Böyle demişti Mehmet Akif Milli Mücadele'nin en mühim cephesi Çanakkale' de çarpışan Mehmetçik için... "Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi."
Bunu söylemeye cüret gerekti, yürek gerekti, fikir gerekti, feraset gerekti ve en kıymetlisi sevda gerekti: VATAN SEVDASI…
Vatanperverlik deyince eminim hepimizin ilk aklına gelen en mümtaz şahsiyet Mehmet Akif Ersoy'dur. O cepheyi dahi görmeden cepheye dair sahneleri öyle bir imge ile tasvir etmiştir ki kendisi milli mücadelenin hatibi olmakla kalmayıp adeta ruhen Mehmetçikle göğüs göğüse siper etmiştir. Mehmet Akif etiyle kemiğiyle, ruhuyla, ufkuyla kalemi ile kelâmı ile bu vatan topraklarının en müstahkem neferidir. Bunun böyle olduğu bu vatanın hiçbir evladı tarafından inkar edilemez derecede muayyen iken Mehmet Akif'in kıymeti bilinmemiş, bizzat marşını yazdığı ülkesinde tahkibat görmüş, mürteci muamelesine maruz kalmış, kendi ülkesine ağyar olmuş, gurbetçi olmuş, barındırılmamıştır.
Milli Mücadele’nin sona ermesinden sonra 23 Nisan 1920' de meclis açılmıştır ve Mehmet Akif Atatürk tarafından Burdur milletvekili olarak meclise alınmıştır. Mecliste herhangi bir muhalefet partinin olmaması üzerine Kazım Karabekir ve arkadaşları 1924-1925 yılları arasında Terakkiperver Cumhuriyet Halk Fırkası’nı kurmuşlardır. Fakat devrin iktidarlarının buna tahammül edememesinin üzerine bu parti kapatılmış ve daha sonra birtakım suistimaller olmuştur.
Atatürk mecliste mutlaka bir muhalefet partisinin bulunmasını şart görmesi üzerine arkadaşlarından Ali Fethi Bey'i bu konuda vazifelendirmiştir. Böylece Serbest Fırka Partisi kurulmuştur. Yapılan belediye seçimlerinde halk Serbest Fırka’nın belediye başkanlarını desteklemeye başlayınca aynı şekilde Atatürk'ün Ali Fethi Bey'e talimatı ile Serbest Fırka kapatılmıştır. Ve sebep olarak da "Partimiz irticayı körüklemekte bundan dolayı kapatmak durumundayız" söylemi öne sürülmüştür ki esasen fırkanın ne irtica ile ne memlekete ihanet ile alakası vardır. Fakat tüm bunlar sonucunda 3 ay sonra Serbest Fırka kapatılmıştır.
İkinci Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman Atatürk Mehmet Akif Ersoy'un içerisinde bulunduğunu düşündüğü bütün muhalif milletvekillerini tasviye etmiştir. Atatürk'ün Mehmet Akif'in muhalif grubundan olduğunu düşündürten bir diğer sebep de Mehmet Akif'in Ali Şükrü Bey ile birlikte İstanbul'dan Ankara'ya gelmesi olmuştur. Aynı zamanda Akif'in İslami konulardaki ortaya koyduğu duruş da O'nun irticacı damgası yemesine sebep olmuştur. Buradaki vaziyet asla Akif'in meclis dışı bırakılması yahut tasfiye edilmesi değil hiçbir surette sıradan bir memuriyet vazifesinin dahi verilmeyip üstüne üstlük herhangi bir emekli maaşına bile bağlanmaması ve dolasıyla beş çocuğa bakmakla yükümlü bir babanın zarurette bırakılmış olmasıdır.
Pekâlâ bütün bunları geçtik diyelim Mehmet Akif'in peşine polis takılıp bir vatan haini gibi tahkibat altında yaşamak mecburiyetinde kalması Akif'in arkadaşlarına yaptığı şikayetlerden anlayacağımız üzere katiyyen kabul edebileceği bir durum değildir.
Başımızın üstünde gezdirmemiz gereken böylesine muhterem bir zâtın "arap bedevisi" "irticacı" vs. denilerek aynı zamanda bir casusmuş gibi gördüğü muamelenin Mehmet Akif'in itibarını ne derece zedelemiş olabileceği bizim nuhayyilemize sığamayacak nispettedir.
Bunun üzerine Mehmet Akif'e çokça yakınlık duyan Mısır Hidivi Abbas Halim Paşa, O’nu Mısır'a götürmüştür. Orada Ezher Üniversitesi ve başka yükseköğretimlerde Mehmet Akif Türkçe dersleri vererek çocuklarının geçimini temin etmiştir. Fakat orada bile bizim hükümetimizin Mısır polisine yaptığı müracaat dolayısı ile Mehmet Akif adım adım takip edilmiştir.
Mısır'da uzun yıllar kalan Mehmet Akif Ersoy hastalandığı vakit öleceğini anlamış olmalı ki Türkiye'ye dönüşmüştür. Mısır'dan döneceği vakit ettiği bir söz var ki her duyduğumuzda canımızdan etimizi koparırcasına rahatsız etmelidir.
Der ki Akif, “11 yıl Mısır'da kaldım 11 gün daha kalsaydım çıldırırdım.” İnsanın sevdiği ile imtihan olması misali Akif'in de payına vatanına firak olmak düşmüştür.
Mehmet Akif Türkiye'de vefat ettikten sonra cenazesine dahi sahip çıkılmamış ve kimsesiz tabutu gibi getirilmiştir. Cenaze merasimine katılan Fethi Tevetoğlu'nun söylediği şekli ile tabutu Beyazıd Cami musalla taşına konmuş bir grup üniversite öğrencisi tarafından cenazenin Akif'e ait olduğu anlaşılınca üniversitenin örtüsünü ve daha sonra Kabe örtüsünü tabuta sarıp tabutun cenaze arabasına konulmasına izin vermeyip itiraz etmişlerdir. Ve tabutu Edirnekapı Şehitliği’ne kadar omuzlarında taşımışlardır. Fethi Tevetoğlu diyor ki: "Biz Akif'in tabutunu ellerimizle katiyyen dokundurmamak üzere başımız üzerinde yattığı yere kadar götürdük orada açılan mezara indirdik...”
O mücerred vatan şairimizin naaşı sevdalısı olduğu bayrakla sarılmış öyle toprağa verilmiştir. Akif'in her daim ümitvar olduğu o Asım’ın neslinden yiğitlerce cenazesine sahip çıkılmış Mehmet Akif layık olduğu şekliyle ebediyyete uğurlanmıştır.
Mehmet Akif'e olan tavrımız bir vefasızlıktan öte bir cehaletin furyasıdır. Başındaki fesi çıkarmamak için yurt dışına gitti iftiraları Akif'i tanımamış, tanıma gayretinde bulunmamış, okumamış, belki okumuş fakat anlamamış, Akif'in sun-i bedisine gafil kalmış O'nun zihin dünyasının anlam deryasına kayıtsız kalmıştır. Bu vatan topraklarının asli müdaafacısından bihaber, kulaktan dolma bilgiler bizi aslımıza ve neslimize yabancı kılmış vefasızlığa sürüklemiştir. Akif'in hakiki hasım dediği cehalet işte böylesine bir alçaklıktan başka bir şey değildir.