1. Dünya Savaşı başlamış, İngilizler ve Fransızlar Osmanlıyı, içimizdeki hainlerinde eliyle, bir ahtapot gibi sararken, sıra Mondros sonrası Anadolu’nun fiziki işgaline gelmişti. Fransa ve İngiltere diğer savaş bölgelerinde yaptığı gibi sömürdüğü ülke vatandaşlarından teşkil 'gönüllü birlikleri' kurmuşlardır.  

İngiltere daha çok Hindistan, Fransa ise Senegalli ile Cezayirlilerden oluşturduğu gönüllü birliklerini, savaşın en acımasız ve ateşli tarafına, ön cephelere sürüyordu. Şimdi şunu belirtmekte fayda var. Biz burada ‘gönüllü birlikleri’ diyoruz. Oysa daha çok Fransızların ya da İngilizlerin içindeki ‘Müslüman lejyonerler’ şeklinde anlatılmaktadır.

Mütefekkir Abdurrahman Dilipak’ın “Bir Başka Açıdan Çanakkale Geçildi” adlı eserinde anlattığı gibi doğrusu ‘gönüllü birlikleri’dir.

Peki ama nasıl gönüllü?

Dilipak aynı eserinde bunu izah eder.

Savaş başladığında, Fransa ve İngiltere sömürdükleri ülkelerdeki camilerde okuttukları hutbelerde, Hilafetin zora düştüğü, Almanya’nın Osmanlı’yı işgale giriştiği anlatılır. Her iki ülkede Hilafeti kurtarmak adına ‘gönüllü birlikleri” teşkil edildiğinden bahisle savaşa katılma çağrısı yapar. Elbette bunların hepsi yalandır! Sömürge altındaki Müslümanlar, sözde ‘Hilafeti kurtarma’ yalanına inanarak İngiliz ve Fransız ordularına gönüllü olarak katılırlar.

Gönüllü Birlikleri’ndeki Müslüman askerler Osmanlı ile yani bir Müslüman ülkeyle savaştığını bilmiyordu ve bunu da ancak cephede öğreniyorlardı. Irak bölgesinde, o dönem gerçekleşen Osmanlı-İngiliz savaşında birçok ‘gönüllü’ Hintli asker ya teslim olmuştur ya da Osmanlı safına geçmiştir.

Fransa, Çanakkale Savaşı da dahil olmak üzere, 1. Dünya Savaşı’nda yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi birçok Senegalliyi Hilafeti kurtarmaya gidiyoruz yalanıyla cephelere sürmüştür. Savaş sırasında Müslüman ile savaştıklarını öğrenen Senegallilerin çoğu saf değiştirirken birçoğu da teslim olmuştur. Fakat Senegalli gönüllü birliklerinin daha çok Çanakkale’de hayatını kaybettiği bilinmektedir.

Nihayetinde elinde Senegalli kalmayan Fransa bu sefer Cezayirlilere yönelir ve yine aynı yöntemle yani Hilafeti kurtarmaya gidiyoruz yalanı ile Cezayirlilerden teşkil sözde gönüllü birlikleri oluşturur.

**

Fransa 1918’de Çukurova’yı işgale Dörtyol, Ceyhan ve İskenderun arasındaki Akdeniz sahillerinden başlar. En ateşli ilk direnişler Dörtyol, Ceyhan ve Osmaniye üçgenindeki bölgedir. (Bu vesileyle büyük dedem Kestek Mustuk ile tüm kahraman şehitlerimizi rahmetle anıyorum.)

Fransa’nın Ceyhan-Osmaniye arasındaki bölgeye yaptığı askeri çıkartmalarından birinde Cezayirliler vardır.

Gecenin karanlığında Akdeniz kıyılarından Çukurova’ya ayak basan Fransız ordusundaki Cezayirli ‘gönüllü birlik’ askerleri,  bir müddet sonra ezan sesi duyarlar. Bunlardan bir kısmı ordu içerisinde hafif şiddetli bir isyan başlatır. “Ne demek bu, Müslüman ülkeyle mi savaşacağız!” mealinde sözler ortaya atılır. Savaşmamak için direnenler olduğu gibi Fransız birliklerini terk edenlerde olur.

İşte bunlardan biri de, Ceyhanlı iş insanı Kasım Garipoğlu’nun babası Fransa ordusunda mitralyöz çavuşu Cezayirli Muhammed’dir. İlerleyen yıllarda Cezayirli Hacı Mehmet Çavuş olarak bilinen Muhammed Çavuş, 5 arkadaşı, 2 katır yükü cephane ve 2 makineli tüfekle Milli Mücadele’ye katılır.

Garipoğlu ailesini tanıyan ve bu yazı için görüşüne başvurduğum Abdurrahman Dilipak, Cezayirli Muhammed’in Fransız ordusunu terk edişini şöyle anlatır: “Karaya çıktıktan bir süre sonra ezan sesi duyar, arkadaşlarıyla ve katırlarla beraber ilk gördüğü köye sığınır.”

Tek kelime dahi Türkçe bilmeyen Cezayirli Hacı Mehmet Çavuş Fransızlara karşı direnen Ali Caf Ağa’nın çetesine katılır ve onlarla beraber Fransa’ya karşı kahramanca savaşır. İşgalin ve savaşın bitmesinden sonra Mehmet Çavuş’a Tatarlı Köyü’nde 150 dönüm toprak verilirken Ceyhan emniyetinde bekçi yapılır. Bağdatlı Fetiye olarak bilinen bir hanımla da evlendirilir.

Irak’ın İngilizlerce işgal edilmesinin ardından kocası asker olan Bağdatlı Fetiye ailesiyle önce Şam’a, sonra Halep’e ardından Ceyhan’a kaçar. Bağdatlı Fetiye, Ali Caf Ağa’nın aracı olmasıyla Mehmet Çavuş ile evlendirilir ve 1922’de bir oğulları olur. Bu da Kasım Garipoğlu’dur. Bağdatlı Fetiye ve Mehmet Çavuş bir müddet sonra evliliklerini sonlandırır. Kasım annesiyle beraber Konya Ereğli’ye gider. 12 yaşındayken annesini kaybeden, babasını da 1952’ye kadar görmeyen Kasım Garipoğlu ortaokuldan sonra Konya Ereğli’deki Sümerbank fabrikasında işçi olarak çalışır. Sınavdan sınava gittiği Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirir ve 1952’de Ceyhan’a gelerek avukatlık yapmaya başlar.

Derken Kasım Garipoğlu iş hayatına atılır. Adana’nın ilk pamuk tüccarlarındandır. Kimya, iplik, un, irmik ve çırçır fabrikaları kurar. İşlerini daha da büyütür Türkiye’nin ünlü markalarını satın alır, POAŞ ve Sümerbank. Kasım Garipoğlu’nun özellikle 90’lı yılları iş hayatında hareketlidir. Yerelden genele yayılan iş insanıdır ve gündeme gelmektedir. İş hayatı inişli çıkışlı olmuştur. Memleketinde saygı da görmüştür.

Soyadını, babası Mehmet Çavuş’un kimsesiz oluşundan dolayı Garipoğlu olarak alan Kasım Garipoğlu ile 2006 veya 2007’de Adana’da bir arkadaşımın ofisinde tanışmıştım. Arkadaşım benimle tanıştırmadan önce ondan müsaade istemiş ve bunu sonradan öğrenmiştim. Ufak tefek, dik duruşlu ve konuşmasındaki her cümleyi tartan biri olarak bende iz bırakan Kasım Garipoğlu’nun oldukça mütevazi oluşu da dikkatimi çekmişti. Benim nazarımda iş hayatının pek önemi yoktu, istihdama ve ekonomiye katkısı su götürmez gerçektir. Asıl hayran olduğum babası Cezayirli Mehmet Çavuş’tu. Bunun üzerinden Kasım Garipoğlu’na ilgi duymuştum. Fransızlara karşı kahramanca çarpışması, geride bıraktıklarını kenara koyup Milli Mücadele adına savaşması beni cezbediyordu. Kim bilir belki o dönem, büyük dedem, Kozan’da defnedilen şehit Kestek Mustuk ile de tanışmıştır.

O görüşmeden sonra bir daha yolumuz kesişmedi Kasım Garipoğlu ile.

**

Sonra bilinen o cinayet ortaya çıktı. Evet, tahmin ettiğiniz gibi Cem Garipoğlu akrabası yani torunudur.

Cezayirli Mehmet Çavuş’un muazzam hikayesi, oğlunun torunu tarafından bir kenara itilmiş gibi duruyor karşımızda.