İstanbul'un sonbahar akşamları aşktır. Vefalı dostum Vefa’da dostlar bizi Vefa'da görsün dedi, Vefa Bozacısı'nda bulduk kendimizi.
Plaza toplantılarının bitiminde şehrin kapitalist caddelerinden süzülüp Fatih’te ferahlamaya koştuk. Eski âdetler gibi tatiller de değişti, Kasım ayının ilk haftası okullar bir hafta tatile girmiş. En iyi oyun arkadaşı, en iyi pedagog, en iyi eğitmen annedir bilinci ile iş çıkışı güzel evladını da alıp, arkadaşına da zaman ayırıp haftanın yorgunluğunu birlikte atıyoruz.
Sonbaharın rüzgârlı bir akşamında, genel kabule göre herkesin çoktan evine çekildiğini düşüneceği saatlerdeyiz. İstanbul’un her köşesi ayrı bir cümbüş arabasına park yeri bulana aşk olsun. Evin yolunu bulabilmek de ayrı bir konu. Vefa Bozacısı'nın sokağı Ramazan ayı şenliğinde, bir köşede Osmanlı macunu satan seyyar satıcı, elinde rengârenk balonlarla dolaşan baloncu, çocuğunun kocaman balonuna sahip olmak ile bozasını dökmemek mücadelesi veren annelerin hâlleri. Helvacı, yanında gazozcu, şerbetçi, yanında tarihi leblebici her köşede bir lezzet dükkânı ışıl ışıl. Kavrulmuş leblebi kokusu tarçın kokusuna karışıyor,bir başka köşede seyyar arabada rengârenk meyveler son derece davetkâr. İstanbul'un hem kokusu, hem renkleri, hem sokak lezzetlerinin zenginliğine şahitlik ediyoruz. Öte yandan, elektrik yüklü, havasız kapalı kocaman alışveriş merkezlerinden kurtulmuş açık havada, İstanbul’u yaşayan çocukların cıvıltısına şahitlik etmekten bahtiyarız.
Ziya Osman Saba, Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi eserinde, "Şu satıcılar avaz avaz bağırarak, şu sattıklarımızdan da alın, daha çok mesut olun, demek istiyorlar. Hele şu köşede, ta Vefa'dan getirilmiş boza şişeleri. Bu, yemekten birkaç saat sonra bir babanın, ailesi efradına, üzerine tarçın ekerek, leblebiler koyarak yudum yudum tattıracağı bir nevi şahsına münhasır saadet değil de nedir?" sözleri ile aile saadetinin tanımını yapıyor. Beşinci sınıf öğrencisi sevgili Kerem Asaf, kendisi ile birlikte içindeki çocuğu besleyen üç yetişkin ile tatilin ilk gününde Vefa Semti’ni deneyimliyor. Babacığı bozaları alıyor, leblebisini ekliyor, baba oğul bir köşede boza muhabbetindeler… Bozacı ile işimiz bitince Kerem Asaf, şöyle radar gibi süzüyor mahallenin her köşesini, gazoz içmek çok cazip, Osmanlı macununa burun kıvırıyor, büyükler Türk kahvesi mi içseler diye düşünürken odun ateşinde pişmiş çay görüyorlar ve Kerem Asaf da çay tiryakisi kervanına katılıyor. Ziya Osman Saba’nın tanımladığı gibi Vefa’da “nevi şahsına münhasır aile saadeti.”
Sonbaharda özellikle de soğuk kış gecelerinde gönülleri ısıtan bir ses gelirmiş sokaktan "Bozaaaaa, Bozaaaa" bu satırları okurken, o sesin hatırası ile kulakları çınlayanların duygularını hissediyor gibiyim ve gelecekte Kerem Asaf ve yaşıtlarının çocukluk hatıralarını nasıl anacaklarını merak ediyorum.
Ah keşke bir de mani dizenler olsa da bizler de duyabilsek, sesimizi duyanlar duymayanlara duyursun. Kadim İstanbul’da sokak satıcılarının manileri, tekerlemeleri ayrı bir sanattı. Bozacı Hacı Zeynel’in bozası ve söylediği manzumelerin meşhur olduğu rivayeti vardır:
Ustam yapar ben satarım
Satmadan evvel tadarım
Satarsam artık yatarım
Sübye gibi koyu bozam