Bir televizyoncu olarak açıkça söylemeliyim ki; haber kanallarında hüküm süren yayıncılık anlayışını beğenmiyorum.
Bu kanallarda genellikle yazılı basın kökenli insanların sözü geçiyor. Farklı bir meslekten geldikleri için, televizyonculuğu sadece teknik donanımı kullanmak zannedecek kadar bu işe uzaklar. Hele görsellikle hiç alakaları yok. Yanlış anlaşılmasın Türkiye’de köklü bir geleneğe sahip yazılı basını eleştirmiyorum. Maksadım her taş kendi yerinde ağırdır sözüne dikkat çekmek. 
Haber kanallarını radyodan dinliyorsanız eğer, hiç bir şey kaçırmış olmazsınız. Ancak meslekten yetişmiş bir muhabir arkadaşa canlı bağlantı yapıldığında ekrana bakma ihtiyacı hissediyorum. Görsellikten anlamadıkları için görselliği öne çıkaracak yeni program formatı da geliştirilemiyor. 
Bu manada, dekorun içindeki dev ekranda sunum yapacak konukları harita yorumlamaya monitör önüne çağırmak da bir görsellik sağlamıyor. Haber televizyonlarında görsellik esas itibariyle, çekimlere ve yayın materyallerinin kurguda özenle hazırlanmasına ve bu materyalin canlı yayın rejisiyle uyumlu olarak kullanılmasıyla sağlanır. Tüm dünyada haberciler zamanla yarışarak bunu başarırlar. Tabii bu başarının şartları vardır.
Haber kanallarını görsel anlamda besleyen en önemli unsur, öncelikle orijinal çekimler, sonrasında da grafiksel anlatımlardır. Eline bir çubuk alarak monitör önünde ders verir gibi yapılan anlatımlar görsellik sayılmaz. Olsa olsa an’ı kurtarma çabalarıdır. Uzman konuklardan yararlanmanın da en basit ve en son akla gelecek kolaycı yöntemlerindendir. 
Televizyon yayıncılığı yayına çıkmadan önce yapılan ön hazırlıklara dayanır. Bu hazırlıkları yapmak için de her programın, o program için beynini ve zamanını ayıran deneyimli insanlardan oluşan bir ekibe ihtiyacı vardır. Yönetmen, metin yazarı, yapımcı vb. Ama siz böyle bir ekip kurmak yerine, programları vardiya usulü çalışan teknik ekipteki arkadaşlara havale ederseniz, onlar da ancak canlı yayın sırasında iyi niyetle ellerinden geleni yaparak anı kurtarmanıza yardımcı olabilirler. Fazlasını yapamazlar çünkü içerikle ilgili hiçbir bilgileri ve ilgileri olmasına fırsat vermeyen, yanlış bir çalışma düzeni, kanalı yönetenler tarafından oluşturulmuştur. Ön hazırlıksızlığı, canlı yayın sırasında, “yok o fotoğraf değil, o bant değil filanca görüntü” diye rejiye bağırarak kapatmaya çalışmak da seyirciye yapılan ayrı bir saygısızlıktır.  
Televizyonlardaki teknik ekipler genellikle işlerini bilen, yetişmiş elemanlardır. Yeni başlayanlar hariç, çoğunluğu da mesleğin kurallarını o kanalı yönetenlerden daha iyi bilirler. Ancak hiç unutulmaması gereken bir başka gerçek daha var. Televizyonda her branş aslında başlı başına ayrı birer meslektir. Kameramanlık ayrı meslek, teknik yönetmenlik, sesçilik, resim seçicilik, ışıkçılık, kurgu ve programcılık vs. hepsi ayrı ayrı mesleklerdir ve bu mesleklere mensup insanlar genellikle diğerlerinin işine karışmazlar. Ama meslekle alakasız bir yönetici, bu insanlardan diğerinin işini de yapmasını isteyebilir, hatta bunun bir meziyet olduğunu bile zannedebilir. Bu yüzden işe alımlarda ne iş olsa yaparım diyen insanları tercih ettikleri ve daha sonra hiç bir işi doğru düzgün yapamadıklarını görüp işten çıkardıkları da çok raslanan bir durumdur. Biz televizyoncular, mesleğe asistanlıktan başlayarak, işi bilen bir ağabeyinin veya ablasının yanında yetişmiş insanların değerini iyi biliriz. Televizyon yayıncılığında, sözünü ettiğimiz gibi hiç bir meslek, teknik liseden veya ilgili fakültelerden yeni mezun stajyer seviyesindeki gençlere teslim edilemeyecek kadar önemsiz değildir. 
Şimdilerde alakasız hevesli/meraklı ve ben bu işi yaparım diyen birisi kalkıyor, kanalın sahibine kendisini “medya mensubu” olarak tanıtıp, kabul ettirerek kanallarda yer edinmeye çabalıyor. Yaşanan olası senaryoları düşünmek bile istemiyorum. Bir ara çok revaçtaydı bu “medya mensubu” kavramı. Ne iş olsa yaparımcıların sığındığı son paravan. İşi ucuza getirme, patrona yük olmama çabalarını elbette çok iyi anlıyorum, ama iş bilmez elemanlarla iş ucuza gelmez, tam tersi pahalıya mal olur. Bunu anlayana kadar geçen süre de bahsettiğimiz hevesli/meraklı yöneticilere eksi puan olarak yazılır. Seyirci ise hiç affetmez, kumandanın tuşuna basıp başka bir kanala geçiverir.  
Haber kanallarının hala vazgeçemedikleri bir takıntıları var. Aynı stüdyo içindeki konukları, çok sayıda minik çerçeveler içine alarak güya hiç bir konuşmalarını, jest ve mimiklerini kaçırmamak adına başvurulan yöntem. Saçını başını kaşıyan, telefonunda mesaj okuyan, yarım saat hiç konuşmayan konuğun çay içişini izliyoruz. Genellikle yan yana iki çerçeve olarak kullanıldığı ve kelebek kanadına benzetildiği için bu yönteme  “kelebek” deniliyor. Dünya televizyonlarında kelebek ile ekranı ikiye, üçe bölerek yan yana çerçeveler içerisinde konukları yerleştirmek sadece dış bağlantılarda, yani reji yapılamayan dış görüntü kaynaklarının olduğu yayınlarda kullanılır. Aynı stüdyoda oturan karşılıklı konuşan insanlar olduğu zaman ise çok kameralı reji yapılır. Bizdekilerin dünya haber kanallarını izlemedikleri çok belli. Kendilerine rakip gördükleri yerli kanalları izleyerek, onları taklit etme derdindeler. Bozacının taklit ettiği kişi şıracı. Oysa işi bilen birisi için aynı stüdyo içerisinde yan yana oturan insanları minik çerçeveler içine yerleştirmek “reji yapamıyorum” demektir. Yönetmen geçinen arkadaşların aslında sadece resim seçicilik yaptıkları anlamına gelir. Yanlış anlaşılmasın resim seçiciliği küçümsemiyorum, rejinin en önemli unsurlarından birisidir resim seçicilik. Ama az önce bahsettiğim gibi televizyonculuk başlığı altındaki farklı mesleklerdir, yönetmenlik ve resim seçicilik. Resim seçicilikten gelmiş pek çok yönetmen aradaşım var, hem resim seçip hem de yönetmenlik yapan da var, çoğu da başarılı. Ama bu başarı, şahsi çabalarıyla kendilerini yetiştirmiş, işini çok seven özel insanlar olmalarından kaynaklanıyor. O yüzden vardiya sistemiyle çalışıp, bir an önce yayın bitse de eve gitsek mantığıyla çalışanlardan ayrı tutuyorum.
Haber kanallarında deneyimli insanların gereksiz masraf diye düşünülerek işten çıkarılması ve eleman eksilterek bütçe denkleştirilmeye çalışılması, yayınlara kalitesizlik ve monotonluk olarak yansıyor. Yeni içerikler, formatlar üretemeyenler her gün aynı radyo programlarını seyirciye televizyon programı gibi sunmaya devam ediyorlar. Ucuzculukta yarıştıkları için de patronaj tarafından tercih ediliyorlar. Ama seyircinin kaliteli içerik sunan ücretli platformlara kaçtığını hala fark edemediler. Youtube’daki videolar, canlı yayınlar bile kanallarla yarışır hale geldiyse, bunun sorumlusu kötü yönetimdir. 
Haber beklemez, haberin peşinden koşulur, habercilik zamana karşı yarışmaktır ve erken davranan haberi seyircisine tez ulaştırarak, diğerlerinin önüne geçer şeklindeki anlayış da yavaş yavaş yok oluyor. Saatlerce süren programlarda, elindeki bir çubukla monitör önünde ders anlatması istenen konuklara geldi dayandı habercilik. Yaptığı röportajlarla, programlarla gündem oluşturan, devletler arası ilişkileri bile yönlendiren habercilerden, stüdyoda her gün, hep aynı konuklarla saatlerce konuşanlara kadar gelindi.
Daha şu yoğun gündemlerde bile haber sıkıntısı çekip, emekli maaş zamlarını her gün elinde tebeşirle bir “uzman”ı ekrana çıkararak hesaplamaya çalışan, asgari ücret görüşmelerini destanlaşan şekilde günlerce ekran getirirerek, market zincirlerinin zam üstüne zam koymalarına sebep olanlardan bahsedemeden yazımızın sonuna geldik. 
Meslek adına seyirciden bir televizyoncu olarak olarak özür diliyorum. Kusura bakmayın ekonomik kriz dönemlerinde işten çıkarıldık, mesleğimize sahip çıkamadık.