Çünkü Allah Kuran’da müminler için “Onlar inkarcılara karşı sert, birbirlerine karşı merhametlidirler.” (Fetih 29) buyurur. İnsanî muamelenin sayhası müslüman kardeşimizde yankılanıp kalplerimizde neşvünema bulmalıdır. Fakat ne yazık ki en çok eksikliğini yaşadığımız husus bir müslümanın bir diğer Müslüman kardeşine yahut bunu ille de Müslüman kardeşimiz olarak değil de yakınlık cihetinden düşündüğümüzde yanımız yöremizdeki eş dost akrabalarımıza karşı kaba ve nezakete mugayir tavırlar şeklinde düşünebiliriz.
Bunun nedeni insan olarak öncelikle kendimize verdiğimiz daha sonra muhatabımıza karşı verdiğimiz değerin ölçüsü nispetincedir. Çünkü zahirimizde gerçekleşecek olan her davranış öncelikle kendi iç dünyamızda bir yer bulmalıdır. “Özdeğer” dediğimiz kavram tam da bu anlamıyla kişinin özünün hakikatinin idrakine varış ile kendindeki hak tecellisinin tezahürü konumundaki kıymeti harbiyesinin şuuruna erişmesidir. Böylece insan kendinde olan cevherin bir başka insanda da var olacağını bilir ve bir diğer insan ile olan münasebetinde bunu tefekkür ederek adeta incitmekten korkar vaziyette bir hal üzere olur.
“Yaratılanı sev yaradandan ötürü” telakkisi de insanın başka bir insana hatta var olan her türlü mahlukata karşı olan tutumunda merkeze koyması gerektiği sevgi anlayışı ve kendindeki nezaketsizliğin asıl nedeninin Yaradan’a olan sevgisinin derecesi ile alakasını irdelemelidir. Sonuç itibariyle hoş muamelelerin menbaı sevgi olduğuna göre yaratıcıya olan sevginin noksanlığı elbet ruh inceliğinden mahrumiyeti doğuracaktır. Manevi irtifasını tamamlama cihetindeki insanın başlangıç noktasını bir diğer insanla olan alakasının selameti oluşturur. Sürekli kavga ve çekişme içerisinde bir döngünün varlığı insan olmanın faziletinden istiğnaya sebebiyet verecektir.
Fark ediyoruz ki son zamanlarda bırakın nezaket ile muameleyi insanların birbirine karşı bariz bir tahammülsüzlüğü söz konusudur. Bir başkasının hata ve kusuruna katlanamayan insanın kendisinin kusurdan azade olması gerektir ki kendinde bu hakkı bulabilsin. Fakat kişide farkındadır ki nasıl bir başka insanda hoşnut olmayacağı bir halin cereyanı mümkünse onu da bu anlamda tabiri caizse idare eden kişiler mutlaka bulunur. madem birbirimize mecburi münasebetimiz mevcuttur neden onu bir eziyete dönüştürmek yerine iç huzuru sağlayan bir duygusal aksiyona dönüştürmüş olmayalım. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “sizin en hayırlınız ehline karşı en iyi davrananınızdır.” buyurarak merkezden yani aileden başlayarak dalgalar halinde yayılacak olan bir gönül terbiyesinden söz etmiş olur. Kişinin gönlünde taşıdığı şey kadar bir de gönülde olanın kelama sirayeti mühimdir. Çünkü bazen doğruyu düşünmek, doğruyu anlamak yetmez doğrunun nasıl aktarıldığı o mefhumu “doğru” kılan esas şey olmuş olur. Herkesçe malumdur ki “yanlış üslup doğru sözün celladıdır” buradan anlıyoruz ki doğruyu aktarma biçimi yani üsluba şekil veren “usul” de aktarılan doğru kadar esastır. Usul “asıl” kelimesinin çoğuludur. Üslup, tarz, yöntem, metot olarak da düşünülebilir. Onun kökeni de asıl yani aslolan ne? Bir şeyi ortaya koyan temel unsurların bütünüdür. İbrahim kalın der : “usulde hata yapan esasta hataya mahkumdur” bunun en güzel örneğini efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) sahabeye olan davranışından görebiliriz. Uhud Savaşı’nda yerlerini terk eden okçulara karşı nasıl bir üslupla davranması gerektiği bizzat ayetle efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle bildirilir; “Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a Güven doğrusu allah kendisine güvenenleri sever.”(Al-i İmran 159) Bu ayette de anlaşıldığı üzere Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) tebliğ vazifesini ifa ederken usuldeki doğruluğu O’nun etrafındaki insanların dağılıp gitmemesindeki temel etken olmuştur. Ki burada Allah’ın efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) yumuşak olmasına söylediği muhatap kitle Uhud gibi bir savaşın mağlubiyetine sebebiyet veren okçulardır.
Halk arasında usulden söz ederken yalnızca usul değil bu kavramın usul-Erkan şeklinde bir ikileme ile ifade edildiğini biliriz. Nitekim “Erkan” sözcüğü de Arapça “rükn” kökünden gelmiş olup direkler, destekler, önemli kişiler bir diğer anlamı ile bir şeyin en güçlü yönü demektir. Aslında kelimenin ihtiva ettiği mana itibariyle kelamdaki erkanın ne ölçüde kıymetli olduğu tıpkı bir binayı ayakta tutan kolonları gibi anlatılmak istenen şeye sağlamlık verecektir.
Esaslarımızı doğrultmak istiyorsak usullerimizde müstakimlik sağlamak zorundayız. Bugün belki en çok ihtiyacımız olan şey birbirimize olan bağımızı kuvvetlendirmek ve bunun için de kavlimize uhulet ve suhulet libası giydirmektir. Bunu en güzel şekilde (billeti hiye Ahsen) yapmak muradı haktır.

YORUMLAR