İşgalci İsrail’in Gazze’de dünyanın gözü önünde soykırıma giriştiği şu günlerde, 6 yıl önce kaleme aldığım, “Filistin davasında sosyalistlerin yeri” başlıklı yazımı, hiçbir müdahale etmeden yeniden İTTİFAK okurları için paylaşıyorum. 2017’de İsrail sorunu ve Filistin davasıyla ilgili yaptığım vurgu şu an tamda gündemde: HAMAS nasıl ortaya çıktı?
İşte söz konusu yazımız:
Bugün İslâm coğrafyasında yaşanılanların önemli bir bölümü bundan tam 100 yıl önce kurgulandı. Batı’nın, habis emellerini gerçekleştirmek için, yüzyıldır Ümmetin üzerinde yapmadığı plan, tasarlamadığı proje, denemediği eylem kalmamıştır. Yüzyıldır coğrafya acı içinde kıvrandı durdu.
Görünürde en büyük düşman birbirimizdik. Batı kimsenin aklına gelmedi, daha doğrusu getirmediler. Nihayet, Birinci Dünya Savaşı’nın son dönemecine girildiğinde, 1917 yılının yaz aylarında, Ümmetin coğrafyasında başka bir savaşa ve savaşlara zemin hazırlanıyordu. 1917’de Filistin bölgesi, İngiltere’nin işgali altındaydı. İngilizler çok kritik toprakları işgal ettiklerinin farkındaydılar. Sömürgeci bir ülke olduklarından, toprak nasıl sömürülür çok iyi biliyorlardı. İngiltere’nin sömürge şeklini değiştirmeye başladığı dönemde yine bu yıllara rastlamaktadır.
Londra’nın taktiği şu idi; “Kendimiz yönetmeyelim, bölge insanlarından yapay ve kukla idareciler oluşturalım.” Bu taktik üzerinden hareket eden İngiltere, kendileri adına bölgenin bekçiliğini yapacak insanları çoktan bulmuştu. Filistin’i işgal etmesinden neredeyse 10 yıl kadar önce, bölgeyi emanet edeceği insanları da belirleyen İngiltere’nin planları tıkır tıkır işleyerek günümüze kadar gelmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu, Batı’nın işgaline maruz kalıp parçalanırken, dönemin Yahudi lobisi, İngiltere’den kendileri için yeni bir ülke talep etti. Yine aynı dönemde, Rus İmparatorluğu’nda da sona doğru yaklaşılmıştı. Avrupa’da tohumları atılan sinsi bir planı içeren fikirleri, Asya kıtasına taşıyıp filizlendirmek, dönemin Rus aydınlarına kalmıştı. 1917 yılında dozu da arttırılarak, Almanya’nın da desteğiyle Rusya’da yayılmaya çalışılan bu fikirleri içeren planın adı: komünizmdir.
365 yıldır Rus işgali ve eziyeti altında yaşayan, Çarlık döneminde dinini yaşayamayan, asilime politikalarına maruz kalan, ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören Ümmet, bu yeni fikir üzerinde ümitlerinin yeşereceği zehabıyla, din özgürlüğü ile bağımsızlık adına komünizmin ve bunun fraksiyonu olan sosyalizmin Rusya’da yayılmasında önemli rol üstlenmiş oldular. Dolaylı da olsa bu Müslümanların, adına sözde komünizm denen rejimin Rus bölgesinde etkin olmasında katkısı büyüktür.[1]
Fakat bu katkı bilinçli mi, bilinçsiz mi tartışılır. Bolşevikler tarafından vaatlerde bulunulan Ümmet, sosyalizmi kendilerine göre yorumladılar. Komünizm daha ilk dönemlerinde yoldan çıkar. Lenin’in ölümünün ardından Ruslar, komünizmi faşizme dönüştürür. Müslümanlar da sosyalizmi öylesine farklı yorumladılar ki; bu düşünce daha ilk çıktığı dönemde bile, evrilerek bir başka hale dönüştü. Sosyalizm, Rus Bolşeviklerin elinden kayarak, Müslümanların elinde başka bir şekil aldı. Adına komünizm denen, bu düşüncenin yumuşatılmış şekli de diyebileceğimiz sosyalizm fikrinin, hayatta olmayan sahipleri, yarattıkları eserin nasıl bir hale geldiğini görselerdi, büyük olasılıkla cinnet geçirirlerdi. Müslümanlar sosyalizmi kendilerine göre uyarlarken, komünizme de şiddetle karşı çıkmışlardır.
Tarih 2 Kasım 1917’yi gösterdiğinde, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Arthur James Balfour, tarihe “Balfour Deklarasyonu” olarak geçecek olan meşhur mektubu hazırlar. Mektubun içeriği, Filistin’de Yahudilerin yerleşim alanları kurmalarıyla ilgilidir. Lord Arthur James Balfour hazırladığı mektubu İngiltere Yahudi Teşkilatları Federasyonu Başkanı Lionel Walter Rothschild’e yollar. Sonrasında, Filistin bölgesi Yahudilerin iskanına açılır. Mektubun ardından Filistin’e Yahudi akını başlar. Yine bu mektubun yazıldığı günlerde, İngiliz komutan, Selahaddin Eyyubi’nin mezarına ayağı ile vurarak şöyle der; “Kalk Eyyubi, biz yine geldik.”
“Balfour Deklarasyonu”nun açıklandığı tarihlerde, Rusya’daki Bolşevik devrim gerçekleşmiş, Müslümanlar sivil toplum kuruluşlarını oluşturmuş, Rus sosyalistlerle yan yana hizaya gelmiş, silahlı mücadele için hazırlık yapıyorlardı. Ardından aylarca savaştılar, bu yeni tanıştıkları rejimi bölgede iktidara getirmek için. Bunu da başardılar. Sonradan faşizme dönüşecek olan, Çarlık rejimini aratan ne olduğu hâlâ tartışılan sosyalizm iktidara geldiğinde, Bolşevikler Müslümanlara verdiği sözlerden birer birer vazgeçtiler.
Sosyalizm adıyla Sovyetler Birliği kuruldu. Bu birliğe hiçbir zaman sözü edilen sosyalizm gelmedi. 1940’lı yıllara kadar, “Büyük Temizlik” adı verilen operasyonlarla Sovyete, sisteme muhaliflik eden herkes canice öldürülürken, toplu mezarlarda oluşturuldu. Öldürülenlerin önemli bir bölümünün hâlâ mezarları yoktur. Kimi mezarlar, 90 sonrasında, sistemin çökmesiyle bulunmuştur.
Yukarıda ezcümle anlatmaya çalıştığım, Ümmetin iki ayrı coğrafyasında yaşanılanlar, bugün bu coğrafyalarda Müslümanın nasıl hale getirildiğinin sadece küçük bir ipucudur. Bu olaylar dolaylı da olsa, Türkiye’yi etkilemiştir. Ümmetin bir parçası olan Türkiye’de, yıllarca Filistin davasına sahip çıkılmıştır. Bolşevik destekçisi Müslümanlara gelince, Türkiye’de bunlar yakın tarihimize kadar hep gizlendi, görmezlikten gelindi.
Asya bozkırlarında tekbirle dörtnala koşan Müslümanlar, bilinçli ve sistematik şekilde onlarca yıl gizlendi. Arap çöllerinde yapayalnız kalan Müslümanlar, kendi dertlerine düşürüldüklerinden uzun süre Asyalı dindaşlarından hiç haberleri olmadı. Aynı şekilde, eziyetlere maruz kalan Asyalı Müslümanlar, Arap kardeşlerinin ne durumda olduklarından fazla haberleri yoktu. Bunlar da kendi dertlerine düşürülmüştü. Elbette, Batı ile işbirliği yapan sözde Müslümanların bu gelişmelere katkıları küçümsenemez.
Ümmetin birbirine düşürüldüğü, başlarına bin türlü bela sarıldığı tarihlerde, İsrail’in de bölgede dengelerin değişmesine neden “6 Gün Savaşları” ile şaha kalkmasından 2 yıl sonra, 21 Ağustos 1969’da Mescid-i Aksa’da yangın çıkar. Yangını çıkartan, İsa’nın gelişini hızlandırmak adına yakma girişiminde bulunduğunu söyleyen Avustralya vatandaşı, Michael Dennis Rohan isimli evangelist bir manyaktır. Adli işlemler yapılmaz. Deli raporuyla yangın hadisesinden sıyrılır. Ardından İsrail’i terk eder.
Yüzlerce yıllık eserlerin de yandığı bu yangın sonrası dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir şu düşündürücü açıklamayı yapar; “O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Sandım ki, Müslümanlar dört bir taraftan İsrail'e girecekler. Lakin sabah oldu ve korkulan olmadı. İşte o zaman idrak ettim ki: Biz dilediğimizi yapabiliriz, zira Müslüman ümmeti uyuyan bir ümmettir.” Aynı zamanda İsrail’in ilk kadın Başbakanı olan Meir’in bu sözleri içinde bulunduğumuzu kısaca özetliyordu.
Ümmet kendi dertlerine düşürüldüğünden uyuyordu. Mescidi-i Aksa’da çıkan yangın, Türkiye’de öğrenim gören Filistinli ve diğer Arap vatandaşı öğrenciler tarafından protesto edilir. Bu protestolara Türk öğrenciler de katılır. Filistin davasını uzun süre savunan Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC) grubunun bu dönem Türkiye ile bağlantıları üst düzeydedir.
Yine Mescid-i Aksa yangını esnasında Filistin’de, FDHKC saflarında İsraillilere karşı savaşan genç bir Türk vardır. Bu genç, sosyalist örgüt Halk Kurtuluş Ordusu yöneticilerinden ve Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi üyeleri vasıtasıyla bölgeye giden Deniz Gezmiş’tir.[2] Burada kaldığı süre içerisinde Gezmiş’e El-Fetih’in üyesi olduğuna dair kimlik kartı da verilir.
6 Mayıs 1972 tarihinde Deniz Gezmiş ile beraber idam edilen Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’da Filistin’de bulunan sosyalistlerdendir. Bu üçlünün Filistin davası, mensubu oldukları sosyalist çevrelerde fazla dillendirilmez. Konuya Batı karşıtlığı ekseninde bakış açısı yüksektir. Türkiye’deki sosyalistlerin, 68’li yıllarda başlayan Filistin davası maceraları 80’li yılların sonuna doğru son bulur. Bunun nedeni olarak ta, Sovyetlerin çökmesi ile HAMAS’ın aynı yıllarda, 80’lerin sonuna doğru yükselişe geçmesini gösterebiliriz.
Deniz Gezmiş
Yine bu çevrenin Filistin davasına merakı, 2004 yılında Yaser Arafat’ın ölümüyle tarihe gömülür.
Sosyalist çevrelerden, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’nün efsane lideri Arafat’ın ölümünün ardından hayli ilginç açıklamalar yapılır. Filistin sevdasının, 12 Mart sonrası ve 12 Eylül öncesi Türkiye yaşanılan silahlı eylemlere öncülük ettiği türünde söylemlerde bulunurlar. Yine bu çevre, Filistin davasında, bağımsızlıktan, işgale karşı sosyalist direnişten yıllarca bahsedip durdular.
1968 ile 1970 yılları arasında, Filistin’e giden Türk sosyalistlerin, çatışmalardan ziyade sadece kamplarda eğitim almalarından dolayı “ciddi oranda maaş” aldıklarından hiç bahsetmezler!
Deniz Gezmiş’inde taraftarı olduğu Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC) 1969 yılında Nayif Havatme önderliğinde kuruldu.[3] FDHKC, Milliyetçi Arap Hareketi ile Filistin Kurtuluş Cephesi’nin birleşiminden meydana gelen, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC)’den ayrılan Maocu fraksiyon tarafından oluşturuldu. Bu iki örgüt ve Yaser Arafat’ın kurucularından olduğu El-Fetih, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) içerisinde yer alır. Bu örgütlerin kuruluşlarıyla ilgili ve kimi faaliyetleriyle alakalı tarihleri kestirebilmek mümkün değildir.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdül Nasır gayretleriyle 1964 yılında, Kudüs’te 28 Mayıs 1964 tarihinde kuruldu.[4] Cemal Abdül Nasır bölgede Arap sosyalizminin teorisyenlerindendir. Nasır büyük ölçüde, yukarıda bahsettiğim Bolşevik Müslümanlardan etkilenmiştir. Sosyalizmi kendi fikir dünyasında evrimleştirerek farklı hale getirmiştir. Nasır, kendi ülkesinden sosyalizm olarak bahsederken, komünist partinin kurulmasını da yasaklar. Bu yasağı karşı cephe olarak algılayan Sovyetler Birliği ile arası bir süre açılır. 1964 yılında Sovyet liderinin Mısır ziyareti ile dargınlık son bulur.
Filistin’de İsrail’e karşı direnen sadece az önce bahsettiğim örgütler yoktu. İrili ufaklı birçok örgüt direniş hareketinde yer almıştır. Bunların aralarında sol, sosyalist, Marksist - Leninist örgütleri de sayabiliriz. Filistin davasına sosyalizm ekseninden baktığımız bu çalışmada, klasik anlamda Marksist - Leninist bir düşünceye rastlamak mümkün değil. Fakat, fikir öncüleri olan Asyalı Müslümanların geliştirdiği sosyalizmin izlerini pek ala bulabiliriz. Filistin direniş hareket içerisinde yer alan sosyalist Müslümanlar, tıpkı Asyalı dindaşları; Tatarlar, Özbekler, Başkırlar gibi sosyalizmi kendi davalarına uyarlamış ve evrimleştirmişlerdir.
Filistin davasında ve Rusya Müslümanlarının direniş hareketlerinde azda olsa, Hristiyan kesimlerle, eziyetten kurtulmak adına işbirliği yapıldığı da görülmektedir. Avrupa’da ortaya çıkan komünizm de, sosyalizm de hiçbir zaman gerçekleşmedi. Sosyalizmin derinliğine inildiğinde, din olarak sadece İslâmiyet’i görenler, nedense Hristiyanlığı hiç bahis konusu etmezler. Sosyalizm bir yana, komünizm etkili toplumlarda öyle koyu Hristiyanlar var ki, sol kesim diline bile dolamaz.
Günümüzde hâlâ komünizm rejimi ile yönetildiğini bildiğimiz Küba’da halk büyük oranda dindardır. Kübalıların komünistliği, “İslam sosyalizmi” üzerinden; sosyalizm eşittir İslamiyet, İslamiyet eşittir sosyalizm teorisini konuyu fazla açmadan çürütmeye yeter.
MEHMET POYRAZ/Ağustos-2017
Dipnotlar:
[1]- Bennigsen, A. – Quelquejay, C.L. Sultan Galiyev, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası, İstanbul, Sosyalist Yayınları, 1.Baskı, Şubat 1995, s. 78.
[2]-Yalçın, Soner. Filistin’in Devrimci Türk Fedaileri, Sözcü, 03.08.2014.
[3]-Crooke, Alastair. Direniş İslamcı Devrimin Özü, İyidüşün Yayınları, İstanbul, 1.Baskı 2014, s. 10.
[4]-Karaman, M. Lütfullah. Filistin Kurtuluş Örgütü, İslâm Ansiklopedisi, TDV Yayınları, Cilt:13 s. 103.