Beş yaşındaki torunum “insanlar neden savaşırlar, neden kötülük yaparlar” diye soruyor. Önemsemiyor ve iki cümle ile geçiştiririm diye düşünüyorum. Fakat bir cümleden oluşan soru beni uçsuz bucaksız bir sahraya taşıyor ve olduğum yerde kalıyorum. Kitapların satırlarına sığamayacak kadar derin anlamlar içeren o soru beni kendimle yüzleşmeye itiyor ve sessizliğe gömülüyorum. Çocuk durgunlaştığımı görünce soruyu yineliyor “insanlar neden savaşırlar” gündelik hayattan örnekler vererek açıklamaya gayret ediyorum fakat ikna olmuyor. Küçümsediğim sorunun dünyanın rengini değiştirecek kadar önemli olduğuna fark etmek beni ötelere taşıyor ve içine daldığım sahranın girizgâhlarında yol almaya başlıyorum.

Beyaz bir kâğıt gibidir çocuğun dünyası ve o hakkaniyet duygusunu zedeleyecek bir durumla karşılaştığında soruları bir kapı olarak kullanır ve kötülüğü bir filozof duyarlılığı ile sorgulayarak anlamlandırmaya çalışır. Hayallerinde merhameti ile bütün kötülükleri eritecek kahramanları vardır çocuğun ve insan kavramı, seven, kollayan, paylaşan, üreten ve iz bırakan bu kahramanlarla özdeşleşmiştir. O yüzden kötülüğü anlamlandıramaz ve sorgular çocuk.  

Çocuk soruyor: İnsanlar neden savaşırlar? Yaşamın ilk yıllarında hepimiz aynı soruyu sormadık mı? İnsanlar neden kötülük yaparlar? Kötülük neden ödüllendirilir? Doğduğumuzda ekmekten önce merhameti tanıdık ve ebeveynlerimizin şefkatini içimize aldık. Şiddetin tüm canlılar için bir tehlike olduğunu öğrendik ve kötülerin şerrinden annemizin kanatlarına sığındık. Kötülüğü sorguladık ve iyilikte kalmanın erdem olduğuna inandık. Peki, ne oldu da çocukluk döneminde sorduğumuz o soruları küçümsemeye başladık? Eğer soruları yollara dikilmiş levhalar olarak görüp sahiplenmiş olsaydık sokaklarımızdan haydutların sesleri değil özgürlüğe koşan çocukların gülüşleri yükselirdi. Çocuğun varoluşunu sorgularken yönelttiği soruları erişkinler de aynı samimiyetle sormuş olsalardı kötülük galip gelmez, şehirlerimizden barut kokuları yükselmezdi. Yüreğimizden döküleni küçümsememiş olsaydık merhamet kazanır ve savaşlar yaşanmazdı. Çocuklar katledilmez, kıyıdakiler mahzun olmaz, mülk bir güç aracına dönüşmezdi.

Bilirsiniz filozoflar soruların önemini kavrayan ve kötülüğün dinamiğini anlamaya çalışan özel insanlardır. Onların pek çoğu tespit ve değerlendirmelerin ötesine geçememiş olsa da insanların ruhunda bir kıpırtıya, bir harekete vesile oluş ve farkındalık kazanmalarını sağlamışlardır.

Kötülüğün tarihi insanın tarihiyle eşittir.  Yasak elmadır kötülük, bir sınavdır,  kim yasak elmaya uzanır ve geri adım atıp tövbe etmezse sınavı kaybeder. Hepimiz o yasak elmanın kıyısında yaşıyoruz aslında ve sahip olma hevesimiz, hasedimiz, konfor merakımız, ırkımız ve kavmiyetimiz körleştirdiğinde, yasakları delip karanlıklar ülkesinin müdavimlerine katılıyoruz.  Hz Âdem yasak elmaya yaklaşınca vicdanında derin bir sızı hissedip hemen geri dönmüş ve tövbe ile halini Allah’a arz etmişti.  İlk insan, ilk deneyim ve Allah’ın koyduğu hudutları koruma noktasındaki hassasiyeti ile tüm insanlığa yön gösteren Âdem…

Allah’ın koyduğu sınırları korumak huzur, barış ve sükûnetin garantisidir. Bugün dünyada yaşanan sömürgeciliğin, katliamların ve onlarca insanın hayatına mal olan çatışmaların nedeni bu sınırların ayaklar altına alınmış olmasıdır. Rabbimiz merhameti övmüş, öldürmeyi, sömürmeyi, çalmayı, yıkmayı, kırmayı yasaklamıştır. Rabbimiz iyiliği yayıp, kötülüğü engellemeyi emretmiştir. Fakat bugün sorumluluk sahibi olmanın önemini her fırsatta dile getiren Müslümanlar bebeklerin ölümünü sessizce seyrediyorlar.

Görmüyor muyuz? Görmüyor musunuz? Filistin topraklarını işgal eden karanlık güçler Allah’ın yasalarını ayaklar altına alarak tarihin en vahşi katliamlarını sergiliyorlar. Her şey gözler önünde yaşanıyor fakat tepkilerimizi kaybetmişiz, kemikleri toprağa saçılan bebeklerin hikâyelerini dinlerken donuyoruz.

Filistin’de şehirler bombalanıyor, bebekler, kadınlar, gençler katlediliyor İslam toplumların öncü şahsiyetleri ve liderleri ise durum değerlendirmesi yapıp kınama mesajları yayınlamakla yetiniyorlar. Filistin halkı yalnızlığa terk edilmiş durumda. Emperyalistler bir araya gelmiş katilin omuzunu sıvazlıyor, cesaretlendiriyor ve yanınızdayız diyorlar. İsrail’in kendini savunma hakkı vardır mealinde açıklamalar yapıyor ve mazlum halka gözdağı veriyorlar. Filistinli halk ise cellatları ile tek başına mücadele ediyorlar.

Filistinli anneler bebeklerinin cesetlerini toplayıp ağıtlar yakarken emperyalistler iki devletli çözüm diyorlar ve barıştan bahsediyorlar… Hangi barış? Hangi uzlaşı? Söyler misiniz? Bebeklerin katilleri ile hangi noktada uzlaşacağız? Nedir iki devletli çözüm? Filistin toprakları işgal edilmiştir ve barış, huzur ve sükûnetin sağlanması için işgalciler bölgeden çekilmeli ve Filistin toprakları sahiplerine iade edilmelidir.