Geçen yazımda bahsettiğim medyatik yozlaşmanın önüne geçilmesi tahmin edileceği üzere, pek de kolay bir iş değil. Çünkü yüzeysellikten uzak, tüm medyayı ilgilendiren, derinlemesine önlemlerin alınması ve çok bilinçli politikaların izlenmesi gerekiyor. Sektörün içindekiler iyi bilir; medyadaki kalitesizliğin ve yozlaşmanın arkasında gelirin paylaşımındaki sorunlar yatıyor. Önceden reklam pastası dediğimiz kavramın artık ortadan kalktığını gözlemliyoruz. O kadar çok televizyonun ve radyo var ki, reklamlar bir pasta olmaktan çıktı, aslanın midesindeki ekmek kırıntıları haline geldi. Açıkçası şimdilerde sektör analizi yapmaya çalışırken, televizyonların reklam alarak kendi kendilerine yetmelerinin, en azından masraflarını karşılayabilmelerinin bile büyük olay haline geldiğini biliyoruz.

Hani biz demokrasimizi zedeler, demokratik ülkeler hakkımızda ne düşünür diye pek çok şeyden vazgeçiyoruz, toplumun huzurunu kaçıranları, kamu düzenini bozanları görmezden geliyoruz, affedip salıveriyoruz, bu tavrımız aslında bize pahalıya mal oluyor. Her zaman hatırlamamaz gereken gerçek şu; demokrasi başıboşluk değil, düzensizlik hiç değil, tam tersine kamu yararı için her şeyin kontrol edilebildiği sistemli düzenin adıdır. Medyaya da bu gözle bakmamız gerekiyor. Ama eğer yozlaşma ve kalite kaybına yol açan sebepleri, demokrasinin gereği zannederek, ifade özgürlüğü şemsiyesi altına koyarsak maliyetini de toplum olarak karşılamak zorunda kalıyoruz.

Çok sayıda televizyon ve radyosu bulunan bir ülke olmak meziyet değil. Çünkü getirdiği sorunlar hem sosyal hem de ekonomik anlamda ülkeye zarar veriyor. Çok sayıda derken yanlış anlaşılmasın, il ve ilçe bazında yayın yapan yerel medyanın varlığı ve Anadolu’daki yerel yayıncılık sorunlarını ayrı bir konu olarak bir kenara ayıralım ve daha sonraya bırakalım. Şimdi sözünü ettiğim sorun, “ulusal” dediğimiz kuruluşlarla ilgili. İnternet ve uydu teknolojilerinin gelişimiyle birlikte, her ne kadar ulusal yayıncılık kavramının yeniden tanımlanması gerekiyorsa da, neyi kasdettiğimiz aşağı yukarı belli.

Televizyonlara yayın lisansları verilirken, havadan karasal yayın yapma kriteri getirilmiş ve o günkü teknolojinin gereği olarak, belli sayıda frekans tahsisi yapılmıştı. Hatta bu tahsis ücretini devlete ödeyemeyen, geç kalarak frekans alamayan bazı televizyonlar yayın hayatına devam edememişlerdi. Kısa süre sonra dijital uydu yayınları başladı, bu teknoloji sayesinde çok sayıda kanalın uydudan yayın yapabilmesi ve çanak anten dediğimiz mantarlarla seyirciye ulaşması mümkün oldu.

Ama bu çokluk malesef kalite getirmedi. Tam tersine uyduda pıtrak gibi ortaya çıkan yüzlerce kanal yeterince para kazanamadıkları için içeriklerini kaliteli hale getirmekte zorlandılar. Meslekteki herkes çok iyi bilir ki; televizyon işi pahalı bir iştir. Bir televizyon, sürekli para tüketen bir mekanizmadır. Sayı artınca, reklam pastasından yeterince beslenebilen yayıncı kuruluş da bir kaç tane kaldı.

Peki bu kadar çok sayıdaki televizyon, kendisine yetmek için yeterli para kazanamıyorsa yayın hayatına nasıl devam edebiliyor? Güzel bir soru, ülkemiz için şaşırtıcı olmayan bir cevap verelim; televizyonların çoğu patronlarının medya dışındaki diğer sektörlerde kazandıkları paralarla sübvanse ediliyorlar.

Peki sayı azaldığında, reklam pastasından pay alarak daha çok para kazanıldığında kalite artacak mı? Bunun da şartları var.

Televizyon sektörüne çeki düzen vermek için, yasal düzenlemeler yapmak şart. Bunun için öncelikle devletin ilgili kurumlarının hükümete ve parlamentoya öneriler sunması gerekiyor. Ancak bakıyoruz ki, bu kurumlar, başta Radyo Televizyon Üst Kurulu olmak üzere daha kuruluş aşamalarında göze çarpan yapılanma hataları yüzünden böyle bir işlevi üslenmekten çok uzaktalar. Parlamentoda grubu bulunan siyasi parti temsilcilerini üye tayin ederseniz, meslekten olmayan bu üyelerin sektöre çeki düzen vermesi, önerilerde bulunması gibi bir işlevi mümkün olamaz, çünkü uzmanlık alanları değil. Sektördekiler, bugüne kadar meslekten gelerek RTÜK üyesi olan sadece iki üye hatırlıyorlar. RTÜK, maalesef siyasi parti temsilcilerinin çekiştiği, hatta medya üzerinden atıştığı bir kurum haline geldi. Yayıncı kuruluşlara ve sektöre yol gösterici çalışmalar yapmak geri planda kaldı, yasalara aykırı yayın yapan televizyonlara ceza kesen bir kurum halinde yoluna devam ediyor. Bir tür mahkeme görevi üslendi diyebiliriz. Bünyesindeki birkaç idealist görevlinin sektörel çalışmaları var belki ama üst kurul sektörel düzenleyici olarak kendisini kabul ettiren imajından uzaklaştığı için bu çalışmalar da üstü kapalı kalıyor, hak ettikleri gibi değerlendirilemiyor.

Bu konularda naçisane, meslekten birisi olarak hükümete ve parlamentoya birkaç çözüm önerim var;

-Uydudan yayın yapan kanal sayısını yeni lisans kriterleri getirerek sınırlandırmak.

-Diğer girişimcileri de tamamen devre dışı bırakmayıp internet üzerinden geniş bant yayın imkanı sağlayıp, yine RTÜK kontrolünde, hatta devletin sağlayacağı internet altyapısıyla evlere ulaşabilir hale getirmek.

-Kamu yararı gözönünde tutularak oluşturulacak, çok sesliliği koruyan ama başıboşluğu ve yozlaşmayı engelleyen gerçek bir medya hukuku geliştirmek. Nasıl belli branşlarda mahkemeler var ve sadece kendileriyle ilgili davaları ele alarak çalışıyorlar, bahsettiğimiz meslek kuruluşunu mahkeme gibi davranmaktan kurtarmak için uzmanlık alanı sadece medya olan mahkemler tahsis edilmeli. Hiç kuşkusuz, internet üzerinden işlenen bilişim suçları, topluma ve devlete karşı işlenen yayın suçları, bu medya mahkemelerinin alanına girecektir. Online yayıncılığı da belli kurallara bağlayacak, başı boşluğu giderecek, internet üzerinde faaliyet gösteren küresel sermaye şirketlerinin muhatabının bulunacağı ve ülke çıkarlarının teminat altına alınacağı bir medya hukuku için aslında çok geç kaldık.

-Türkiye, yakında yüz adet vilayeti olan bir devlet haline gelecek. Yerel yönetimlerde ilçe belediyeciliğinin zorlukları göz önünde bulundurularak, büyükşehir tarzı yapılanma teşvik edilmeli şeklindeki görüşümüzü defalarca dile getirmiştik. Buna paralel olarak, yerel yayın kuruluşlarının kurulması ve hayatta kalabilmesi de teşvik edilmelidir. Bir yandan var olan müstakil yerel medya kuruluşları desteklenmeli, diğer yandan da ulusal çapta yayın yapan kuruluşların yerelde yayın yapacak yan kuruluşlarının önü açılmalıdır. Dünyada bunların çok örnekleri mevcut. Yerel medyanın güçlenmesi, halkın yerel yönetimlerden kaynaklanan pek çok şikayetinin giderilmesi yolunda önemli işlev görecektir. Cumhurbaşkanlığı sisteminde, merkezi yönetimin yerel yönetimlere hem destek, hem de denetim alamında böylesi bir mekanizmaya intiyacı olduğu çok açık.

-Bütün bunların ışığında, RTÜK yeniden yapılandırılmalı ve üyelerinin seçiminde siyasi parti adaylarına yer verilmesi yöntemi bırakılarak, radyo ve televizyon sektöründe hizmet etmiş ve yeterlilik sahibi olmaları şartı getirilmelidir. Kurumun sektörel öncülük işlevi, medya kuruluşları ile yapılacak görüşmelerle ve hukuki düzenlemelerle desteklenmelidir.

Tekrar başlangıçta bahsettiğimiz konuya dönerek, önemli bir soru daha soralım; reklam pastasından pay alarak hayatta kalan yayıncılık anlayışına dönüş, toplum açısından neden önemli? Reklam sektöründekiler iyi bilir, reklamın asıl patronu hedef kitledir. Televizyonda biz buna seyirci diyoruz. Reklam alan bir televizyonun gelirini aslında seyirci sağlamaktadır. Başka bir deyişle, böylesi bir kurumun patronu seyircidir. Yayın kalitesi de, içeriği de seyircinin izleme eğilimleri doğrultusunda belirlenir. Ama eğer reklam geliri sağlayamıyorsa, kurumun patronu, onu sübvanse eden kişidir. Seyircinin değil, belli kişilerin zevkine göre, hatta çıkarlarına göre yayıncılık anlayışı oluşmaya başlar. Bazı patronlar, televizyonunun yönetimini meslekten gelen profesyonellere bırakarak ve işlerine karışmayarak, bu konuda seyirci eğilimlerinin ön plana alınmasına yol açmaktadırlar. Ama bu uygulamaya çok nadir raslandığını da itiraf edelim.

Televizyon sektörünün yeniden düzenlenmeye ihtiyacı olduğu çok açık. Ben sadece sektöre yıllarını vermiş bir çalışan olarak, bir kaç öneri sunmak, katkıda bulunmak istedim. Asıl bu konuda RTÜK çok önemli öncü görevler üstlenecek hale getirilmeli, kuruluş amacına geri döndürülmelidir.