Uzun yıllar gazetecilik yapmaya çalışıyorum. Arada başka işlere de yöneldiğim oldu işsiz kaldığım vakit. Ancak bu mesleğe bulaşmışsanız şayet kurtulmak biraz zor gibi ve özellikle de başka sektörde çalışma şansınız ise sıfır. Yalan söyleseniz de bir gün mutlaka ortaya çıkıyor gerçekler.
Gazeteciliğin yanı sıra kitaplarda yazmaya çalıştım. Bunlar biyografi ve tarih araştırmaları üzerine. Gazetecilikte alaylı olduğum gibi tarihçi de değilim aslında.
Sanırım buna araştırmacı yazar deniliyor. İşte şimdi konumuza geldik gibi…
Kimi tarih üzerine kitap yazanları, tarihçi gibi gösterme alışkanlığı var. Bu çok yanlış bir tutumdur. Bir defa o işin okulunu okuman gerekiyor… Yani tarih üzerine en az 4 yıl okumak şart gibi tarihçi sıfatı alabilmek için.
Kimi ortamlarda şahsımı tarihçi diye takdim ederken ya da o gözle bakıldığını hissettiğim an tepkimi ortaya koyarım. Kardeşim okulunu okumadığım için bana tarihçi unvanı verilemez. Araştırmacı yazar der geçerim kendime… Size bir sır vereyim aslında uzaktan eğitimle tarih bölümünü okumaya çalışıyorum, ne zaman biter Allah bilir.
Şimdi gazeteciliğimi soracaksınız değil mi? Onu da anlatacağım…
Basın Kartı sahibiyim ve profesyonel olarak hayatımın önemli bölümünde fikir işçisi olarak yaşamımı idame ettirdim. Anlayacağınız tek geçim kaynağım daha çok gazetecilik oldu. Elbette işsiz günlerimizde oldu. Oturup da dilenecek halimiz yoktu. Farklı sektörlerde nafakamızı çıkarmaya çalıştık kimi zamanlar.
Bu meslekte öyle ahım şahım parada yoktur hani… Gençler bilmez çoğunlukla, eskiden gazeteciye fakir gözüyle bakarlardı. Öyleydi ama… Şayet parayı bulmuşsa da o da bir şekilde kaleme aldığı kitaplardan gelen telif geliriydi.
Bu arada aklıma geldi hemen söyleyeyim… Birkaç kitabımın, sattığı halde halen telifini almış değilim. Bu yönde o kadar haber yolladım, e-posta yolladım. Ses yok karşı taraftan, oralı bile olmuyor. Halbuki bunun kanunda yeri var ve mahkemeye gittiğimde kesin olarak alacağımı da biliyorum. İlginç olanda şu, kimi zeminlerde, telif hakkı hakkında atıp tutan, mahreç ve kaynakça gibi konuları dikkat alan ve bu yönde genç gazetecilere, yazarlara akıl veren ben, kitaplarımın telifini hala alabilmiş değilim. Ancak mesaj yolladım, e-posta gönderdim verin telifimi diye. Yok yok şart oldu bu işi yargıya taşımam lazım. Neyse…
Yazımızın başlığına gelelim.
Şimdi bakıyoruz sosyal medyada filan gazeteci ve yazar unvanlı arkadaşlardan bazıları bayağı bir lüks paylaşımlar yapıyor. Üstüne üstlük şöhretli isimlerle özellikle de siyasi isimlerle pozları da paylaşıyorlar. Fakat bunlara gazeteciliği sorsan ya da küçük bir haber yaptırmaya çalışsan, yazamazlar kardeşim…
Tam 7 yıldır aynı muhitte ikamet ediyorum. Aynı binadakilerin dışında pek bilen olmaz ne iş yaptığımı. Ancak yeni yeni bazı esnaflar öğrendi ve bu da sık alışveriş yaptığım yerler. Mahalle kültürünü severim ama gerçek mahalle kültürünü. Biri sorarsa şayet mesleğimi derim. Yoksa aklımın ucuna bile gelmez şöyle kasıla kasıla anlatmak.
Kuruculuğunu yaptığım bir yayınevinde çalışırken soruyorlardı, daha kolay cevap veriyordum. Bir yayınevinde çalışıyorum diyordum. Çoğunlukla sorunun gerisi gelmiyordu. Ama bazıları uyanık özellikle gençler, hemen internete bakıyorlar, yalan mı doğru mu diye…
Bu yazıya vesile olan bir hadise cereyan etti geçenlerde… Markette gençler işimi sordular, sık alışveriş yaptığımız yer, bir de bizim Mustafa Yiğit’in haylazlığından dolayı epey diyalogda gelişti tabii…
“Gazeteciyim,” dedim. Adımı sordular, söyledim. Sonra arkamı dönmüş, bizim ufaklıkla ilgilenirken, genç, arkadaşlarına fısıldıyor: “Doğru söylüyormuş, bak internette var kendisi.”
Bunu duyunca hemen geri dönüp tepkimi koydum: “Arkadaşlar size neden yalan söyleyeyim ki?”
Gençler, “Yanlış anlamayın, öyle havalıda değilsiniz, gayet mütevazisiniz ve normal birisisiniz de ondan demek istedik. Biz TV’de sosyal medya da gazetecileri görüyoruz gayet iyiler yani…”
Çocuklar haklıydı aslında… Biraz tebessüm ederek konuşmaya çalıştım. Onları kırmamak gerekiyordu. Aslında doğruyu söylüyorlardı.
Şimdi, genç gazeteci arkadaşlardan bazılarına işaret etmek istiyorum. Elbette hepsi öyle değildir.
Okuldan yeni mezun, aklı bir karış havada, şunu haber yap desen yapamayacak kapasitede, saygı desen yok, meslek etiği desen o da yok. Sadece para ve şöhreti bulma derdinde…
Bir de yaptıklarıyla hiç bağdaşmayan sana gazetecilik dersi verir.
He eskiden çok kolaydı değil mi gazetecilik?
Sana derler, “Bir poz çekeceksin makineyle” sıkıyorsa ikinci pozu çek! Sonra al sana teksir kağıdı yarım sayfa şu haberi yaz daktiloda, yiyorsa yanlış yap!
Şimdi öyle mi?
“Delete” diye bir tuş var, sil yazdığını başa dön, ya daktiloda öyle mi?
Şimdi bunu geçtik, “yapay zeka” çıktı! Gel de gazeteciyim de… 10 kitabım var iyi ki “yapay zeka” dan önce yazmışım!..
Bir de yeni yetme gazetecilere bir şey demeye de gelmiyor… Bir de tutturmuşlar basın özgürlüğü falan filan… Hadi oradan! Öyle bir şey yok, yayın kuruluşunun yayın politikası vardır. Şart olsun size bununla ilgili bir hatıramı anlatacağım. Tabi ki çok sevdiğim muhabirlikten fırsat bulursam…