Türklerin Asya’dan başlayan, Avrupa’ya ve Afrika’ya kadar uzanan, geniş coğrafyada etkili olmalarının kaynağında, ülkeleri kazanan silahlı güçlerinden daha çok, gönülleri kazanan silahsız güçleri vardır. 

Silahlı güçler Yahya Kemal’in “Ordu Millet” olarak nitelendirdiği, Türklerin su üstünde görünen yüzleridir. Anadolu’nun bin yıllık tarihinde, silinmez izler bırakan Türklerin, su altında görünmeyen yüzlerini, silahsız güçlerinin başında gelen dergahlar oluşturur. 

Öğrenmenin yeri, zamanı ve yaşı olmaz diyen, iki günü birbirinden farklı kılmayı özendiren, el açan değil, el açılan olmayı öğreten dergahlar, ekonomik, siyasal ve kültürel hayatın sürükleyici gücü olmuşlardır. İktisat Tarihçisi Ömer Lütfi Barkan’ın vurguladığı gibi: Türklerin Avrupa’ya, ordularından önce dervişleri gitmiştir, dergahları gitmiştir. Semerkant’tan Saraybosna’ya uzanan büyük yürüyüşte, Budapeşte’nin Gül Babası gibi, ellerinde gül taşıyanlar başı çekmiştir. 
Dergah kültürü, Yunus kültürüdür. Yunus kültürü, Anadolu kültürüdür, İstanbul kültürüdür. Kültürlerin ve milletlerin, harman olduğu Anadolu’nun insanı, Yunus’un şiirleriyle yoğrulmuş, yetmiş iki milleti bir gören, bir millet bilen, Yunus insanıdır. Yunus’un şehirleri, canlar bize emanettir diyen, İstanbul’un kardeş şehirleridir. İstanbul’un düşünce ve eylem dünyasında, kavga yoktur, sevgi vardır. İstanbul’un kardeş şehirleri, kavga şehirleri değil, sevgi şehirleridir.

İstanbul kültürüyle yoğrulan Türkler, Akdeniz Tarihçisi Fernand Braudel’in araştırmalarında ortaya koyduğu gibi, Avrupa’ya insan odaklı, bir ekonomik ve bir siyasal yapı götürerek, Avrupa’da yüzyıllarca süren, bir barışın güvencesi olmuşlardır. Bunun için söz konusu dönemde, sığınma ve nüfus hareketleri, Batı’dan Doğu’ya yönelmiştir. İstanbul kültürü ve İstanbul insanı, geniş Osmanlı coğrafyasında, gittiği her şehirde, bir mıknatıs gibi oluşturduğu çekim alanında, insanları çevresinde toplamayı bilmiştir. 

Türkler Asya’da İslamı, silah baskısıyla seçmedikleri için, Avrupa’da kimseyi silah baskısıyla, Müslüman olmaya zorlamamışlardır. Ahmet Yesevi ile Orta Asya’da başlayan, Yunus ile Küçük Asya’da zenginleşen, Sarı Saltuk ile Doğu Avrupa’ya açılan dergahlar, bilenlerle bilmeyenler, bir olmazlar diyerek, insanlığın bilgi ve bilgelik birikimine, yeni derinlikler kazandırmışlardır. Onlar bulundukları şehirlerin, kültürel dokularıyla birlikte, ekonomik yapılarında köklü dönüşümlere yol açmışlardır. 

Bilgiyi bilgeliğe dönüştüren dergah kültürü, Asya’nın ve Avrupa’nın şehirlerinden önce, insanların gönüllerini fethetmiştir. İnsanların gönüllerinde yer almasını başaranlar, kendilerine şehirlerde yer açmasını başarırlar. Şehirler kapılarını omuzlarında silah taşıyanlara değil, ellerinde kitap taşıyanlara açarlar. Şehirlere barışı yağmur yüklü bulutlardan önce, sebgi yüklü kitaplar getirir. Dünyanın bilgi ve bilgelik birikimi, “Dört Kitab”ın bir “Elif”inde özetlenmiştir. Elif’i bilenler, dünyayı bilirler, İstanbul’u bilirler, kendilerini bilirler, insanları bilirler. Sevgi Doğu’dan gelir. Sevginin elinde Batı Doğu olur. 
İstanbul şehirlerinde, yardımlaşarak üretilenler, paylaşılarak tüketilirler. İstanbullulara her dağ Ağrı dağıdır, her gemi Nuh’un gemisidir. İstanbulluların gönülleri, Doğu’dadır, akılları Batı’dadır.