İnsanın yaratılışından bu yana yaşadığı coğrafyada bizatihi topluluklar oluşagelmiştir.
Pek tabii oluşan bu toplulukların her biri birbirinden istek ve ihtiyaç olarak ayrılabilen ve ayrışabilen insan gruplarını bir arada tutacak ve herkesçe kabul görecek şekilde düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerin amacı her zaman için insanın içerisinde cehdettiği nefs-i emmaresinin yol açacağı fenalıkların önüne geçmek veyahut yapılan fenalığa bedel biçmek ve dolayısıyla adaleti tesis etmektir.
Bugün bunun adı bizde "anayasa-kanun" iken eski Türklerde bu kavrama tekabül eden sözcük "töre" olmuştur. Geleneklerin kurallara dönüşmesi sonucu "töre" ortaya çıkar. Geleneğin uygulanışı daha keyfe keder bir durum oluşturması söz konusuyken geleneğin önemine binaen onun yaşatılması ve sürdürülmesi adına sistemleşip bir disiplin haline gelişidir töre...
Töre Türkler için devlet ve topluma dair iki yönlü bir işlev üstlenir. Bir yandan Türk devlet felsefesinin ana eksenini teşkil ederken, ki törenin içeriğine bakıldığı zaman (Türkler daha Müslüman olmamışken dahi) dünya ahiret saadetine erişmeyi amaçlayan kuralların temel olması öte yandan toplumun intizamı için gerekli kaidelerin özünü oluşturur.
Teoman Duralı'nın "Adaletin Müslümanlığın kabulünden önceki şekli" kabilinden töre tanımlaması bize Türklerin İslam'ı kabulünden önce de çerçevesi belirli bir İslam düsturu ile toplum idaresinin olduğunu kanıtlar niteliktedir. Burada özellikle dikkat edilmesi gereken husus, insanda güzel olan her şeyin kaynağının İslam olduğu ve insanın kendisinde (ister islamla tanışmış olsun ister olmasın) mevcut olan rahmani ciheti söz ve davranışlarında belirleyici unsur olarak öne çıkardığında insanda iskeleti oluşmuş bir müslüman şahsiyetin yalnızca İslam duvarı ile örülüp sağlama alınması geriye kalan tek mesele olmuştur.
Bunun en büyük nedeni Türklerde "Din güzel ahlaktır" esasının vücut bulmuş olmasıdır. Nasıl ki dinini yeni öğrenen bir insanın en baştaki imanı taklidi olup zamanla edilen ibadetin künhüne varmasının sebebi güzel ahlakın yonttuğu ruhların mana derinliğine erişmesi ile taklidi imanın tahkiki imana tahavvülü gerçekleşebilecekken, İslam'ı kabul etmeden önceki Türklerin halinin güzel ahlak üzere olmasından ötürü ruhları İslam'a matuf olup geriye İslam sayhasıyla can bulma kalmıştır.
Töreye geri dönecek olursak törenin Türklerin anayasası kanunnamesi olmasının yanı sıra günümüz anayasasından en büyük farkı bir toplumun yazılmamış fakat doğal bir biçimde uyduğu yasalar olmasıdır. Bizde kalıcılık namına yerleşmiş olan "söz uçar yazı kalır" vecizesi bugüne kadar yalnızca yazılı olanın yaşatılması adına bir varlık oluşturduğu algısını yerleştirmiştir. Törenin hem yazılı olmayıp hem herkesçe rikkatle uygulanıyor oluşu törenin, insanın içindeki ilahi cevherden kendiliğinden peyda ediyor olup hiçbir icbar ve dayatma olmadan insicamını gerçekleştirmesi her insanın fıtraten İslam üzere yaratılmış olduğunun da bir göstergesidir. Örneğin Bizans kaynakları Akhunlarla ilgili şöyle der: "bunlar çok ilginç bir topluluk bunların töreleri vardır ve töreye sahip toplumlarla baş etmek son derece zordur" töreye sahip toplumlarla baş edilmesinin zor olmasının nedeni o töreye uyan insanlar arasında tıpkı birbirine harç ile kenetlenmiş tuğlalarının sağlamlığı gibi törenin insanları bağlayıcılık ve bütünleyicilik sağlamasındandır.
Kaşgarlı Mahmut'un Divanü lügati't-türk eserinde geçen "el kaldı törü kalmaz" yani "il gider töre kalır" sözü bu manada dikkat çeker. Buradaki "il" sözcüğü toprak memleket ve daha kapsamlı anlamıyla "devlet" demektir. Buradan anlaşılıyor ki topluluklar devletlerini topraklarını kaybedebilirler fakat törelerinin muhafazasını sağlayabildikleri müddetçe yıkılan devletin yerine yenisi kurulur, kaybedilen toprak geri alınabilir olur. Aynı hukuka aynı erkâna tabi bir milletin aynı düzenin devamlılığını sağlama arzusu etrafı çeperle korunmuşçasına hem dışarıdan gelecek darbelere karşı dirayetli içten içe ise kendini onaran bir topluluk inşa etmiş olacaktır.
Bir milletin töresi bir milletin nomosudur. Bir milletin nomusu bir milletin kimliğidir. Türkler varlık gösterdiği sahada her daim için ortaya milli bir hüviyet koymuş ve bu hüviyetin koruyuculuğunu törelerine sadık kalarak yapabilmişlerdir. Töreye bağlılık insana nizam veren bir unsur olup nitekim Anadolu'da huysuz geçimsiz aksi insana "töresiz" denmiştir. Her ne kadar bunun yerini farklı sözcükler almış olsa da buradan da yine törenin ahlaki değerlere mukabil mefhum oluşturduğu anlaşılmaktadır.
Bugün yazılı yasalarımızın olmuş olması töremizin olmadığı yanılgısına düşürmesin bizi. Her mevzu yazılı kanun ile hükümleşmiş olmamakla beraber topluma faydalı ve toplumun varlığını özünün korunması için gerekli her gelenek törenin gölgesi olacaktır.