Edirne asırlar sonra yeniden hüsn-i hat sanatı icâzet merasimine sahne oldu.

11 Kasım 2024 Pazartesi günü Edirne Üç Şerefeli Camii’nde düzenlenen icazet merasimiyle Hattat Mahmut Şahin ve Hattat Hattat Zafer Günal, öğrencileri Fadile Timurtaş’a ve Furkan Saka’ya icâzetlerini takdim etti.

Çeçeği Burnunda Hattatlar Hocalarından Icâzetnâmelerini Alırken

Osmanlı Cihan Devleti asırlarında olduğu gibi klasik usulle tertiplenen icazet merasiminde icazet veren hattatlarımıza cami cemaatiyle birlikte Üç Şerefeli Camii İmamı Emin Emeç, Üç Şerefeli Camii Müezzini Furkan Aldemir, Edirne Kültür Turizm İl Müdürü Kemal Soyutürk, akademisyenler ve Hattat Mahmut Şahin’in talebeleri Mustafa Akgün, Fatih Bahçekapılı ve Ufuk Bişa eşlik etti. 

Hattat Mahmut Şahin

Hattat Mahmut Şahin: Edirne’nin Türk hat sanatı tarihinde müstesna bir yeri vardır.

Edirne’deki icâzet merasimi özelinde görüştüğümüz Hattat Mahmut Şahin, Edirne’nin ve Edirneli hattatların yazı tarihimizdeki istisnâî yerlerine “Türk hat sanatı tarihindeki başkentleri saymak istersek birinci sırada Amasya yer alır, ikinci sırada Edirne… Ve “Kur'ân-ı Kerîm Hicaz’da nâzil oldu, Mısır'da okundu, İstanbul’da yazıldı” meşhur kelâmıyla tarihe mâl olan yazının nihai başkenti İstanbul’dan da hususen bahsetmek gerek” cümlelerini kurduktan sonra Edirneli hattatlara okuyucularımız için müşfikâne nazar etti: “Edirne'de doğan ve akabinde Anadolu’nun yedi büyük hat üstâdı arasına ismini yazdırmayı başaran Yahya Sofî’nin hüsn-i hattı Amasya’da mukim İran muhâcirlerinden Abdullah Sayrâfî’den meşk ettiğini biliyoruz. 

Kadıasker Mecdeddin, Yakup Paşa İshak, Mustafa Süleyman el-Edirnevî, Hâfız Osman ve talebesi Yedikuleli Seyyid Abdullah, İstanbul’da yazı öğrenmelerinin ardından Edirne’ye gelerek Edirne Sarayı’nda meşk hattatlığı yapan büyük yazı hocalarımızdandır. Kevkeb Mehmed Efendi de Edirne’de ders veren hocalar zümresinden olup İbrahim Rodosî, serhad şehrimizde Hâfız Osman Efendi’den ders alan meşhur hattatlarımız arasındadır.

Çelebi İmam Mustafa el Hâfız, Haffafzâde Hüseyin Ahmed, Yesârizâde İsmail Ahmed, Seyhzâde İbrahim bin Mehmed, Şüğlî Ahmed Dede, Seyyid Mehmed Ali, Mustafa Ali Efendi, Berberzâde Ahmed ve Mehmed İbrahim Efendi, Edirne’mizin önde gelen hattatlarındandır.

Kelâmın bu yerinde Hattat Yahya Sofî’nin oğlu ve talebesi Ali bin Yahya es-Sofî’yi de unutmamak gerekir. Baba-oğul Sofî’ler İstanbul'un fethinin ardından yeni başkente gelmişler ve Fâtih Camii’nin yazılarını birlikte kaleme almışlardır. Mezkûr yazılar maalesef M. 1766’ya tarihlenen depremde caminin enkazı altında kalmıştır.” cümleleriyle işaret etti.

Hattat Mahmut Şahin Ve Hattat Zafer Günal

Hattat Şahin: Hattat Zafer Günal’ın yazı sanatımıza büyük emekleri sebkat etmiştir.

İstanbul başta olmak üzere Bursa, Eskişehir, Kütahya, Kocaeli, Amasya ve Kayseri’de birçok hattata icazet veren Hattat Mahmut Şahin, Hattat Zafer Günal ile teşrîk-i mesailerini şu cümlelerle ifade ediyor: “Hattat Zafer Günal’ın yazı sanatımıza büyük emekleri sebkat etmiştir. 

2003 yılında Bursa’da derslerimizin başladığı ilk gün Zafer Günal abimizle tanıştık. Hat sanatına gönül vermiş bir polis memuruydu o tarihte. O günün akşamı Bursa'daki öğrencileri Ali Özden’i, Özay Altın’ı ve Neslihan Duran’ı getirerek bize emanet etti.  Zafer Bey üstadımız o günden sonra da Bursa’da hat sanatının ilerlemesi için elinden geleni yaptı. Emekli olduktan sonra Edirne’ye yerleşti ve orada belli bir süre kendisinden eğitim alan öğrencilerini fakire yönlendirdi. Bugün elimizden icâzetnâmelerini alan Fadile Timurtaş ve Furkan Saka arkadaşlarımız evvelemirde yazıya Hattat Zafer Günal ile birlikte başlamıştı. Uzun gayretlerin ardından talebelerimiz meşklerini fakirden tamam edip icazet almaya hak kazandılar.”

Tebrikler…

İttifak gazetesi nezdinde çiçeği burnunda hattatlarımızı ve hocalarını tebrik ederken yazımıza geleneksel sanatlarda icâzet merasiminin usûl ve erkânına değinerek nihayet verelim. 

İcâzet kadim bir izin müessesesidir.

İcâzet, klasik İslâm-Türk sanatlarında ustalığın, maharetin kuşaktan kuşağa, nesilden nesle aktarılmasında önemli rolü bulunan kadim bir izin müessesesidir. Muvafık görmek, izin-ruhsat vermek, müsaade etmek, münasip bulmak vb. manaları hâvi olan icâzet/icâzetname, geçmişte olduğu gibi günümüzde de öz sanatlarımızın aslî unsurlarıyla birlikte klasik usûller ustadan çırağa, hocadan talebeye aktarılması neticesinde öğrencinin sanat ve ruh inceliği bakımından ulaştığı mertebeye, ustalık makamına işaret etmektedir. 

Sanatkâr dedelerimizin “Cismâni âletlerle icrâ edilen rûhâni mühendislik” şeklinde tavsif ettiği hat sanatında icâzet, müfredâtı tamamlayarak, rûhen belirli bir olgunluğa; kâmil bir mertebeye vasıl olan hat öğrencisinin sanatında yetiştiğine, talebe hizmetinde bulunabileceğine ve eserlerine kendi imzasını atabileceğine dair hocası tarafından “hatt-ı icâze” ile verilen özel bir belgedir. İcazet müessesesi tezyîni sanatlarımızın ebru, minyatür, tezhip, katı‘ ve naht sanatı nevilerinde de belirttiğimiz mülahazalar dâhilinde yaşatılmaktadır.

Edirnede Icâzet Merasimi Foto 222

İcâzet hocanın talebeye itimadıdır

İcazet, sanatı hakkıyla öğrenen ve icrâ etmeye hak kazananlara verilir. İcâzet hocanın, talebesinin sanatına olan itimadının bir göstergesidir. Bu itimat dolayısıyla talebe, sanatına karşı öz güvenini artırır. Üstad, icâzetnâmeyi yazdığında talebe alın terinin, sabrının, azminin mükâfatını almış; artık sanatın anahtarı eline geçmiştir. Bundan sonra sanatta gidilecek yollar çalışma, alın teri, üstad ile istişare ve gayret ile doğru orantılı olarak alınacaktır. 

Hat sanatında belirli bir olgunluğa erişen öğrenci, hocasının talimatıyla icâzet levhasını yazar. Kimi örneklerde olduğu gibi icazet alacak hat talebeleri, hocası ve diğer hattatların huzurunda icazet levhalarını yazarlar ve böylece hattatlığa, ustalığa adım atmış olurlar. Hocası da talebesinin hazırladığı levhanın altına icâzet kıtasını yazar. Bir icâzet levhasında talebenin yazısı, icâzet veren hocanın ve talebenin isminin yanı sıra hayır dualar da yer alır. 

Bazı icâzet levhalarında iki, üç ya da daha fazla sayıda hattatın imzalarına da rastlanmaktadır. Süleymaniye Camii müezzinlerinden Saim Özel’i, Fatih’teki evinde ziyaret etmiştim. Mezkûr ziyarette merhum hocamızın icâzetnâmesini incelemiş ve mezkûr levhada hocası Mustafa Halim Efendi’nin yanı sıra Hattat Hamit Bey’in ve Beşiktaşlı Nuri Efendi’nin imzalarını da görmüştüm. 

Hat mekteplerinde, yazı müfredâtını bitiren talebelere, hocaları tarafından icâzet makamına kâim, şahadetname vesikası ya da bitirme belgesi verildiği de bilinmektedir. Mustafa Halim Efendi örnekliğinde olduğu gibi Medresetü’l-Hattâtîn’den mezun olanlara bu türden şahâdetnâmeler verilmiştir.

İcâzet haddizâtında yeni bir başlangıçtır.

İcâzetle sanatın künhü öğrenilmiş olmaz. İcâzet haddizâtında yeni bir başlangıçtır. Hattat yazdıkça, göz nuru döktükçe yazısını biiznillah kemâl mertebelere ulaştırır. Ebrucu tekne başında günler, haftalar, yıllar geçirdikçe; müzehhibe fırçasından mütemadiyen zikir sesi aldıkça sanatlarındaki vukûfiyetleri; öğrendiklerini öğrettikçe de ustalıkları artar. 

Hattat Furkan Sakanın Sülüs Nesih Icâzetnâmesi

İcâzetin mânevî mesuliyeti vardır

İcâzet, bir netice olarak telakkî edilmemelidir. Zâhiren bir netice olmakla birlikte talebenin mesuliyetini artıran, el aldığı sanat dalındaki ustalığının yükünü pekiştiren mânevî bir mesuliyettir icâzetnâme. Talebe icâzet aldığında yaptığı işin, eserin altına kendi imzasını atacaktır. Kendi imzasının yanında hocasının ve hocasının hocasının da ismini zikredecektir. Bu hem talebe için, hem hoca için, hem de hocanın takip ettiği ekol/sanat silsilesi için müteselsil bir sorumluluk hadisesidir. 

Fadile Timurtaşın Sülüs Nesih Icâzetnâmesiİcâzetle birlikte talebe artık hocalık vasfını kazanmış olur ve böylelikle öğrendiklerini öğretmeye mezun kılınır. İcâzetnâme alan kişi, hocasından kendisine tevârüs eden tüm sanat birikimini olduğu gibi, milimi milimine, hüvesi hüvesine talebelerine aktarma mesuliyetini de yüklenmiş olur. Hoca, bildiklerinin tamamını -hiçbir ustalık kırıntısı saklamadan- öğrencilerine öğretmek durumundadır. Ecdadımız bu hususta “Malın zekâtı kırkta bir; ilmin zekâtı yüzde yüzdür.” diyerek bu mesuliyete dikkat çekmiştir. 

İcâzetli sanatkâr bir yandan mesleğini devam ettirirken diğer yandan da çok çalışarak ürettiği eserlerle icâzetnâmesini bihakkın aldığını ispat etmek durumundadır. Bu hususta Kıbletü’l-Küttâb unvanının sahibi Şeyh Hamdullah, yazıdaki muvaffâkiyetinin sırrını, “Gözlerimi hocamın eline ve kalemine, kulağımı diline, gönlümü yazıya verdim. Bir harfi en güzel yazıncaya kadar bıkmadan, usanmadan yazdım, yazdım, yazdım…” cümleleriyle ifade etmektedir.

İbrahim Ethem Gören/11.11.2024 Yazı No: 630