Hatırat, insanın hayata karşı kendisini koruması, geliştirmesi, vaktinin kıymetini bilmesi için bir tür rehber, yol haritası gibidir, bu anlamda okumayı sevdiğim edebi türlerin başında gelir.
Hatırat, bir edebi tür olarak sadece insanın şahitlikleri, yaşadığı olaylar örgüsünden ibaret değildir. Hatırat, yazarın iç dünyası ile dış çevresel güçleri mezcettiği güçlü bir “zeitgeist” zamanın ruhudur. İnsan, hayat yolculuğunda her dönemeçte iç âlemi ile ilerlerken, dış dünyada karşılaştığı geniş bir kültürün parçasıdır, tanıştığı insanlar kırılma noktaları, ilham kaynağıdır.
Hatırat okuru, bir kitapta, savaş, ekonomik koşullar, önyargı ve ayrımcılık gibi dış çevresel faktörlerin insan hayatına tesirlerine şahitlik ederken “kader gayrete bağlıdır” sözüne de tanıklık eder. Hatırat okuru, baktığı pencereye bağlı olarak, edebi bir metine psikoloji, felsefe, sosyoloji, iktisat, hukuk, siyaset gibi disiplinler arası hâkim olma fırsatına sahiptir. Hatırat bir dönemin belgeselidir.
Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakcı’nın, babası Ahmet Bey “Seni İslâm için vakfettim” der, niyeti kabul edilen dua olur, muhterem Kavakcı’nın kaderi olur, İslâm’a, ülkesine, milletine hizmet neferi olur.
Her ailenin bir hicret öyküsü vardır. Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakcı’nın, babası Ahmet Bey’in lakabı “Yavaş Ahmet”; annesinin adı Fatma’dır. Ebeveynleri Sakarya vilayeti Hendek kazası Karaçökek köyünde doğmuşlar. Muhterem Kavakcı, hatıratında “Eski adı Karaçökek, şimdiki adı ise Yeşilvadi. Bektaşi nüktesi yapalım biraz, bana sormadan değiştirmişler. Köy isimlerini değiştirmenin belki siyasi bir manası olabilir. Belki eski Ermenice ve Rumca isimler kaybolup gitsin diye değiştiriyorlar, ama çok yanlış bence.” diyerek, yerleşim yerlerinin adının değiştirilmesinin tarihçiler için çok zor bir durum olduğuna işaret ediyor. Kavakcı ailesinin hicret öyküsüne dönecek olursak, Cişkaroğlu Tahir Dede, Hendek’e 93 harbinde Gürcistan’dan gelmiş. Cişkar Gürcüce “çıtadan bahçe kapısı”, “bahçenin etrafında çıtadan yapılmış kapı” demektir.
“Tahir Dede 93 harbinde binbaşı rütbesindeymiş. Osmanlı ordusu halktan Leşker-i Muavine Birliği kuruyor. Sistem olarak Osmanlı Ordusu ile aynıymış bu ordu. İşte Tahir Dede bu orduda binbaşı olarak hizmet vermiş.”
Aile araştırmaları sonucunda, Rus askerlerinin 93 harbinde Tahir Dede’nin bulunduğu bölgeyi işgal edince, dedenin ailesini Osmanlı tarafında Hatila adlı bir köye geçirdiğini öğreniyorlar. Tahir Dede,1900’lü yıllarda kendinde saklı acıları, her göçte olduğu gibi türlü meşakkatleri aşıp yeni adı Taşlıca olan Hatila’dan Hendek’e hicret etmiş. Cişkaroğlu Tahir Dede, Karaçökek köyüne yerleşmiş, Hac vazifesini tamamladıktan sonra da ebedi istirahatine çekilmiş devamını Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakcı’nın şükran duyguları ile nakledelim:
“Biz Cişkaroğlu Tahir Dede’ye medyûn-ı şükranız. Bizi diyar-ı küfürde bırakmamış, diyar-ı İslâm’a getirmiş. Annemin de kabri köyümüzdedir. Annem Erzurum’da vefat etmiş ve oraya defnetmiştik. 43 sene sonra Erzurum’dan kabrini aldım ve Hendek’e getirdim. Köyde diğer akrabalarının yanına defnettik. Nüfus cüzdanımı yeni değiştirdik. Elhamdülillah yeni nüfus belgelerinde doğum yerim olarak Karaçökek yazmışlar.”
Tahir Dede, Ruslar tarafından Sibirya’ya sürgün edildiğinde bindiği tren bir tünelden geçmiş ve “Şimendifer ol bölüğünden” diye destan yazmış. Cişkaroğlu Tahir Dede’yi rahmetle yâd edip, destanı ile hicret öyküsünü nihayete erdirelim:
Şimendifer ol bölüğümden
Beni geçirdiler dağ deliğinden
Korkup titredim karanlığından
Ne güz göründü ne de bir meşe.
Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakcı, ilim ve irfan hayatına sekiz yaşında hafızlığa başlayarak adım atar. Kadifekaleli Hafız Hasan Hocasından dayaklar yer, kolları kan toplar, satırları okurken, banyoda kollarını kızarık gören anneciğinin gözyaşlarına gözyaşlarımız karışır. Muhterem Kavakcı, sekiz yaşında olmasına karşın bir kez bile gözyaşı dökmeyecek kadar güçlü, özgüven sahibidir hangi kişisel gelişim kitabında bu etkiyi bulabilirim diye sormadan geçemiyorum. Adapazarı yıllarında nerede bir ders halkası varsa dâhil olan Yusuf Ziya Kavakcı’nın eğitim hayatı erken yaşlardan azim ve inanç üzerine inşa edilmiş.
“Müslüman zekidir, bir çare, bir çıkış yolu illâ ki bulur. Türkçe olarak çok kâmet de getirdik. “Namaz başladı, namaz başladı.” Arapçasını “Kad kâmeti’s salâh” diye içimizden sessizce söylerdik. Evet, Türkçe ezan çok okuduk.” Diyen Yusuf Ziya Kavakcı, 1932-1950 yıllarının toplumsal koşulları altında zekâsı, bilgeliği ile hiçbir engele takılmadan ilim yolunda kararlılıkla ilerlemiş. İstanbul İmam Hatip okulunda iki yıl okuduktan sonra Vefa Lisesi’ne geçmiş. O yıllarda Sadettin Ökten de Vefa Lisesi’ne devam etmektedir. Kendi ifadesi ile “Mollalıktan talebeliğe” geçiş süreci de çok kolay olmamıştr. Vefa Lisesi ardından İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kayıt olan Yusuf Ziya Kavakcı ayrıca Yüksek İslâm Enstitüsüne de kayıt yaptırır. Ömer Nasuhi Bilmen, Celaleddin Ökten ve Mahir İz hoca derslerine girer. Derslerine giren Nihat Sami Banarlı için “şiir gibi bir zattı” der. O yıllarda, İstanbul Hukuk Fakültesi bir numaralı Anayasa kürsüsünün başında Ali Fuat Başgil vardır, asistanları Hüseyin Hatemi ve Servet Armağan’dır. “Tam rol model. Hamidullah Hocayı tanımam benim için en büyük lütuftu. İlmini, irfanını öğrenmeye çalıştım.” Dediği Muhammed Hamidullah’ın asistanlığını yapar hatıratta genişce yer verir.
Fethi Gemuhluoğlu, Sabahattin Zaim, Nevzat Yalçıntaş, Abdülkadir Karahan’dan Ersin Nazif Gürdoğan, Sezai Karakoç’a, Süheyl Ünver’den Ekmeleddin İhsanoğlu’na kadar aşina olduğumuz isimlerle hatıraları okumak yaşadıkları dönemlerin şartları içinde değerlendirildiğinde bir zaman tünelinden geçmek gibi. Sayın Kavakcı’nın yurtdışı hatıraları yeni ufuklar açarken doyumsuz bir belgesel akıcılığında ilerliyor. Hamid Algar, Seyyid Hüseyin Nasr, Ali Mazrui, Dilnawaz A. Siddiqui, Prof. Dr. Ahmet Sakr, Müzemmil Sıddıki gibi aşkla, şevkle, heyecanla hizmet yarışında koşturan yeni bilge isimlerle tanışmak bir zenginlik sunarken, büyük toplumsal hadiselerden ilim bilim yolunda mücadele ile çkan bilgelerin hayatları üzerinde düşünmek, dünyada her toplumun ayrı imtihanı olan tarihin sürekli tekerrür ettiği olayları sorgulamak ilhamı veriyor.
Hz. Mevlânâ der ki: “Kâmil odur ki; koya dünyada bir eser,/ Eseri olmayanın, yerinde yeller eser.” Çok kıymetli Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakcı, çocukluk yıllarından itibaren ilmek ilmek aşkla, inançla, azimle,tutku ile nakşettiği hayatının ve bir dönemin hafızasını Göçüp Giderken eseri ile tarihe kazıyor. “İslamiyet Denge Demek” inancında olan muhterem Kavakcı, hayatını Kuran’ı Kerim’e kul olarak tesis ediyor, ilmi hayatı ile aile hayatını dengede götürüyor, 3 kız evlat, 5 kız torununun başarılarıyla, hayattaki duruşlarıyla emeklerinin, inancının bereketini görüyor. Muhterem Kavakcı, dünyaya bütüncül bir yaklaşımla kendi bereketini ailesi, bayrağı, milleti, ümmetine halka halka hizmet olarak sunmuş sunmaya da devam ediyor.
Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakcı’nın bereketli hayat yolculuğu sadece bir hatırat niteliğinde olmaktan çok öte, anne, babaların, hocaların, her yaşta her öğrenim seviyesinde talebelerin, her meslek erbabının baş ucu kitabı, motivasyon kaynağı, yol haritası olarak okurları ile buluşmayı bekliyor. Kitap sahibi bir ümmet olduğumuzu defaten zikreden Kavakcı bu vesileyle “Metinci Yusuf Ağabey” olarak tanınmayı arzu eder.
Göçüp Giderken: Marmara İlahiyat mezunu Dr. Müjdat Uluçam soruyor, Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı cevap veriyor. Hatırat, Prof. Dr. Ahmet Ağırakça’nın genel yayın yönetmenliğini yapmış olduğu Duruş Yayıncıları tarafından okuru ile buluşturuluyor. Eserin gün yüzüne çıkmasında emeği geçen herkese müteşekkiriz.
Göçüp Giderken satırlarında adı geçen Cişkaroğlu Tahir Dede ve ailesi başta olmak üzere, ülkemize hizmet etmiş, İslâm âlemine hizmet etmiş ahirete göçen değerlerimize rahmet diliyoruz. Kıymetli hocamız Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakcı’ya ve ailesinin her bir ferdine hayırlı, bereketli, sağlıklı bir ömür diliyoruz.