Hicrî takvim 61 yılını gün 10 Muharremi gösteriyor. Miladi tarih, 10 Ekim 680; Kerbelâ çölünün tam orta yerinde Sevgili Peygamberimizin (sav) mübarek torunu Hz. Hüseyin (ra) ve beraberindeki ehl-i beyt mensupları Yezid soyu tarafından katlediliyor. Bende-i âli abânın gönül evi o günden beri mahzun, her dem Muharrem Kerbelâ her yerde...
3 yıl önce Son Devir de Ah Ya Hüseyin (ra) başlıklı yazımda İslâm ümmetinin en hazin hadiselerinden biri olan Kerbelâ hadisesine şu satırlarla değinmiştim.
'Ey sabâ var Kerbelâ deştinden eyle bir güzer/Ver bize lû tfet Hüseyn ibn i Ali`den bir haber'
Hicri 61.
Kur`an-ı Kerim`in nüzulünün üzerinden henüz 50 yıl geçmiş. Tabir yerindeyse Hicaz bölgesinde Cibril Aleyhisselâm`ın kanat sesleri yankı buluyor.
Ayet-i kerimeler Müslüman gönüllere hücre hücre yerleşiyor. İslâm güneşi dört kıtayı berrak kandiller misali aydınlatıyor.
Allah (cc) dinini tamamlamış. İki Cihan Serveri (sav) mele-i âlâ`ya çekilmiş. Efendimizin (sav) hatıraları henüz taze. Ashab-ı Güzin`in bir kısmı hayatta. Ebu`l Kasım`ın (sav) mübarek sözleri Sahabe-i Kiram hazerâtının kulaklarında çınlıyor; İslâm Devleti`nin nabzı Medine-i Münevvere`de atıyor;
Hicri 61, 10 Muharrem;
Hâl böyleyken hak ile batıl, nur ile karanlık her devirde olduğu gibi Asr-ı Saadet`in hemen akabinde de mücadele halinde; Münafık nifakını sergilerken, mücrim cürmünde ısrarlı kâtil her dönemde mesleğini icra ederek, kıtalden geri durmuyor.
Kerbelâ çöllerinde hain ellerin tutuğu bıçak, Sevgili Peygamberimizin (sav) ciğer parelerinin boyununa dayanıyor; Her gün gülerek doğan güneş o gün ağlayarak batıyor;
 şıkların gönül kuşları hüzün denizinde boğulurken, Bende-i  li Abâ bir kulun dilinden
'Lî hamsetün utfî bihâ harre l-vebâi l-hâtima(h)
El-Mustafâ vel-Mürtezâ ve b-nâhümâ ve l-Fâtima(h)' mısraları dökülüyor;
Hicri 61, 10 Muharrem;
Kerbelâ çölünde sıradan bir gün; Güneş her zamanki gibi yakıcı; Kum fırtınaları sahrada ne varsa önüne katıp götürüyor. Güneşin böğründe Efendimizin (sav) torunu ve evlad ü iyâli adeta mahşeri yaşıyor. Vicdanlar köreliyor, kalpler kararıyor, Kerbela`da akıl ve iz`an tutulması yaşanıyor.
Hz. Fatıma Validemizin (r.anha) pak oğlu Hz. Hüseyin (ra) Kerbelâ çölünün tam orta yerinde atının üzerinde 'Hasbünallah' diyor 'Hasbünallahi ve nimel vekî l...'
Nesebi Seyyî d, künyesi Ebâ Abdullah UNVANI ŞEHÎ D, KÜ NYESİ EBÂ ABDULLAH
Nesebi Seyyid, unvanı Şehî d, künyesi Ebâ Abdullah; İki Cihan Serveri`nin (sav) torunundan, Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib bin Abd`ül-Muttalib bin Haşim el-Kureyşî el-Hâşimî `den (ra) bahsediyoruz.
Hicri 61, 10 Muharrem;
HZ. HÜ SEYİN (RA) UHUD DAĞI GİBİ İHTİŞAMLI
Dedesinden (sav) tevarüs eden nübüvvet nurunun eseri Hz Ali`nin (kv) ciğerparesinin pak yüzüne iki haftalık hilâl parlaklığıyla yansıyor.
O nur, kızgın kumların üzerinde yakamoza dönüşüyor. Hz. Hüseyin dağ gibi bir yiğit; Uhud dağı gibi ihtişamlı, Ebu Kubeys gibi vakur; Arkasında Ehl-i Beyt sıra sıra;
İDRAKLER KÖRELMİŞ
Kalpleri, gönülleri mühürlü olanlar nübüvvet nurunun eserini göremiyor. İdrakler körelmiş; Heyhât! Nasıl cehennemî bir fiil işleyeceklerinin farkında değiller; Derken bir hain el, evvelemirde Hz. Hüseyin`in atına kast ediyor;
'Düştü Hüseyn atından sahra-ı Kerbelâ ya
Cibril var haber ver Sultan-ı Enbiyâ ya.'
Efendimizin (sav) torunu atından yere düşerken melekû t âlemi derin bir hicab içinde;
'BEN, HZ. MUHAMMED MUSTAFA`NIN TORUNU DEĞİL MİYİM!'
Hicri 61, 10 Muharrem;
Hz. Hüseyin (ra), cennet ahalisinden, nefsini aşmış mübarek bir zat. O dünyadan ve içindekilerden geçmiş bir sahabi. Kerbelâ`da bittabi kendini düşünmüyor, arkasında sıralanan evlad-ı iyâlinin, Son Peygamberin (sav) neslinin izzet ve şerefini, selâmetini gözetiyor; Pak dudaklarından dünya kelâmı olarak şu son cümleler, inci-mercan misali dökülüyor:
'Ben, Peygamberiniz Aleyhisselâm`ın kızının oğlu değil miyim? Ben, Hz. Muhammed Mustafa`nın torunu değil miyim? Şehitler Seyyidi Hamza, babamın amcası değil mi? Çift kanatlı şehit Cafer, benim amcam değil mi?'
SÖZ, ANLAYANLAR İÇİN;
Söz, anlayanlar için; Nasihat, söz dinleyenler için. Tebliğ, âkil insanlar için... Uyarı, kalbi ve gönlü berrak olanlar için. Mühürlü kalplere, kilitli gönüllere, göremeyen gözlere söz, nasihat, tebliğ ve uyarı kâr etmiyor.
Hicri 61, 10 Muharrem;
Kerbelâ`da ellerini, gönüllerini ve ruhlarını kan ve hırs bürüyen gözü dönmüş caniler Rahmeten lil  lemin Muhammed Mustafa (sav)`in torunu Hz. Hüseyin`in, çocuklarının ve Hz. Hasan`ın çocuklarıyla birlikte Ehl-i Beyt`in canına kast ediyor.
Kerbelâ çölünde türlü eziyetler içerisinde Resul-u Ekrem Efendimizin (sav) evladından 73 kutlu insanın göz bebeklerindeki takvim, Firdevs cennetinde açmak üzere sönüyor.
Hicri 1440, 10 Muharrem;
1381 hicran yılı; Kerbelâ faciasının üzerinden 14 asır geçmiş. Â şıklar, Rasulu`s-Sakaleyn Efendimizin (sav) torununun ve torunlarının çocuklarının katlinin ızdırabını sadece Aşure Günü`nde değil, her gün, her an yaşıyor.
Hicri 1440, 10 Muharrem;
Kerbelâ`dan hicran damlıyor. Ehl-i Beyt âşıkları, Hazret-i Hüseyin`in acısını gönülevlerinin en mutena köşelerinde hissediyor.
Lakin olup biten nice elim ve menfur hadiseyle birlikte Kerbelâ`dan da ibret alınmadığı için tarih tekerrür etmeye devam ediyor.
Halep`te, Şam`da ve sair bilâd-ı İslâm`da Ehl-i Beyt`e Seyyid ve Şerif ailelerine mensup onlarca âlimin, masum çocukların, iffetli kadınların kanına giriliyor. Katledilen Müslüman, öldüren de Müslüman sû retli profesyonel katiller! İranlı, Iraklı, Suriyeli, Pakistanlı, Afganistanlı çeteler, Fatımıyyun ve Zeynebiyyun Tugayları bu satırları okuduğunuz esnada Halep`te bir imamı, Humus`ta masum bir çocuğu katlederken İdlib`te bir kadının kanına giriyor.'
MUHARREM HÜ ZÜ N AYI...
Muharrem hüzün matem, muhasebe ayı... Aşura gününü içinde barındırıyor olması hasebiyle Müslümanlar Hicrî takvimin ilk ayına hususi bir önem atfediliyor. Hatimler indiriliyor, dualar ediliyor, sadakalar dağıtılıyor, fakir fukara için aşlar, aşureler kaynatılıyor. Kerbelâ hadisesi muhtelif şekillerde yâd edilerek şehitlerimizin ruhlarına Fatihalar okunuyor, dualar ediliyor, Müslümanların gönül ocakları hüznün türlü renklerine boyanıyor.
Aşura günü, Osmanlı Cihan Devleti nin başkenti İstanbul da da asırlar boyunca Koca Mustafapaşa Sümbül Sinan Dergâhı`nda/Camii nde her yıl gerçekleştirilen hususi dua programıyla hatırlanıyordu. Mezkû r program şehrin önemli geleneklerinden birini oluşturmaktaydı.
GELENEK ÖNEMLİ;
Gelenek önemli... Şehirlerde dün bugüne bugün de yarına halkının yaşam tarzı, inanışları, örf, âdet ve gelenekleriyle taşınır. Şehirlerin kimlik inşasında şüphesiz adetlerin önemli bir yeri bulunur.
Asırlar boyunca İstanbul sakinlerinin yaşadıkları, yaşattıkları kuşaktan kuşağa devşirdikleri âdetler, İstanbul`a ruh İstanbullulara kimlik inşa etmede önemli roller üstlendi.
SÜ MBÜ L EFENDİ`DE AŞURE İCTİMAI
Kadim İstanbul`da yaşanan yüzlerce gelenek vardır ki bunların bazısı unutulmaya yüz tutmuş, bazıları da toplumun hafızasında arka plana itilmiştir. Koca Mustafapaşa da Sümbül Sinan Camii nde/Tekkesi nde İstanbul un fethinden bilitibar düzenlenmekte olan Aşura ictimaı, içinden dua, gözyaşı ve hasret geçen önemli bir geleneğimiz.
Sümbül Sinan da Aşure günlerinde öğle ile ikindi namazı arasında Kur an-ı Kerim tilaveteri, mersiyeler, natlar ve içten yapılan dualarla icra edilmekte olan programa binlerce Ehl-i Beyt âşığı iştirak ediyor.
Hicri 1440 yılının 10 Muharreminde (20 eylül Perşembe günü) Sümbül Sinan Camii nde Hazret-i İmam-ı Hasan-ı Mücteba ve Hazret-i İmam-ı Hüseyn-i Mazlum-u Şehid-i Kerbelâ efendilerimizin ve diğer şüheda-i Kerbelâ`nın ve muhibban-ı ehl-i beyt-i Mustafa`nın ve cemi âşıkânın ruhları için okunan hatm-i şeriflerin duasına iştirak etmek için biz dahi kadim camideki yerimizi aldık, safları sıklaştırdık.
Öğle namazından sonra Kur an-ı Kerim tilavetiyle başlayan 10 Muharrem duası Mevlevî meşayihinden Fasih Ahmed Dede Hazretleri nin Nut-ı Şerif i ile devam ederken caminin içini hınca hinçdolduran Cerrahi dervişlerinin kirpikleri artık gözyaşlarını tutamaz oldu.
 
BU FERYÂ D-I HÜ SEYNÎ DİR DAHÎ UŞŞÂ K NEVÂ BULMAZ
Bu mâtemde olan derd ile hicrâna devâ olmaz
Bu feryâd-ı Hüseynî `dir dahî uşşâk nevâ olmaz
Hüseyn ile Hasen`dir ol Resû l`ün kurretü l aynı
Sevenler âl u evlâdı eşiğinden cüdâ olmaz
Tevellâsın teberrâsın bilen uşşâka aşk olsun
Tarî katde budur âyin buna illâ ve lâ olmaz
Hüseyn-i Kerbelâ`nın vâkıât-ı mâtem-engî zi
Zebân ü hâme ü savt ü hurû f ile edâ olmaz
FASÎ HÂ nüh-felek yâkû t u rummân ile pür olsa
O mihr-i âlemin bir katra kânına bahâ olmaz
Bu kez kelâm sırası, yüreği deşt-i Kerbelâ ile dağlanmış ehl-i beytin fırâkı ile mahzun duâhanda idi:
HAYDERÎ YİZ MEYLETMEYİZ AGYÂ RA
Geçeriz dünyâda cân ü cânândan
Kerbelâ da akan kandan geçmeyiz
Geçeriz ukbâda bâğ-ı cinândan
Kerbelâ da akan kandan geçmeyiz
Kanar hâlâ kalbimizde bu yara
Hayderî yiz meyletmeyiz ağyâra
Çekseler de bizi sonunda dâra
Kerbelâ da akan kandan geçmeyiz
Hüseyn bizim cânımız cânânımız
Hasan dahî dî nimiz î mânımız
Kırılsak da pî rimiz civânımız
Kerbelâ da akan kandan geçmeyiz
(...)
Bakara Suresi nin 133 üncü ve 134 üncü ayet-i celilerinin kıraatini 'Şehitlerin Serceşmesi, Â bidan-ı Mustafayız Biz Hüseynî leriz' natlarını takiben duaya geçildi. Eller semaa kaldırıldı Cerrahi dervişinin Kerbelâ Şehitleri için yaptığı dualara gözyaşlarıyla iştirak edildi.
Program hakkında Ü stad Ahmet Süleyman Karakaya`dan Sümbül Efendi`deki aşura içtimaı geleneğinin İstanbul`un fethi ile birlikte Fatih Bultan Mehmed Han döneminde başlayıp günümüze kadar devam ettiğini programın icrasından İstanbul`daki en kadim tekkenin sorumlu olduğunu Osmanlı asırlarında olduğu gibi günümüzde de ilk aşuranın Sümbül Efendi`de pişirildikten sonra sıra ile diğer tekkelerde aşure kaynatıldığını 10 safer gününde de Karagümrük`te Cerrahi Tekkesi`nde aşure pişirileceğini öğrendikten sonra cemaatle vedalaştık.
Tarihi külliyenin haziresinde basübadelvmevti beklemekte olan Sümbül Sinan Hazretleri`nin (ks) huzuruna durmak için son cemaat yerine ayakkabılarımızı almak için geldiğimizde alnını secde mahalline mıhlayan bir dervişe tevafuk ettik ki, dudaklarından hasret nameleri gözlerinden kanlı yaşlar dökülmekteydi:
Başımız top eyledik/Şâh-ı şehî dân aşkına-Allah
Can fedâyı Kerbelâ`yız/Biz Hüseynilerdeniz-Allah