Çocukluk döneminde geçirdiği bir kaza sonucu yürüme yeteneğini kaybeden ve tekerlekli sandalyeye bağlanan Şeyh Ahmet Yasin, Filistin direnişinin öncülerindendi. Hayatını ibadet, hicret, cihat ve şehadet olarak özetleyen Ahmet Yasin, dünyayı avuçlarının içinde eriten ve hücre duvarlarını aşarak cellatların karşısına çıkan bir mücahitti. İşgalci İsrail rejimine karşı başlatılan ilk intifadanın mimarı olan Şeyh Ahmet Yasin, 22 Mart 2004 sabahı Gazze şeridindeki Hay el Sabur’da bulunan bir camiden çıkarken Siyonistler tarafından iki oğluyla birlikte şehit edildi.  

Hayatını davaya adayan Şeyh Ahmet Yasin geride onurlu bir miras ve ümmete sitemini, şikâyetini, yalnızlığını ifade eden bir mektup bıraktı. Mektubunda düşmana değil dostlara seslendi ve Filistin’de yaşanan soykırım karşısında sessiz kalan Müslümanlara kırgınlığını ifade etti. Allah’ım ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum dedi ve halini Yüce Yaratıcıya arz etti.  Filistin’de yaşanan vahşeti basit kınama mesajları ile geçiştiren lider, aydın, düşünür ve kanaat önderlerine seslendi ve öfke ile haykırdı. Düşmanın önünde eğilmeyen bilge insan, Gazze’nin çığlıklarına sessiz kalanları uyanışa çağırdı ve onların tavırlarının düşmanı cesaretlendirdiğini vurguladı. Gazze’nin yasını ölümünden önce tuttu ve çocuklar için gözyaşı döktü.

Gazze… Şeyh Yasin’in ve binlerce şehidin izlerini taşıyan gözü yaşlı şehir… Ve ümmetin sessizliğini delip geçen bir çığlık... Göklere doğru yükselen barut kokusu… Yıkıntılar arasında kardeşlerini arayan hüzünlü çocuklar… Evlatlarının cansız bedenine sımsıkı sarılan anneler... Çocuklarının ceset parçalarını toplarken acıya boyanan babalar… Çocuklarını topuklarına yazdığı isimlerden tanıyan ve elindeki ayak parçalarını göstererek “nerede çocuklarımın diğer uzuvları”  diye haykıran bir adam… Gazze ağlıyor ve yıkıntılar arasından yükselen çığlıklara Şeyh Yasin’in Ümmete yazdığı şu ifadeler eşlik ediyor:

Allah’ım! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum!

Ben kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim ne kalem tutuyor ne de silah!

Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!

Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim.

Ve siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helak olmuş ölüler!

Hala kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felaketler karşısında?

Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak?

Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak kimse!

Bir ümmet utanmaz mı şerefi çiğnenirken?

Yok mu? Omuzlarımıza el verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış! Bu ümmetin kurumları sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri Allah için kızmaz mı?

Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazacak,

Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!

Bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!

Bizden teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi bekleyeceksiniz! Biz bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onurumuzla ölelim! Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince öcümüzü sizden her biri boynuna taksın! Dilerse bize acıyarak ölümümüzü izleyin!

Ey ümmet liderleri! Ey ümmetin halkları!

Allah’ım! Sana şikâyette bulunuyorum… Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve zaafımı sana şikâyet ediyorum.

Sen mustazafların Rabbisin. Sen bizim Rabbimizsin… Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş analar, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsat edilmiş ekinler aşkına sana şikâyette bulunuyorum…