Sığ bedenlerin içerisindeki coşkun ruhlar olarak yılları devirdikçe derûnumuzda bir çığlığın yankısı gibi yer yer nükseden çocukluğumuza olan özlem bizim için içerimizde daima varlığını sürdüren kadim bir hissiyattır.
Nedir bizi böylesine çocukluğumuza raptettiren? Bir memleket ki hep özlenen…
Ben bizim içerimizde çocukluğumuza dair kabaran bu özlemin çocukluğun "masumluğundan" ötürü olduğu kanaatindeyim. Çünkü çocukken henüz dünyanın kirli yüzüyle karşı karşıya gelmemişizdir. Ki dünyanın en acımasız tokadına dûçar olunmuş olsa bile bir çocuğun yüzündeki kocaman gülümsemeye gölge düşürmek biraz zordur.
Yaş aldıkça çocukluğumuzdaki yürekten hislere olan uzaklığımızın artmasının nedeni bir anlamda farkındalık seviyesi ile ters bir orantı oluşturur. Her birimiz bişeylerin bilincine vardığımız yaşlarımızda yaşadığımız en saf mutluluğun çocukluğumuzdaki sevinçlerin süzgecinden geçen küçük taneler olarak varsayabiliriz ancak. Buna binaen Dostoyevski "Yeraltından Notlar" eserinde şöyle diyor : "Beyler yemin ederim ki bir şeylerin fazlasıyla farkında olmak bir hastalıktır, tam manasıyla hastalıktır. " Filhakika ne kadar yüksek farkındalık o kadar derin acı... İşte tam da bu yüzdendir çocukluğumuza olan süreğen hasret.
Çocukken tercihler yoktur. Daha doğrusu bedelini ağır ödemek zorunda olduğumuz tercihler yoktur. Farkındalık kazanacak yaşa gelince -iyinin kötünün, doğrunun yanlışın farkına varınca - o vakit işte hayatta yürüdüğümüz yollar birbirinden ayırt etmesi oldukça zor olan, aynı gibi görünen fakat bambaşka duraklarda nefes aldıracak binbir yoldan birinin tercihini yüklüyor sırtımıza.
Pek nihayetinde bazen doğru sandığımız yanlış yolların eşiğinde bulabiliyoruz kendimizi. Daha sonra yürümeye başladığımız yolların yanlışlığını fark edince yapılan yanlışın bizzat kendi tercihimiz olduğu gerçeğini gözardı ederek kamburlaşan sırtımızı bir doğrultan bekliyoruz.
Elbette o en çıkmaza mağlup olduğumuz bazı durumlarda uzanan bir nedamet eli girilen karanlığa bir huzme aydınlık olabiliyor. Fakat nereye kadar? Ne zamana kadar? Yani her neyi, hangi yolu tercih ediyorsak edelim yanımızda yöremizde şu olur bu olur diye sırtımızı çınara yaslamiş gibi bir rahatlığa girerek değil yaptığımız seçimin her türlü sorumluluğunu veyahutta bedelini her koşulda tek başına yüklenmeyi göze alarak atmalıyız adımlarımızı.
Çünkü en nihayetinde er ya da geç ezeli bir alemin kadim yolcularıyız. Bu yolculukta sağımıza solumuza bakarak değil gözlerimizi ufka dikerek yol almanın bize bizi kazandıracak en önemli unsur olduğunun farkındalığı ile fani ömrümüzde heybemize hakiki değerler sığdırmış oluruz.