Değerli büyüğümüz, yazar, mütefekkir Abdurrahman Dilipak ile AK Parti’nin papatyaları başlıklı yazısı nedeniyle AK Parti ve KADEM tarafından açılan dava hakkında konuştuk.

Fatma Tuncer: 28 Şubat travmalarına hepimizden daha fazla maruz kalan ve bu dönem aldığımız yaraları sarmamız noktasında bize destek veren bir büyüğümüzsünüz. Davamız için bedel ödediniz,  bu anlamda hakkınızda pek çok dava da açıldı, yargılandınız ve duruşunuzla hepimizin hayatında bir yer edindiniz. Fakat şu günlerde ne yazık ki birlikte mücadele ettiğiniz kişilere karşı verdiğiniz bir hukuk mücadelesi ile ilgili haberlere rastlıyoruz. Nasıl oldu da bu duruma gelindi? Yaşanan ağır baskıların ardından iktidara gelen dindar kesimin  hayatında neler değişti? Nasıl karşı karşıya geldik? 

Abdurrahman Dilipak: Tarih tekerrür ediyor. Gece ve gündüz gibi… Hz. İbrahim tek başına bir ümmetti. Güzel örneği yoktu. Hz. Yusuf da öyle değil mi? Hz. Musa Firavun sarayında nasıl Hakikate erişti. Hz. Asiye, firavunun karısı. Hz. Hacer Firavun ’un hizmetkârı, insanlık tarihinin en muhteşem kadını bu! Maşite annemiz. Ama dönüp bakıyorsunuz, Firavunun karısı iman ediyor ama Hz. Nuh’un, ve Lut’un karısı iman etmiyor. 

Hz. İbrahim’in iki oğlu vardı: Hz. İsmail ve Hz. İshak. Hz. İshak’ın da iki oğlu vardı: Hz. Yakup ve Esav. Esav iman edenlerden değildi. Hz. Yakup’un on üç çocuğu vardı on biri kardeşleri Yusuf’u kuyuya attılar. 

Bu hayat böyledir ve ibret almadığımız için tekerrür eder durur. İnsanlık cephesinde yeni bir durum yok. Tek gerçek var, imtihan oluyoruz. İnsanlar yaptıkları ve yapmaları gerekirken yapmadıkları, söyledikleri ve söylemeleri gerekirken söylemedikleri ile imtihan oluyorlar. Allah (cc) bu süreçte zaman ve mekândan münezzeh, ezeli ve ebedi bilgisi ile bizi görüyor, duyuyor, biliyor. Aklımızdan ve kalbimizden geçenleri de biliyor. Bizim bilmediklerimizi de biliyor ve bizim hakkımızda hüküm veriliyor bu işlerin sonunda. Peygamberin sözü sözünüz olursa ve onun ayak izinden yürürseniz onun karşılaştıkları ile de karşılaşabilirsiniz. Ben Lut Kavminin sözü ile söylüyorum, Lut kavminin ayak izinden yürüyorum. Veresetül enbiya olarak Peygamberlerin ayak izinden yürüyorsanız ve siz Taif yolcusu iseniz, yolunuza diken döküp, ayağınıza taş atmaları ya da arkanızdan küfretmeleri sürpriz sayılmamalı. Ama böyle yaparsanız Taif halkı bir gün gerçeği görecek. Bize düşen de bu. Küfrü inadi olanlara gelince Hz. Nuh gibi 900 yıl anlatsan da insanların çok çok azı size hak verebiliyor. 

Benim yaşadıklarımı ben bu anlayışla değerlendiriyorum… Kimin ayağına basıyorum, ses kimden geliyor. 

Fatma Tuncer: Davaya konu olan  yazınızda “ANAP’ı papatyalar bitirdi AK partiyi de AK Parti’nin Papatyaları bitirecek” diyorsunuz ve AKP ile AK partiyi ayırıyorsunuz ve aslında bir tehlikeye işaret ediyor, uyarıda bulunuyorsunuz, kimdir bu AKP’liler? 

Abdurrahman Dilipak: Bakın konuyu baştan ele alayım; neresinden tutsanız elinizde kalacak, hukuk garabeti bir iddianame ile 3,5 yıldır yargılanıyorum, bu dava ile kamu vicdanında, müştekiler aslında kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşuyorlar ve korumaya çalıştıkları değere zarar veriyorlar. 

Ben çok açık ve net söylüyorum: “Fahişeler ve Türevleri derken,” ülke genelinde her kesimden, Kur’an-ı kerimdeki, Hz.Lut ile ilgili 77 ayetle birlikte, Fuhuş, Fahişe, Fahşa diye geçen 30 ayette ifadesini bulan anlamda ve bu ayetlerle hedef alınan tüm kesimlerin tamamını hedef aldım. Bunun kadını erkeği yok. Kur’an da, Tevrat da, İncil de, Fahişe tanımını kadınlara karşı kullanmaz. Bu anlamda o adı geçen 3 Holding’in LGBT’lilere İK’larında Pozitif ayırımcılık yapılması kararına karşı, 30 kadar STK’nın yayınladığı ortak bildiriden sonra STK temsilcilerinin katılımı ile yapılan istişare toplantısında alınan tavsiye kararından sonra (ki, mahkemeye bunun belgesini de sundum) ben Kur’an- kerimdeki kavramlardan yola çıkarak akademik makalelerde de ifade dilen şekilde “Fahişeler ve Türevleri” dedim. Diyorum, demeye de devam edeceğim. 

Bu davada aslında sadece ben yargılanmıyorum, Mukaddes kitaplar yargılanıyor. Hatta  zabta geçilen şekilde “ağızlarına almaktan haya ettikleri edepsizce kelimeler” sebebi ile Kur’an-ı kerim yargılanıyor, benim şahsımda. Eleştirilen İK’larında LGBT’ye pozitif ayırımcılık yapma kararı alanlar korunuyor, AK Parti ve KADEM’in açtığı bu dava üzerinden. Bu dava HABAT’ı, AGARTA’cıları memnun ediyor. Bu dava benim şahsımda, o toplantıya katılan STK’ları ve onların temsil ettikleri çok geniş Müslüman bir kitleyi yargılıyor. 

Ben burada Kur’an-i Kavramlarla, Kur’an ayetlerine savaş açanların nasıl içimize sızmaya çalıştıklarından söz ediyorum. Hz. Lut’un ayak izinden gidiyorum. Hz. Lut’a karşı çıkanların ki Hz. Lut’un hanımı da onlardandı, Hz. Lut’un karısının dostları olan HABAT’çıların, AGARTA’cıların saldırısına uğruyorum hala bugün sosyal mediada ve basında… 

Müştekiler, Benim Yazımdan halkın bir kesiminin ne anladığı konusunda endişelendikleri  kadar, dindar kesimin bu anlattıklarım çerçevesinde bu davadan ne anladıklarını da keşke anlasalar. Müslümanlar veresetül enbiyadırlar. Yani peygamberlerin manevi mirasçılarıdırlar. Ben Hz. Lut’un manevi mirasçısı olarak onun ayak izinden ve onun sözlerini tekrarladığım için kendimi burada buldum. Hz. Lut’un karısı da Hz. Lut’u anlamamıştı. Tarih tekerrür ediyor. Kader ağlarını örüyor. Bu işler böyle olmasa nasıl birileri cennete ya da cehenneme gidecek ki! Ben verilecek karara hazırım. Bana hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır olabilir. Bilirim Hayır da Şer de O’nun iradesi içindedir. Bu hayatta kim ne yapmışsa, o yaptığı şeyin karşılığını görecektir. Ben Allah’ın rızasını seçtim. Aslında Galile doğru söylemişti. Dünya dönüyor… İnsanlar da… Men dönmezem! 

Fatma Tuncer: İstanbul sözleşmesinin içine sıkıştırılan gizli tehlikelere dikkat çektiğiniz yazınızda bir kardeşlik görevi üsleniyorsunuz aslında fakat bu AKP Genel Merkezi dahil olmak üzere partinin çeşitli kademelerinde ciddi bir rahatsızlığa neden oluyor ve AKP 81 ilde suç duyurusunda bulunuyor. Hayatını davaya adamış bir büyüğümüz olarak 81 ilde suç duyurusunda bulunulacak boyutta ne olabilir diye düşünüyorum ister istemez ve  tarihin arka sayfalarını karıştırarak zaaflarımızın bizi taşıdığı noktayı görüyorum. Makam, mevki ve para büyük bir sınav… Biraz açar mısınız?  

Abdurrahman Dilipak-Siyaset, sermaye, güç, makamın söz konusu olduğu yerde, Şeytan tuzaklarını hemen kurar. Bakın, eğer aklınız ve imanınız servet ve iktidarınızın önünde ise bu iki rehber sizi hakikate, rahmete götürür. Eğer servet ve gücünüz aklınızın ve imanınızın önüne geçerse, o zaman sizi helake götürür. 

Aşk ve öfke aklı zail eder. Bir de ihtiras aşk ve öfkeden beslenir. Aklı esir alan, zail eden şeylerden uzak durmak gerekir. Bir de bu gibi ortamlarda “kaybetme korkusu” bunların hayatlarını altüst eder. Nereden geldiklerini biliyorlar. İnsanlar umduklarından ve sahip olduklarından mahrum olunca ya da olma korkusuyla da tehlikeli maceralara kalkışabilirler. Şeytan boş durmuyor, fazla mesai yapıyor. Ayrıca dünya malı, makamı, parası, gücü tatlı geliyor, bağımlılık yapıyor. 

Nasıl şarap şişede durduğu gibi durmazsa, haram para da cüzdanda durduğu gibi durmaz. Haram yoldan, ehliyet ve liyakatten bağımsız  oturduğunuz bir koltuk varsa o koltuk cehenneme giden bir trenin koltuğu olabilir. Eğer istişare ve şura ile karar vermiyorsanız, merhametiniz gazabımızdan, sevginiz nefretinizden büyük değilse, öfke aklınızı esir alıyorsa, yine aynı yolun yolcususunuz demektir. 

Bazen insanlar kolektif aklı kullanmak yerine, ihtiraslarına esir olmuş tek bir aklın etrafında kümeleşebiliyorlar. Hitler, Stalin de öyle değil mi?  Kur’an-ı kerim bize Allah’tan başka kimseyi, din ve devlet büyüklerimiz de dahil onları İlah ve Rab edinmememiz konusunda uyarmaz mı? “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın demez” mi! Aldanıyoruz işte. Şeytan nefsimize taht kurmuş oturuyor. 

Hz. Havvayı kandıran Şeytan, Ademoğullarının hala başının belası… Şeytanın dostu yoktur. Şeytanın dost edinir gibi göründükleri onun kurbanları, oltaya taktığı yemleridir. 

Fatma Tuncer: Hukuki süreç devam ediyor ve adaletin ifadelerinizde neye işaret ettiğinizi ortaya koyup adil bir karar vermesini temenni diyoruz. Hepimizde emeği olan bu bir büyüğümüzsünüz yaşadıklarınız size ne hissettirdi? Kırgın mısınız?   

Abdurrahman Dilipak: Yoo! Allahın takdiri olan bir kaderim var. O bize demedi mi, “Sizi hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir”. Ben Allah’ın rızasını seçtim. Berat ya da mahkûmiyet beni ilgilendirmiyor. Bu bir imtihan. Hz. Yusuf’un ayak izinden ilerlerseniz yolunuz kuyuya, köle pazarına, hapishaneye de düşebilir. Ben Allah’ın rızasını seçtim. Ben “beratımı istiyorum” demem. “Adalet istiyorum” derim. O Adil karar, en az benim kadar, beni yargılayanların da sorunudur. Bütün mahkemelerin en üst temyiz makamı, “İlahi Adalet Divanı”dır. Akıllardan ve kalplerden geçenleri de bilen Allah “Serüyyül hisab”dır. O gün orada yargılayanlar, yargılananlar, müştekiler, şüpheliler yer değiştirebilir. Ben 50 yıllık sanığım, beni yargılayanlardan daha fazla yargı kariyerim var. Beni mahkemeye verenlerin avukatlarından daha uzundur benim adliye tecrübem. Bunları ilk kez görmüyor, duymuyor, tanımıyor değilim. Üzüntüm, ülkem ve halkım için, AK Parti ve KADEM’in geldiği yer ile ilgili… Bu onlar için bir kırılma noktası. Hz. Yunus kavmi gibi ya son güne yaklaşırken uyanırlar… Ya da tarihin çöplüğü gaflet uykusunda ölenlerle dolu. Son pişmanlık bazen fayda etmiyor. Ve kimi insancıklar gözleri var görmüyor, kulakları var duymuyor, kalpleri var hissetmiyorlar.