Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Türk eğitim sisteminde, medreselerde Arapça muhakkak okutulurdu. Arapçayı öğrenmedeki temel amaç Kuran’ı hakkıyla idrak etmekti.

Avrupa’da da öyle. İngiliz düşünür John Lock 17. asırda iyi yetişmiş bir İngiliz gencinin mutlaka Arapça ve Farsça öğrendiğini söylemiştir. Avrupa ise Doğu’yu ve Türkleri daha iyi anlamak ve tanımak için Arapça öğreniyordu. Hal böyleyken; 19. asırda Türk münevverlerinde başlayan Avrupa hayranlığı; münevverlerin Fransızca, İngilizce, Almanca öğrenip sadece Avrupa’dan tercüme yapmaları ve Batılı filozofları kendilerine üstad olarak görmeleri Ahmed Midhat Efendi tarafından eleştirilmişti. Ahmed Midhat, Türk münevverlerinin kendi mensubu oldukları kadim medeniyetin düşünce ve bilim adamlarını tanımayıp Avrupalıya hayran olmalarını bir çarpıklık olarak değerlendirmişti: “Yeri geldiğinde ‘Bizde Fârâbîler, İbn Sînâlar, İbn Rüşdler ve Firdevsîler gelmiş.’ diye iftihar ederiz, ancak bunların ne söylediklerinden bîhaberiz. Onları anlamak için Arapça ve Farsça bilmek gerektiği halde, kaçımız bu lisanlardan bir cümleyi hakkıyla anlamaya muktediriz?” Ahmed Midhat, buna rağmen bazılarının bu düşünürleri bırakarak Viktor (Victor) Hugolardan, Şekspırlardan (Shakespeare), Götelerden (Goethe) bahsettiğini söyleyerek bu durumu yadırgar.

Türkler Farsçadan, Arapçadan ve diğer dillerden aldıkları kelimeyi mana ve şekil olarak birebir kullanmamış, kelimeleri Türkçeleştirmiştir, demiştik. Şöyle ki Farsçadan alınan “abdest” kelimesi sadece Türklerde namaz ve ibadetlerden evvel Allah için yıkanıp temizlenme anlamına gelmektedir. Mevlâna, Fuzuli, Nizâmi şiirlerini Farsça yazsa da o Farsça ruh itibariyle Türk Farsçasıdır. Hafız’ın şiirlerinde kelime anlamı “el suyu” olarak kullanılan “abdest” Mevlâna’nın şiirlerinde dinî bir kavramdır. Farisiler namaz öncesi yıkanmaya abdest demez “vüzû’” kelimesini kullanır, Araplar gibi. Genceli Nizamî şiirlerini Farsça yazmıştır; ancak şiirlerindeki zevk, mana, estetik, mazmunlar Türk ruhudur. Günümüzde İranlılar bu yüzden Nizamî’ye Fars şairi diyemiyor.

"Hayır" kelimesi Arapça kökenlidir ve iyi, iyilik, makbul hal ve iş anlamlarına gelir. Ancak "evet"in zıttı olarak "hayır" kelimesi Kuran terbiyesinden geçmiş Türk dilidir, irfanıdır.

Türkçedeki temel oluşumuyla "hayır", Allah olumsuz ve reddettiğimiz durumları hayra çevirsin manasındadır. Türkçe “hayır” dediğinizde dua etmiş oluyorsunuz. Dil dindir... İslamiyetten önce de sonra da Arapçada evetin zıttı "lâ"dır, İngilizcede "no"dur, Farsçada "na"dır... Dil etimoloji değildir, pozitivist değildir. Türkçe hikmet dilidir. Kökeni Arapça olabilir; ancak ruhu ve manasıyla "hayır" en has Türkçedir. “Hak şerleri hayr eyler” mısrası has Türkçedir. Hayır kelimesinin ruhunu -meselâ- Erzurumlu İbrahim Hakkı HazretleriTevfiznâme”sinde fevkalâde dile getirmiştir:

Bir işi murâd etme

Olduysa inâd etme

Haktandır o reddetme

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler.

İslam medeniyetinin dillerinden biri olan Türkçeyi bilen herkes Arapça bilmese de “Fatiha” suresini kolaylıkla anlar. Çünkü Türkçe Kuranîleşmiştir. Fatiha’da geçen hemen her kelime halkın konuştuğu Türkçenin kelimeleri olmuştu. Meselâ Kureyş suresinde geçen kelimeler Türkçenin doğal kelimeleri olmuştur: Li ilafi (elf kökünden Türkçede ülfet, te’lif), Kureyş (karışık küçük topluluk, Türkçede karışmak, karışık), rihlet (rahl: yolculuk, Türkçede yolculukta Kuran okunan rahle), eş-şitâi (kış, Elhan-ı Şitâ şiiri), ve’s-sayf (yaz mevsimi, Türkçede yazlık manasına sayfiye), fe’l-yâ’budu (a’bd mastarından Türkçede ibadet, mabut, mabet), rabbe (Türkçede hem “rab” hem de onun cemii bir işi en iyi bilen anlamında “erbab”), haza (Arapça “bu” demek. Türkçede bir kişinin ve nesnenin zirvesi, kemâli, “işte budur” anlamında “haza adam, haza hanımefendi, haza manzara” kullanımları vardır.), el-beyt (Arapçada gecelenen yer anlamında “bate”den türemiştir. Şiirdeki beyit,  “oldu” anlamı da vardır. Bu anlamda bitki, bitmek, üzerinden bir gece geçti anlamında “bayat”), et’ame-hüm (Doyurmak manasındadır, Türkçede taam), ve amene-hüm (Türkçedeki iman, eman, emin, emniyet, âmin, temin, mü’min bu kelimeyle ilgilidir), min-havf (Arapça “korkudan” manasındadır. Türkçede mehafet, haflamak, bir haf basmak, hayıflanmak). Böyle devam eder. (Bu konuda çok sayıda örnek için Lütfi Özaydın’ın Tiyo yayınlarından Türkçe üzerine yazdığı üç kitaba bakabilirsiniz: “İltifat Ağyaredir Dost Acı Söyler”, “Söyleyen Bilmez, Bilenler Söylemez”, “Çatallı Dil Yılana Mahsus Değil, Yılmazın da Dili Çatallı Olur”) Hülâsa Türkçenin de Türkiye’nin de mevcudiyeti ve gücü İslâma olan aslî mensubiyetiyledir ve kadim Türkiye Türkçesinden uzaklaşmak İslâmdan uzaklaşmaktır, bin yılın irfanından, tecrübesinden…

Medeniyetlerin temel metinleri vardır. Batılı bir entelektüel veya bilim adamı kendi medeniyetinin temel metinlerine kolay ulaşır ve kolayca okur, anlar. Asırların zihni, ruhu, bilgisi, tecrübesi ve birikimi süreklilik gösterir, dil zinciri devam eder. Biz ise bin yıllık İslâm felsefesini, tıbbını, hikmetini, felsefesini, matematiğini, düşüncesini terk ettik. Dil devrimi alfabeyi değiştirdi, ondan daha kötüsü Öztürkçeçilikti. Öztürkçeyi kimse anlamadı, bundan vazgeçildi, Güneş-Dil teorisi ortaya kondu. Güneşin tüm varlıklarda görülmesi gibi tüm diller Türkçeden doğmuştur; dolayısıyla Arapça ve Farsça kelimeleri atmaya gerek yok, denildi. Güya yanlıştan dönüldü. Atatürk’ün vefatından sonra Türkçe, Fransızca başta olmak üzere Batı dillerinin ve uyduruk kelimelerin istilasına uğratıldı. Yeni uyduruk dille ne felsefe ne matematik yapılabildi. Bilimlerin birbiriyle ilişkisi koptu. Günümüzde Türkçe yazılmış bilimsel bir makaleyi ancak Latince, İngilizce, Fransızca, uydurukça vb. kelimelerle tamamlayabiliyoruz.

Dil üzerinden toplum mühendisliği yapan zihniyet İslam medeniyetinin asırlardır taşıyıcısı ve temsilcisi olan büyük bir milleti köklerinden koparıp Batı’nın peşinde koşan, kendine yeni değerler ve dil üretmeye çalışan ve bir türlü kimlik problemini halledemeyen “ulus” olmaya talipli oldu.

Günümüze gelince…  “Osmanlıca”yı sadece alfabe farklılığı olarak algılarsak ve kiminin Arap harfleri dediği ancak bizim Türk Elifbası dediğimiz eski harfleri öğretmekle iktizâ edersek bu, eski dönemlere ait metni çözmede (lügat desteğiyle) işimize yarar. Halbuki dil yukarıda altını çizerek belirttiğimiz gibi ruhtur, gönüldür. Dil sadece alfabe değildir, sadece yazı değildir; sözdür, manadır, algıdır, hikmettir, konuşmadır. Nasıl yaşıyorsak öyle konuşuruz.

Osmanlı Türkçesinin öğrenilmesinin günümüzde en önemli vazifesi bir “hatırlatıcı” olmasıdır; unutturulan, yok sayılan büyük bir medeniyeti… Ancak şu da unutulmamalıdır ki Osmanlı Türkçesini yazı dili olarak kullanan ilim adamları Farsça ve Arapçaya da vakıftı. Alfabeyi, grameri bilip kelimelerin ruhuna uzak günümüz akademisyeni, bilim adamı ve münevveri Mevlid-i Şerif’i, Garipnâme’yi ve diğer klasik eserleri Nâmık Kemâl, Elmalılı Hamdi Yazır, Babanzâde Naim, Mehmed Âkif gibi anlayamayacak hiç!

Dil bir milletin kimliğidir. Her şeye rağmen Osmanlı Türkçesi (Kadim Türkiye Türkçesi) çalışmalarının kimlik sorgulamasına kapı aralaması, eski metinlerle yeni nesli tanıştırması ve köprü olması gibi mühim bir işlevi vardır. Dilbilimciler için ise Osmanlı Türkçesi olmazsa olmazdır, şöyle ki, kelimelerin köken bilgisine ulaşmanın en doğru yollarından biri kelimenin Osmanlı Türkçesi yazılışını bilmektir. Türkçeyi Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif ilişkisinden kopararak kelimeleri anlamaya çalışmak Türkleri dinî, tarihî, kültürel ve sosyolojik birçok veriden uzaklaştırmaktır. Kelimelerimize giydirdiğimiz Latin harfler üzerinden gerçek manayı anlamamız güç. Kelime köken bilgisi (etimoloji) çalışmaları kelimeye doğru kıyafeti giydirildiğinde neticeye ulaşır ki o da Türk Elifbası dediğimiz Kuran hurûfâtıyla beslenmiş harflerdir. Misâl “güvercin” kelimesi Türk Elifbasıyla (Osmanlı Elifbası) yazılmadıkça kelimenin “gök” ile ilgisi (gökercin/gögercin) bilinmeyecek.

Osmanlı Türkçesi öğretiminden muradımız medeniyetimize, tarihimize ve klasik edebiyatımıza ait metinleri anlamaksa ortaöğretim kurumlarına, üniversitelerin sosyal bilimler alanında eğitim veren fakültelerine Arapça ve Farsça dersleri koymak gerekir. Unutmayalım ki bugün ortaöğretim kurumlarında İngilizce zorunlu ders, Almanca ve diğer Avrupa dilleri seçmeli ders. Dünyada ve medeniyet düzleminde kendimizi konumlandırma problemini aşmalı ve karar vermeliyiz artık. Biz kimiz?

Elif Allah mim Muhammet

Kelam selam pek azizdir

Ruh kökümüzden alâmet

Dilimiz kimliğimizdir.