Ortadoğu, modern tarih boyunca çatışmaların merkezi olmayı sürdürmekte, bu çatışmaların dinamikleri ise çoğu zaman bölgesel krizlerden küresel ölçekteki sorunlara dönüşmektedir.
Bu bağlamda, İsrail ile Lübnan arasındaki gerginlik, bölgedeki çatışma dinamiklerinin en yoğun olarak yaşandığı bir konu olarak ön plana çıkmaktadır. İsrail'in kuruluşu, Arap dünyasıyla olan ilişkilerde derin yaralar açmış ve uzun süreli çatışmalara zemin hazırlamıştır. Lübnan, içyapısındaki etnik ve mezhepsel çeşitlilik ile dış müdahalelerin etkisi nedeniyle bu çatışmaların merkezinde yer almıştır.
İsrail-Lübnan ilişkilerinin temeli, İsrail'in kuzey sınırını güvence altına alma arzusu ile Lübnan topraklarında etkin olan Filistinli ve Şii militan grupların varlığına dayanmaktadır. 1948 Arap-İsrail Savaşı sonrasında Filistinli mültecilerin Lübnan’a yerleşmesiyle başlayan gerilim, 1980’lerde İsrail’in Lübnan’ı işgali ile daha da derinleşmiştir. Özellikle 1982’deki işgal, Lübnan'da kalıcı yaralar açmış ve bu süreçte Hizbullah, direniş amacıyla ortaya çıkmış ve zamanla ülkenin en güçlü siyasi ve askeri gücü haline gelmiştir.
Lübnan’daki iç dinamikler, çeşitli mezhep grupları arasındaki güç mücadeleleri ve dış aktörlerin müdahalesi ile sürekli değişim göstermektedir. İran'ın Hizbullah üzerindeki etkisi, Suriye'nin Lübnan'daki varlığı ve ABD'nin İsrail’e sağladığı stratejik destek, bu çatışmanın bölgesel bir güç mücadelesine dönüşmesinde belirleyici olmuştur. Her iki tarafın da güvenlik endişeleri ve Lübnan’ın iç istikrarsızlığı, çatışmanın sürekli olarak tırmanmasına neden olan temel faktörlerdir.
Özellikle 2006'daki İkinci Lübnan Savaşı, İsrail ile Hizbullah arasında büyük kayıplara yol açan bir çatışmaya dönüşmüştür. Bu savaştan sonra, iki taraf arasındaki düşük yoğunluklu çatışmalar devam etmişken, son yıllarda yeni bir tırmanış gözlemlenmektedir. İsrail'in Lübnan'daki Hizbullah hedeflerine yönelik hava saldırıları ve Hizbullah’ın misilleme girişimleri, bölgedeki gerginliğin yeniden artışının belirtileridir.
İsrail ile Lübnan arasındaki gerginlik, Orta Doğu’daki en karmaşık ve köklü çatışmalardan biridir. Bu gerilim, Lübnan’ın 1948’de Filistinli mültecileri kabul etmesiyle başlamış ve zamanla iki ülkenin sınır güvenliği, mezhepsel bölünmeler, Hizbullah’ın yükselişi ve uluslararası aktörlerin müdahaleleri ile derinleşmiştir. 2020’lerde tekrar tırmanmaya başlayan bu gerilim, özellikle İsrail'in 2023’te Lübnan sınırına inşa ettiği güvenlik duvarı ve Hizbullah’ın artan askeri faaliyetleri ile belirginleşmiştir.
İran, ABD, Rusya ve diğer Batılı güçler, bu gerginlikte önemli aktörlerdir. İran'ın Hizbullah’a sağladığı mali ve askeri destek, gerilimlerin sürmesinde kritik bir rol oynamaktadır. ABD ise, İsrail’in askeri operasyonlarını destekleyerek bölgedeki istikrarsızlığı tetiklemektedir. Diğer bölgesel aktörler, özellikle Türkiye çatışmanın tarafı olmaktan kaçınmakta, ancak bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmektedir.
İsrail'in askeri operasyonları, tarihsel olarak bölgedeki çatışmaların dinamiklerini şekillendirmiştir. Bu operasyonlar, yalnızca askeri hedeflere değil, stratejik, politik ve sosyal hedeflere de yöneliktir. Örneğin, İsrail’in 1967’den bu yana Filistin, Lübnan ve Suriye’de gerçekleştirdiği operasyonlar, sadece askeri değil, aynı zamanda siyasi ve toplumsal etkiler oluşturmuştur.
Uluslararası toplum, bölgedeki sorunların sadece askeri boyutlarına değil, aynı zamanda insan hakları ihlalleri ve uluslararası hukuk açısından da ele alınmasına önem vermelidir. İsrail’in Filistin topraklarındaki yerleşim politikaları ve hava saldırıları, uluslararası düzeyde geniş tepkilere yol açmakta ancak somut yaptırımlar uygulanmamaktadır. Bu durum, bölgedeki sorunların sadece askeri değil, hukuki bir boyutu olduğunu göstermektedir.
Türkiye, tarihi, coğrafi ve kültürel bağları nedeniyle Ortadoğu’daki gelişmeleri yakından izlemekte ve kendi ulusal çıkarları doğrultusunda aktif bir dış politika yürütmektedir. Türkiye’nin Lübnan ile ilişkileri, hem insani yardım hem de ticaret açısından stratejik bir önem taşımaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin Hizbullah ile olan ilişkileri, hassas bir denge gözeterek diplomatik kanallarda sürdürülmektedir.
Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı sonrasında izlediği dış politika, Türkiye'nin uluslararası arenada daha etkin bir rol üstlenmesi hedefiyle şekillenmiştir. Özellikle bölgedeki gerginliklerin çözümünde arabuluculuk çabaları, Türkiye'nin uluslararası konumunu güçlendirmekte ve bölgesel istikrarı sağlamaya yönelik önemli adımlar atılmaktadır.
Hasan Nasrallah’ın liderliği, Hizbullah’ın Lübnan’daki gücünü artıran bir faktör olmuştur; ancak, onun ölümü, hem örgüt hem de bölge için köklü değişikliklere yol açabilir. Nasrallah sonrası dönemde Hizbullah içinde yaşanacak liderlik boşluğu, örgütün etkinliğini ve Lübnan içindeki güç dengesini değiştirebilir.
İsrail-Lübnan gerginliği, sadece iki ülke arasındaki bir çatışma olmaktan öte, bölgedeki uluslararası ilişkileri de derinden etkileyen karmaşık ve çok boyutlu bir yapıya sahiptir. Bu dinamiklerin gelecekte nasıl şekilleneceği, hem uluslararası toplumun hem de bölgesel aktörlerin kararlarıyla yakından ilişkilidir. Diplomatik çabalar, istikrar sağlamak için kritik öneme sahip olsa da, bölgedeki güç dengeleri sürekli değişkenlik gösterecektir.