Ülkemiz adeta bir savaş çemberinin ortasında. Güçlü ordumuzun varlığı sayesinde herhangi bir savaşa bulaşmadan hayatımızı sürdürüyoruz.
Televizyonda izlediğimiz şehit haberleri de olmasa, her yeri kendi yaşadığımız şehirdeki gibi güllük gülistanlık zannedeceğiz. Şehitlerimizi rahmet ve minnetle anarken, onların bu fedakarlığının bizim Ayyıldızlı bayrağımız altında huzurla yaşamamız için olduğunu her an hatırlıyoruz.
Hem medyanın, hem de ülkemizdeki siyasilerin dünyada yaşanan savaşlar konusunda kullandıkları terim dikkat çekici: “Bölgesel Savaşlar” Doğru bir tespit olduğu kanaatindeyim.
Gelişmelere baktığımızda, “üçüncü dünya savaşı çıkacak”, “nükleer tehlike insanlığın kapısında” gibi söylemler de gerçekçi görünmüyor. Küreselcilerin bölgesel savaşları körükleyen ve destekleyen tutumları, bizi savaşlar konusunda düşünmeye sevk ediyor. Bir savaş çıktığında, elbette vatanımız ve milletimiz için canımızı vermekten çekinmeyeceğiz. Ayyıldızlı bayrağımız için, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için savaşacağız. Bundan kimsenin şüphesi olmamalı. Vatan savunması herşeyin üstünde.
Ancak bir savaş çıkmadan önce de uyanık olmak gerekiyor. Küresel güçlerin savaş konusundaki tercihleri çok net. Olası bir dünya savaşı, küresel sermayenin kurduğu ticari ilişkiler sisteminin zarar görmesine yol açacaktır. Tabii bu global meseleleri, geçmiş yüzyıla ait soğuk savaş dönemi kavramlarıyla konuşmak isteyen dostlarımıza anlatmak zor. Ülkelerin aralarındaki menfaat ilişkilerinin çok ötesinde, ama ülkeleri de kapsayan küresel bir entegrasyonun davranışlarını dikkate alarak dünyaya bakmak gerekiyor. Bölgesel savaşlar, küresel güçlerin dünyada kendi istediklerini gerçekleştirebilmesi için çok daha uygun. Oysa bir dünya savaşı, küresel ticaret zincirinin ve teknolojik ağların sonunu getirir. Asla böyle bir şey tercih edilmez. Dolayısıyla, en azından yakın geleceğe dair öngörülerimizi bir dünya savaşı yerine, bölgesel savaşlar üzerine kurmak gerekiyor.
Küresel güçlerin, bölgesel savaşları geniş alana yaymamaya özen gösterdikleri de gözden kaçmıyor. Örneğin, küreselci Amerikan Demokratlarının desteğiyle saldırganlaşan İsrail, şu ana kadar Hizbullah ile savaşmaya kara birliklerini göndermedi, göndermeye de pek niyetli görünmüyor. Eğer kara birlikleriyle Lübnan’a saldırı yapılırsa, İran'ın doğrudan çatışmanın içine çekilmesi söz konusu olabilir ki, bu durum bölgesel savaşın daha da büyümesine yol açabilir. En azından şimdilik istenmiyor.
Ortadoğu’daki bölgesel savaş İsrail’in sivillere uyguladığı bir soykırım şeklinde sürerken, Ukrayna-Rusya bölgesel savaşının da sonlanmaması için gereken destek yine küreselciler tarafından veriliyor.
Bölgesel savaşlar, bir yandan küresel sermayenin merkez üssü Amerika’nın silah sanayisini beslerken, savaşın çevresindeki ülkelerde ticaretin aksamasına, girdi maliyetlerinin artışına, üretimin ve tedarik zincirinin sekteye uğramasına, makro anlamda ekonomilerin zarar görmesine yol açıyor. Mesele sadece silah endüstrisine aktarılan paralar değil, bölge ülkelerinin ekonomilerindeki olumsuz etkilenme, onların küresel finans kuruluşlarına borçlanmalarına yol açıyor. Halkların refahına harcanması gereken para, küreselcilerin kasasına faiz olarak gidiyor. Bu yüzden küreselciler bölgesel savaşlardan dolayı çok memnunlar. İdeoloji ve inanç sistemi olarak insan hayatına zerre kadar değer vermeyen satanist baronların yönettiği bu yapılanmadan da başka bir şey beklenemezdi zaten.
Diğer yandan sürekli kötülük üreten küreselci yapılanma, savaşta olmayan diğer ulus-devletlerin de zamanı geldiğinde bölgesel bir savaşın tarafı olması için, gereken politik unsurları kurgulayıp, savaş için gereken zemini hazırlamaya çalışıyor. Elbette bu tür hadiseler medyada yer almıyor, çünkü medyanın büyük bir çoğunluğu da küreselcilerin güdümünde zaten. Ayrıca küreselcilerin el attığı konuları ve sebep oldukları gelişmeleri takip etmek için, ülkelerin iç işlerinde neler olup bittiğini iyi takip etmek gerekiyor. Sadece kendi ülkemize takılıp kalırsak, benzerleri diğer ülkelerde yaşanan olayları veya diğer ülkelerde de üretilen benzer politik figürleri, sadece ülkemize has ve doğal bir sürecin kahramanları olarak algılıyoruz. Oysa hem savaşa uygun ortamın sağlanması, hem de ülkeleri savaşa götürecek politik figürlerin üretilmesi, her ülkede benzer yöntem ve teknikler kullanılarak yapılıyor. Bu korelasyonu fark edebilmek için, politik süreçlerdeki normal dışı gelişmeleri, yeni ve aniden devreye sokulan politik figürleri iyi takip eden bir bakış açısı gerekiyor.
Demokrasi halkların seçme hakkını kulandıkları sistemin adıdır, ancak halkların karşısına çıkarılan seçeneklerin nasıl ve nerede hazırlandığı daha önemlidir. Siyasal partilere gökten zembille inmiş genel başkan adaylarının ön plana çıkarıldığı her durum, aslında demokrasiye aykırı yöntemlerin eseridir. Ancak küreselcilerin uzmanlık alanı olan algısal operasyonlarla, abes yöntemlerle göreve gelmiş figürler kısa sürede insanlara çok normal olarak kabul ettirilirler. Genel kitle bu şahsın burada ne işi var demez. Ancak çok nadir olarak, bilinçli bir üye kitlesine sahip olan partilerde durum farklı olabilir. Bu konuda Yunanistan’daki muhalefet partisi Syriza’yı örnek verebiliriz. Partinin eylül 2023’deki genel kurulunda, istifa eden eski genel başkan Alexis Çipras’ın yerine, ikinci turda seçilen Stefanos Kasselakis, geçen hafta partinin yetkili kurullarınca genel başkanlıktan azledildi. Görevden uzaklaştırıldı. Kasselakis’i göreve geldiği günden beri yakından takip ediyordum, okurlarım hatırlar, serüveninden daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. Açıkça ifade edeyim, Yunanistan’daki sol bir parti olan Syriza mensuplarının bu tavrını son derece yerinde buldum ve takdir ettim. Düşünsenize, Amerika’dan ünlü bir küresel meşrubat firmasının ceo yardımcılığından gelerek hayatının hiç bir aşamasında politik ortamlarda bulunmamış alakasız bir şahıs, kongrede nasıl olduysa (!) delegelerin oyunu alarak, salt çoğunluğun yeterli olduğu ikinci turun sonunda sol bir partiye genel başkan seçiliyor. Kısa sürede ülkedeki genel kitlenin algılarıyla oynanıp bu sürecin normalleştirilmesi, kanıksanması sağlanıyor. Ta ki parti tabanının zaman içerisinde abes durumu fark ederek, sol bir partide böylesi bir genel başkanın ne işi var diyerek şahsın azledilmesine kadar. Eğer Kasselakis partinin genel başkanlığında kalsaydı, Miçotakis hükümetinin alternatifi olarak seçimlere katılacak ve büyük ihtimalle seçilerek ülkenin başbakanı olacaktı. Direkt Amerika’daki küresel sermayenin gönderdiği birisinin, bir ulus-devletin başında, geldiği yerden bağımsız davranması elbette düşünülemez. Sudan bir bahane üreterek yeni bir bölgesel savaşa sebep olmak, böylesi kişilerle mümkün görülüyor. Syriza’nın sağduyulu vatansever üyeleri, belki de olası bir Türk-Yunan savaşını engellediler.
Ülkemiz için savaşmaya, hayatımızı feda etmeye hazırız elbette, ama savaşların artık küresel sermaye baronları tarafından plânlandığı günlere geldik. Bu yüzden Türkiye’nin bu günlerde, hiç bir zaman olmadığı kadar komşularıyla barış, dayanışma ve işbirliği içerisinde olması gerekiyor. Bu bakış açısı hem bizim için, hem de çevremizdeki ülkeler için çok değerli.
Barışı bozacak girişimlere maruz kaldığımızda, elbette karşılığını vereceğiz, bir savaş durumunda da kanımızın son damlasına kadar vatanımız, bayrağımız için savaşacağız, düşünmeden canımızı feda edeceğiz. Ancak bu küresel baronlar istediği için olmayacak.