Çocuklar yolun kenarında buldukları boş alanlarda oynuyordu. Mesaisi başlayan bir işçi edasıyla her gün yaylanın anayolu, en işlek caddesi, diyebileceğimiz yerde oynuyorlardı. Söğüt ağacının narin dallarından yaptıkları taçve düdükler oyunun merkezindeydi. Bıçak kullanmanın önemini bizzat kavrayan çocuklar birbirlerinden yardım alıyorlardı. Düdük yapmak için genelde büyüklerden yardım alıyorlardı.
Çocukların sesine karışan horoz sesleri, zaman zaman yoldan geçen koyunların ve kuzuların sesi, uzaklardan gelen köpek sesleri ve derenin şırıltısı ayrı bir hava ayrı bir güzellik katıyordu günün güzelliğine. Yayla yerinde yaşanan diğer günlerden farkı ise cuma olmasıydı.
Karıncaların çalışma azmini çocuklarda görmek insanı ayrı bir mutlu ediyordu. Doğal tavırlarıyla içinden geleni olduğu gibi yansıtan çocuklar hayatın vazgeçilmez değerleriydi. Oyun oynarken dünyanın merkezinde onlar vardır. Bahçıvanın toprağa, öğretmenin öğrenciye, şoförün yola, kasabın ete olan ilgisi ne ise çocukların da oyuna olan ilgisi odur. Farkı ise çocuğun zihnen bedenen kendisini tam anlamıyla oyuna vermesidir. Yetişkinler çocuklar kadar işin içinde olamıyorlar sanki.
Günlerden cuma, aylardan temmuz ve bir öğle vakti. Cuma olması hasebiyle yazılı olmayan ancak fiiliyatta var olan bir tatil havası vardır. O civarda bulunan bütün çobanlar, nohut, buğday, arpa, mercimek tarlası olanlar, şehirden gelen çeşitli satıcılar, resmî kurumlardan gelen bazı görevliler cuma vakti namaz için oraya geliyorlardı.
Bir panayır havası, çocuklar için de bayram havası. Yaylanın tek bakkalı oradadır. Hem insanların hem de diğer canlıların su içebildiği tek çeşme de oradadır. Cami de orada olduğu için herkes birbirini görme fırsatını yakalıyordu. Namaz saatini bekleyen yaşı yetmişi geçen dedeler yolun kenarında bulunan söğüt ağacının gölgesinde, caminin bahçesinde, bakkalın önünde muhabbet ediyorlardı. Herkes kendi durumunu özetliyor, çocuklardan, koyundan keçiden, bağdan bahçeden, samandan, arpadan mütemadiyen konuşuyorlardı.
Yaylanın tek bakkalı Salih Bey, o gün çok telaşlıdır. Müşteri bol olduğu için yetişmekte zorlandığı oluyordu. Bakkal küçük ancak AVM`lerde olmayan ürünleri bulmak mümkündür. Kara lastik, çuvaldız, naylon çizmeler, pilli fenerler, gofret, bandırma, bisküvi, ayna, tarak, şeker, çay;  
Neler, neler!  Köylünün işine yarayacak ufak tefek aradığın her şey vardır.
Salih Bey, o gün keyiflidir. Haftanın hasılatını alma vaktidir. Köy tabiriyle harman zamanıdır. Salih Bakkal, yıllardır her gelen müşterisine babasından öğrendiği şu sözü hep söyler: 
'Oğlum, Usû l-i fıkıh ilmine iyi çalışırsan, dininde kuvvetli olursun. Mantık ilmine iyi çalışırsan, ilminde kuvvetli olursun.'
Salih Bakkal`ın babası -Arif Hoca unvanıyla bilinir- bu sözü ilçeye gittiği bir gün sohbet dinlerken öğrenmiş. O gün, bugün babası da her gelene bu sözle ilgili birkaçcümle aktarmayı ihmal etmezdi. Oğlu da babasından devraldığı bu işi yaparken aynı sözü gelen müşterilerine fırsat buldukça anlatırdı. Özellikle cuma günleri ne yapar ne eder bu sözü konuşmasının bir yerinde kullanırdı.
O gün de bakkala gelen müşterilerden biri yıllardır medreselerde hocalık yapmış olan Osman Hoca`ydı. Salih Bakkal selam kelam ve alışverişten sonra, çay içerken sözü oraya getirince, Osman Hoca, Salih Bey kardeşim, bu söz çok güzel ve önemli bir söz. Fıkıh ilmini bilmek hepimizin vazifesidir. Fıkhı öğrenmek her Müslüman`a farz-ı ayndır. 
Ayrıca, ' İlm-i fıkh, mesâil-i şer`iyye-i ameliyeyi bilmektir.' Şeklinde belirlenmiş olan bir kanun vardır. Ahmet Cevdet Efendi`nin yazmış olduğu Mecelle kitabının ilk maddesidir bu.
Kısacası şeri meselelerle ilgili mevzuları, hükümleri bilmek her Müslümanın vazifesidir. Yani söylediğin o güzel sözde de bunu açık açık görebilirsin. Fıkıh ilmini bilen dininde kuvvetli olur. Yani ne yapacağını, nasıl yapacağını çok iyi bilir. Hem dünyasını hem ahiretini kurtarır.
Ah be! Osman Hocam, ne güzel söyledin! Cuma namazında görüyorum, öyle insanlar var ki, namazda ne okuyacağını, namazı nasıl kılacağını bilmiyorlar. Namazı etrafına baka baka kılıyor. Yatıp kalkıyorlar. Ancak yatıp kalkma usulleri de yanlış. Namazın içinde cebindeki eşyalarla ilgileniyorlar, imamdan önce secdeye gidenler, hiçokumadan bekleyenler; Demek ki babam bu işin ehemmiyetine binaen bu sözü hep söylemiş, bize öğretmiş. Allah razı olsun, sözü söyleyenden, öğretenden. Rabbim hepimize anlayıp, amel etmeyi nasip etsin inşallah! (Â min) 
Osman Hoca o gün camide vaaz vermek üzere ilçeden gelmişti. Bu meseleyi camide bütün cemaate anlatsam iyi olacak, dedi. Salih Bakkal, olur Hocam, güzel bir mevzu ve hepimizin buna ihtiyacı var, dedi. Osman Hoca, Ahmet Cevdet Paşa 'Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyeye' isimli hukuk metnini oluşturan heyetin başında gelen biridir. Fıkıh ilminin ne olduğunu kitabının ilk maddesinde açıklamıştır. Şeri meselelerle ilgili yazmış olduğu kitabın birinci maddesi 'İlm-i fıkh, mesâil-i şer`iyye-i ameliyeyi bilmektir. İfadesidir. Yani Fıkıh ilmini delilleriyle bilmek icap eder, demiştir. Ey Cemaat, bu vazife hepimizin omuzlarındadır. Dinimizi doğru bilmek ve bildiklerimizle amel etmek icap eder. Her Müslüman`ın bunu bilmesi gerekir, dedi.
Osman Hoca konuyu uzun uzun anlatmıştı. Mecelle kitabından başka alıntılar da yapmıştı. Salih Bakkal biraz daha keyiflenmişti. Ezberlemiş olduğu söz üzerine dinlediği sohbet onu daha da etkilemişti. Namazdan sonra Salih Bakkal telaşla bakkalı açtı ve müşterilerini beklemeye başladı. Telaşı, müşterilerin namazdan sonra hızla işlerine dönmesindendi. Müşterileri kaçırmadan cuma gününün bereketinden istifade etmeye gayret ediyordu. Salih Bakkal nakit parası olmayan bazı müşterilerine veresiye veriyordu. Daha sonra onlardan peynir, süt, tereyağı, nohut alarak bu ürünleri, paraya çeviriyordu.
Çobanlarla alışverişi genelde bu şekilde oluyordu. Bazen minibüsüne bakkalda olan ürünlerden birkaççeşit koyar, çobanların ve tarlada olan köylülerin yanına gider onlardan alacaklarını tahsil eder hem de onlara yeni ürünler satardı.
Celal Çoban da o gün birçok ürün almıştı. Salih Bakkal bisküvi, şeker, çay satmış karşılığında tereyağı almıştı. Celal Çoban da Salih Bakkal da bu işten memnundu. 
Salih Bakkal ayrılırken,
  'Geçen hafta Osman Hoca`nın söylediklerini unutma ha!' dedi. Yahu şu senin sürekli kullandığın fıkıhla ilgili söz neydi? Hele bir söyle de öyle vedalaşalım, dedi Celal Çoban. 
'Oğlum, Usû l-i fıkıh ilmine iyi çalışırsan, dininde kuvvetli olursun. Mantık ilmine iyi çalışırsan, ilminde kuvvetli olursun.' 
Senden de Osman Hoca`dan da Allah razı olsun. Dini bilmek lazım Salih Bakkal, dedi. Allah dostları söylemiş ne olması gerektiğini. Bize, yapmak düşer. Bir de Mücella kitabından bahsetti Hoca. Ahmet Cevdet Paşa`nın kitabıymış. 
Allah iyiliğini versin Celal Çoban! O Mücella değil, Mecelle`dir. Mecelle de mecmua, fikir topluluğu, İslam hukukuna dair bir mecmua, kanun dergisi demektir. Haydi, hayırlı günler, bana müsade diyerek arabasına bindi ve ayrıldı.
Madde 1:
Fıkıh: şeriatın ameli meselelerini, tafsili delillerinden bilmektir.
Güzel Söz:
'Oğlum, usû l-i fıkıh ilmine iyi çalışırsan, dininde kuvvetli olursun. Mantık ilmine iyi çalışırsan, ilminde kuvvetli olursun.'