İnsanoğlu demokrasiyi icat ettiği gün, beklenmedik bir kaç soru da ortaya çıkıverdi.
Kim daha çok demokrat?
Nerede, hangi ülkede daha çok demokrasi var?
Kim otokrat? Kim faşist, kim özgürlükçü ve halktan yana?
Bir yandan demokrasinin gereklerini uygulamak yetmiyor, diğer yandan da birilerini ne kadar demokrat olduğunuza ikna etmek zorundasınız. Şimdilerde çok moda olan “ben kül yutmam” diye başlayan diyaloglar, demokrasiye olan inancımızın sorgulanmasına kadar gidebiliyor. Kendisini aldatılmış, kandırılmış hisseden günümüz insanı, böylesine savunma mekanizmaları geliştirmeye başladı.
İngiltere’deki Meşruti Krallık rejimini demokrasi göstergesi sayanlar, bu topraklarda I. ve II. Meşrutiyetin Osmanlı döneminde ilan edildiğini nedense bilmezden geliyorlar ya da gerçekten bilmiyorlar. Hatta Kanun-i Esasi adı verilen anayasa uyarınca iki parlamentonun oluşturulduğundan bile haberleri yok. İngiltere’deki Lordlar Kamarası ve Avam Kamarası benzeri bir yapılanmaydı. Bu ikili meclis düzenini, daha sonra uygulanmaya başlanan Parlamenter Rejim’deki, Millet Meclisi ve Senato’dan hatırlıyoruz.
Kendimize yönelik demokrasi eleştirileri yaparken, ideolojik illüzyonlar sunanların etkisinde kalmamak gerekiyor. İnsanların bilgisizliğinden faydalanarak, ortaya atılan haplaştırılmış sloganvari sözlerle taraftar bulma çabasındaki politikacılardan bıktık. İlk düğmesi yanlış iliklenmiş illüzyonlarla, çığırtkanlığını yaptıkları bol yaygaralı ideolojik yöntemlerine uzun vadede kimse kanmıyor.
Gelelim toplumumuza uygulanan demokrasi eleştirisi adı altında yapılan algısal çalışmaların sonucunda olarak oluşan, demokratlığımızı ispatlama duygusunun bize nelere mal olduğuna. Demokratlığımızı, demokrasiye olan tutkumuzu ve inancımızı ispatlamanın nesi kötü diye düşünebilirsiniz. Eğer dünyanın gözü önünde, onlarca gazeteciyi ve onbinlerce masumu katleden “dinci ve ırkçı yönetime sahip” bir devleti içimizdeki birileri hala demokrat, ilerici, çağdaş hatta laik olarak kabul ediyorsa ve onu eleştirenlerin demokrasiye olan inancını sorgulama hakkını kendilerinde görebiliyorsa, yanlış giden bir şeyler var demektir.
Biz demokratız, demokrasi yanlısıyız, diğerleri gerici ve faşist algısını katı bir toplumsal tavra dönüştürmenin bölücülük olduğunu hala anlayamayanlar var. Yakın akrabasını siyasi görüşü yüzünden öteleyen, sırf kıyafeti ve inançları farklı diye yıllarca arayıp sormayan insanlar aramızda yaşıyor.
Bu tür tavırlara maruz kalan insanların politik davranışlarına bakınca demokratik haklarını savunmak açısından nispeten çekingen olduklarını görüyorum. Oy verip seçtikleri iktidarın da sürekli demokratlığının sorgulanması, her icraatinden farklı bir anlam çıkarılarak otoriterlikle suçlanmasının sonuçları ise çok daha vahim. Her uygulamasında demokrat olduğunu ispatlamaya çalışan bir iktidar, ülkenin meselelerinin üzerine tam anlamıyla gidemiyor. Hukuk kuralları, yasalar uygulanmıyor diye eleştiriler yapılıyor, ama yasalar uygulandığında ise devleti yöneten iradenin antidemokratik olmakla suçlandığını görüyoruz.
Terör olaylarının yaşanmasını hiç birimiz istemeyiz. Milletimiz yıllardır terör belasından çok çekti, kaynaklarımız Türkiye’ye musallat edilen Pentagon beslemesi terör örgütleriyle mücadele ederken harcandı. Teröristlere ve destekçilerine karşı uygulanmak üzere parlamentomuz tarafından hazırlanmış yasalarımız var. Görevdeki yürütme ve yargı organları, yasaları uyguladığı anda nasıl tepkilerin geldiğini geçen hafta gördük. İlgili bakanlık yasaları uyguladığı için, bizi yurtdışında rezil ettiniz diyen siyasiler bile oldu. Hangi ülkede olursa olsun terör olayları yaşandığı anda, bu durum devlet için bir zafiyet oluşturur ve iktidarların prestij kaybına yol açar. Peki böyle bir durumda demokrasi diyerek terörist destekçilerine arka çıkan, yasalar uygulandığı için ortalığı kaldıran partinin, terör yüzünden prestij kaybetmiş bir iktidarın alternatifi olma ihtimalini neyle açıklayacağız? Ben kül yutmam demekle olmuyor bu işler.
Demokrasi eleştirileri tabii ki olmalı, ama yasaların uygulanmasına karşı çıkmak demokrasinin gereği mi diye de düşünmek gerekiyor. Bu tür illüzyonlarla oy toplamak amacıyla siyaset yapmanın modası artık geçmeli. Emperyalizmin Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısına, halkımızın güvenliğine yönelik tehditleri söz konusu olduğunda, Gazze’deki katliamlara dur demek için gösteri yapan üniversite öğrencilerine bazı Batılı devletlerin uyguladığı şiddet aklımıza gelmeli. Dünyaya demokrasi dersi vermeye kalkışanların, halklara sunduğu illüzyonların döküldüğü zaman nasıl çirkinleştiklerini gördük.
Demokrasi eleştirilerinin varlığı elbette önemli. Ama bir yandan seçilmişlere hukukun üstünlüğü dersi verme çabasına girip, diğer yandan yasalar uygulandığında demokrasi zedelendi demek politik ahlaka sığan bir tavır değil. O halde söz konusu yasaların değişmesi için yasama organında mücadele versinler görelim.
Tepkisel bireyler olmak yerine, siyasi rejimleri ve sistemleri, demokrasinin kurallarını ve dünyadaki örneklerini bilen, farkındalığı yüksek yurttaşlar olmaya çalışmak daha önemli. Yoksa giderek hayatımıza daha fazla giren “medyalar” sayesinde demokrasiyi kuralsızlık zannedip, kuralları uygulayanları da otoriterlikle suçlar hale geliriz. Bizim bu tavrılarımızın, politik ortamda karşılığının olduğunu bilmek de önemli. Yaşam kalitemizi yükseltmek, huzur içinde yaşamak için nelerin öncelikli olduğuna dikkat edelim yeter.