istemez düşünmek gerekiyor elbette.
Bu tip bombalamaların arkası geldi ve Türkiye ile Suriye’nin arası iyice açıldı. Diplomatik ilişkiler koptu. Ruslar ve Amerikalıların bölgeye gelmesi, Amerika destekli Pkk örgütlerinin Türkiye’ye yönelik eylemleri, Suriye’deki Türkmenlerin kendilerini korumak için örgütlenmesi ve rejime karşı verdiği haklı mücadele ve tabii Türkiye’nin kendi güvenliğini sağlamak maksadıyla yaptığı son derece haklı ve başarılı operasyonlar...
Şimdi geldiğimiz noktada İsrail’in Gazze katliamları ile başlayan savaşı, Lübnan’a karasal güçle girerek ilerlettiğini görüyoruz. İran, bölgedeki uzantılarına yapılan İsrail operasyonları karşısında sessiz kalarak, bu yerel güçlerin İsrail ordusuyla başa çıkabileceği ve kendisinin müdahalesine gerek olmadığı açıklamasını yapmıştı. Ancak İsrail’in Lübnan’a karadan operasyon başlatarak ilerlemesi karşısında tepkisini İsrail topraklarına füze saldırısı yaparak gösterdi.
Böylesi bir ortamda Suriye, Irak, Mısır ve Yunanistan gibi ülkelerle uyumlu politikalar izlenmesi, yakın çevremizde güvenli bir ortamın temini son derece önemli. Suriye ile eski günlere dönemeyiz belki, ama Amerika’nın tekliflerini kabul edip, bir Irak modeline geçiş yapan bir Suriye olmasını da istemeyiz. İki ülkenin de hedefe konulup, topraklarına ait haritalar yayınlandığı bir dönemde dayanışma giderek önem kazanıyor.
İsrail, Gazze’de yaptığı soykırıma dünyanın sessiz kalmasından aldığı cesaretle savaşa devam ediyor. Ancak bunu yaparken de, özellikle Amerika’nın desteğini kaybetmemek, ilişkileri diri tutmak adına, her yeni adımında Amerika’nın bilinen politikalarına atıflar yaparak ilerliyor. Mesela Amerika’nın terörist ilan ettiği İran yanlısı örgütleri hedef alıyor ve liderlerine suikastler düzenliyor. Senin teröristlerini yok ediyoruz diyor. İran’ın Amerika ile yıllar öncesine dayalı nükleer silah geliştirmeyi sınırlandırma konusundaki anlaşmalarına atıf yaparak, İran’a saldırıp nükleer tesislerini yok edeceğini açıklıyor. En son da İran’da rejimi değiştirip, Amerika’nın uzun zamandan beri yedekte tuttuğu Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu prens Rıza Pehlevi’yi ülkenin başına getirmek istediğini açıkladı.
Gazze’deki kanlı soykırımını, rehineleri mazeret gösterdiği söylemlerle Batı dünyasına mağdur edebiyatı yaparak gerçekleştiren İsrail’in, Batı Şeria’daki insanları da katlettiğini, Mescidi Aksa’ya baskınlar düzenlediğini, Kudüs’te cuma namazından çıkan Müslümanların üzerine tomalarla lağım suları sıktığını, camiye giden yaşlıları polislerine coplattığını canlı yayınlarda görmüştük. Lübnan’a havadan yaptığı saldırılardan sonra, şimdi kara operasyonları yaptığını yani işgal güçleri gönderdiğini ve İran ile büyük savaşın eşiğine gelindiğini görüyoruz. Beyrut ikinci bir Gazze’ye dönüştürülmek üzere sürekli bombalanıyor. Rehine lafı kenara bırakıldı, bölgesel bir savaşa doğru gidiliyor. Amerika’nın desteği hala sürüyor ama, gelinen noktada, olası bir İran-İsrail savaşında çıkarlarının zedeleneceğini fark eden Avrupa’nın artık desteğini çektiğine, hatta İsrail’in karşısında yer alacağına dair belirtiler ortaya çıkmaya başladı. Halkları Katolik
olan İspanya, İrlanda gibi Avrupa ülkeleri İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırıma karşı olduklarını ve durdurulması gerektiğini her fırsatta beyan etmişlerdi. Son günlerde İtalya’dan da benzer sesler yükselmeye başladı.
Biz Türkiye’de, Ukrayna-Rusya savaşının olumsuz etkilerini pek hissetmedik, ama bu savaş Avrupa ekonomilerini derinden sarstı. Avrupa, enerji maliyetlerine olumsuz yansıyacak yeni bir savaşı asla istemiyor. Son günlerdeki açıklamaların da bu yönde olduğunu müşahade ediyoruz.
Diğer taraftan, İsrail’in İran’ın rejimini değiştireceğiz iddiasının Amerika tarafından ne derece kabul gördüğü de tartışılır durumda. Çünkü Amerika, İslam ülkelerine yönelik politikalarını, Müslümanlar arasındaki mezhepsel çatışmalara dayalı olarak kurguladı. Şii İran’ın yanıbaşındaki Afganistan’dan yüklü sayıdaki silahını sünni Taliban’a bırakarak ayrılması, Ortadoğu’da İran’ın sınırları dışındaki uzantısı dediğimiz silahlı Şii örgütlerine göz yumulması da hep bu yüzdendi. İran’ın ve Şiiliğin tehdit olarak görüldüğü bir ortamda, Arap ülkelerinin koruyuculuğuna soyunan ve onlara metazori milyarlarca dolarlık silah satan bir Amerika’yı çok iyi tanıyoruz. Ayrıca Amerika, İslam dünyasındaki mezhebe dayalı kurgusunun bozulmaması için İran’ın sadece Müslüman ülkelerle savaşmasını istiyor. Yıllar süren Irak-İran savaşı hala zihinlerdeki yerini koruyor. Amerikancı 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı muhtemelen Türkiye de İran ile savaşa sokulacaktı. İsrail ile olası bir savaş, İran’ın baş aktörü olduğu mezhepsel çatışma bazlı bu genel kurguyu bozar nitelikte.
Bahsettiğimiz bütün bu faktörleri dikkate alarak, Amerika ve Avrupa’nın İsrail’e dur deme zamanı yaklaştı diyebiliriz. Ancak İsrail’in yönetimindeki kadro durmak istemeyecektir. Kan dökücü ideolojileri ve inanç sistemlerine bağlılıklarının yanısıra, ülke içindeki politik geleceklerini de savaşa bağlamış durumdalar. Böyle bir ortamda savaş değil, kısas istediğini açıklayan İran’ın bu arzusuna destek verilir mi? Savaşın sona ermesi, Netanyahu ve ekibinin “bir şekilde” elimine edilmesine bağlı gözüküyor. Bekleyelim görelim.