Bu hayatta her insan ferdi bir vazifeye memur ve mahsus yaratılmıştır.
Dünyalık cihetten baktığımızda da bu böyledir uhrevi olarak baktığımızda da bu böyledir. Kişi dünyada muvazzaf olduğu şeyleri düşünecek olursa mesela diyelim ki bir marangoz, kendisinin en iyi şekilde yapacağı, istidatının olduğu şeyin marangozluk olduğuna büyük kanaat getirir. Buradaki yanılma payı kişinin başka herhangi bir işe olan yatkınlığını keşfetmemiş olmasından olabilir fakat bu yanılgıdan emin olmanın yolu da kişinin o işi yaparken kendisini hakikaten de o işin erbabı olabilecek kabiliyette görüyor olup ve en önemlisi yaptığı işten lezzet alıyor olmasıdır. Böylece kişi yaptığı işi en iyi şekilde yapmak gayretine girer.
Uhrevi olarak baktığımız zaman ise farzlarla olan mükellefiyetimiz haricinde bazı kimseler sürekli zikirle meşguliyetten mutmain olurken kimisine çokça ibadet kolaylaşır kimisi ise sürekli birilerinin yardımına koşmaktan usanmaz yani Allah dünya üzerindeki her işi sürdürecek olanı mutlak surette ayarlamış bulunmaktadır.
Buna rağmen toplumda yerleşmiş anlayışa göre müslümanın en iyisi en çok ibadet edendir. Halbuki İslam dini her zaman için itidal üzere olmayı tavsiye eder. Asr-ı saadet'te bir gecede kur'an-ı Kerim'in tamamını okuyan veya her gününü oruçlu geçiren sahabe efendilerimize Peygamberimiz (s.a.v.) en güzel örnekliğin kendisi olduğunu orta yolu bulmanın en doğrusu olduğunu söyler. Kaldı ki bugün kabuğuna çekilmiş, her türlü meselenin yabancısı olarak sürdürülen bir Müslümanlık hakikate yabancı kışırda kalmaya mahkumdur. Madem dünya ahiretin tarlası hükmündedir o zaman her insanın kendi tarlasını en müstesna bir rikkatle ekmesi lazım gelir. Burada amaç yalnızca ahireti kazanmak gibi görünse de bunun yolunun dünyada ektiklerimizin vesilesiyle olması aynı zamanda dünyayı imarla da memur olduğumuz anlamına gelir. Bunun içinde halis bir niyet gerekir ki kişinin dünya meşgalesi de ahiret azığı olabilsin.
Bir diğer önemli husus kişinin bu dünyada ekmesi gereken bir tarlası olduğu bilincinin yerleşmesi kadar nasıl bir tarla ekmesi gerektiğine vereceği karardır. Kişi kendini ne kadar tanıyor ise o ölçüde çaba göstereceği alana matuf hale gelir. Ìbn-i Haldun da der ki: "Kim ne için yaratılmışsa o şey ona kolaylaştırılır." Bu sözden şunu anlamak mümkündür ki günümüzün belki en sarpa sarmış mevzusudur; nefsimize kolay gelmeyen iş bize göre değildir. Bunu böyle ifade etmek çok basit bir idrak meselesi gibi olsa da işin ehli olmayıp yaptığı işte ısrarcı olan insanların bunu sürdürüyor olması toplum düzen ve aklakını büyük oranda ifsad edici olabilmektedir. Bugün ne usta işçiden memnundur ne öğrenci öğretmenden. Dokunduğunuz herkesin illa ki yaptığı işten destan yazarcasına bir şikayetnamesi vardır. Hâlbuki Kuran'da "Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder" (Nisa 58) buyurmamış mıdır? Ki bu ayetin nazil olma sebebi Mekke fethedildiği zaman Hz Ali'nin Kabe'nin anahtarlarını Osman bin Talha'dan alması üzerine olmuştur. Bu ayetle anahtarların tekrardan Müslüman olmamasına rağmen Osman bin Talha'ya verilmesiyle liyakatte aranan kriterin kişinin müslüman olması şu olması bu olması değil işinin ehli olması olduğu anlaşılır. Yine Efendimizin (s.a.v.) bu minvalde söylediği "Herkes ne için yaratıldıysa onun amelini işlemeye muvaffak kılınır" hadisi kişinin muvaffak kılındığı konunun ısrarcısı olması gerektiğini anlamına da gelir. Sözüm ona çocuğunun okul başarısını çok düşünen ebeveynler çocuğunun daha iyi olmadığı derse yönelik takviye özel dersler aldırma derdine düşeceklerine iyi olduğu dersi daha ileri seviyelere taşımak için yeterli gayreti gösterebilirler. Bu ister akademik başarı olsun ister başka bişey her daim en iyi olabildiğimiz en güzel şekilde ikame edebildiğimiz alan bizim ilerlememiz gereken alandır. Elbette ki bu demek değildir en iyi olduğumuz alana yönelip diğer her türlü konuya kör sağır olalım. Hayır hezarfen olup bal arısı misali her çiçekten polen toplayıp kendi bünyemizde hepsini birden işleyip fakat asıl vazifemizin bal yapmak olduğunu bilmek... Herkesten harika matematik yapılması beklenemez ya da herkesin doktor olmasi ya da herkesin günde 100 rekat namaz kılması da beklenemez. Allah herkesi gücü nispetince sorumlu tutar. Yani kişinin kapasitesi aynı zamanda sorumluluğudur da...
Bakara suresi 286. Ayette geçen "La yukellifullahu nefsen illa vus'aha" (Allah kimseye gücünün yeteceğinden fazla yük yüklemez) ayetinde geçen "vus'aha" kelimesi kişinin yalnızca "gücünün yettiği" anlamına gelmemekte aynı zamanda "gücünün yetebileceği" yani insanın "kapasitesi" anlamına da gelmektedir. Ve insanın yapabileceklerinin ne olduğunu kendini tanıyarak keşfedip anlaması da sorumluluğuna dahildir.
Ezcümle yine kelam dönüp dolaşıp insanın kendini bilmesine geliyor. Kendini bilen, kendisini en iyi bilenin bilmesine güvendiği sürece zor olarak tanımladığımız her durumun aslında bizim üstesinden gelebileceğimiz kapasitemiz dahilinde aşabileceğimiz bir durum olduğunu bilir.