Bu bölümde Hasan Aksay’ın milletvekilliklerini, Millî Nizâm’ın Millî Görüş’e dönüşme sürecini ve devlet bakanlığını değerli okuyucularımızın irfanına arz ediyoruz.
Sözlü Tarih çalışmamızın sekizinci bölümünde portalımızın ve gazetemizin satır aralıklarında gazeteci, yazar, Adana ve bahusus Türkiye siyasetinin duayenlerinden, Millî Görüş Hareketi'nin müessislerinden, Millî Gazete'nin kurucusu ve başyazarı, TBMM I. (XII), II. (XIII) ve V. (XVI) Dönem Adana IV. (Adalet Partisi) (XV) Dönem İstanbul Milletvekili (Milli Selamet Partisi) ve 39. Hükûmetin Devlet Bakanı (I. Milliyetçi Cephe Hükûmeti) Hasan Aksay’ı misafir ediyoruz.
Bu bölümde Hasan Aksay’ın milletvekilliklerini, Millî Nizâm’ın Millî Görüş’e dönüşme sürecini ve devlet bakanlığını değerli okuyucularımızın irfanına arz ediyoruz.
İbrahim Ethem Gören: 1961 Adana milletvekilliğinden sonra 1965 milletvekilliğiniz?
Hasan Aksay: İbrahim Ethem bey, ilk günlerden beri partinin milletvekili ve genel idare kurulu âzası olarak başladığım vazifeye 1965 seçimlerine kadar hem Ragıp Gümüşpala, hem de Saadettin Bilgiç Bey zamanında kesintisiz devam ettim. Bu arada Kütahya Adalet Partisi İl İdare Heyeti Ankara’ya gelerek Genel Başkanımız Sadettin Bilgiç’e “Biz merkezin gösterdiği iki kişiyi, Adalet Partisine Kütahya milletvekili olarak seçtik. Ama bu gürültüde biri Halk Partisi’ne geçti, diğeri de bağımsız olmak üzere istifa etti. Bize bir milletvekili vermez iseniz biz de il teşkilatını kapatacağız” dediler. Sadettin Bey beni vazifelendirip “Hasan, buranın milletvekilliğini de yapacaksın” dedi. Ben neredeyse Adana’dan daha fazla Kütahya ile ilgilendim. Gerekçem açıktı. Adana milletvekili olduğum için Adana teşkilatı ile ilgilenmem neticede benim milletvekilliğimi ve şahsî hayatımı da içine alıyordu. Ama ben Kütahya’ya giderken çok saf bir memleket ve vatan sevgisi ile gidiyor, onun için ayrı bir huzur duyuyordum. Adalet Partisi’nin Kütahya İl Başkanı 1960 İhtilâli’nde emekli edilmiş çok değerli bir binbaşıydı. Bu süreçte Kütahyalılar da beni sevdi. Büyük Kongre’de “sen ne diyorsan öyle oy vereceğiz” dediler. Hakikaten de öyle yaptılar. Fakat Kongrede Sadettin Bilgiç Grubu olarak biz kaybettik ve Süleyman Demirel Genel Başkan oldu. Demirel’in ekibi Adana merkez ilçe ve Osmaniye’de görevdeki arkadaşlarımı feshederek yeni teşkilat kurdu. Bu gelişmeye rağmen 1965 seçimlerinde Adana milletvekili olarak seçimleri kazanmak nasip oldu. Partimiz de başarılı oldu.
Millî Nizam Partisi’nin kuruluş sürecini de özetlemenizi istirham ediyorum.
Şöyle… Seçimi kazanan Demirel, Halk Partili olduğu bilinmekte olan Hasan Esat Işık’ı TBMM dışından Hariciye Bakanı olarak seçti. Adalet Partisi, Sadettin Bey’in başkanlığında toplanarak “Halk Partisi’nden bir milletvekili veya senatörü bakan olarak seçebilirsin. Milletvekili olmayan birini seçtiğin zaman, bu demektir ki Türkiye’nin en büyük partisi olan Adalet Partisi içinde Hariciye Bakanı olacak kimse yoktur demektir. Biz seçmene, millete bu hakareti yaptırmayız” dedik. Demirel “ben yapacağım” dedi. Bu durumda aynı fikirde olduğumuz Sadettin Bey’le beraber olan bir grup arkadaşımızla birlikte toplantılara başladık. Meclis’te değil grupta ret oyu verecektik. İlk toplantımız 8-10 milletvekili ve senatörle gerçekleşti. Sadettin Bey, Trabzon milletvekiline -kaç kişi olduğumuzu bilmek için- grupta kırmızı vereceklerin imzalarını almasını söyledi. İmza atmalar başlayınca, “Sizinle beraberim ama ilahiyatçı olduğum için sık sık, gereksiz yere yemim etmemem gerekir, bu nedenle imza atmayayım” dedim. Sadettin Bey de bu durumda “Hasan imzalamasın” dedi. Fakat gün geldi, imzalayanlar 94 kişi olunca, parti grubunda da olsa, partinin büyük yara alacağı görüşüyle bütün arkadaşlar imzadan vazgeçtiler; yalnız imzaları toplayan arkadaşımız ve söz verdiğim için ben ret oyu vermekte ısrar ettik. İmzaları toplayan arkadaş, “yarın bizim aleyhimizde kullanmak için kırmızı veriyor” dendi. Bana da “ilk günden niye Başbakanla kötü oluyorsun, imzan da yok. Sen de vazgeç” dediler. Bu imza atmama ve ret oyu verme meselesi nihai kertede Millî Nizam Partisi’ni mecburi istikamet haline getirdi. Demirel‘le de hiç ters düşmedik. Fakat imzaları toplayan arkadaşımız Adalet Partisi’nde duramadı, istifa etti, Halk Partisi’ne girdi. Politikada da yolun sonuna geldi.
1965 seçimlerinden sonra TBMM’ye seçilip gelenler olarak yine Sadettin Bey’in etrafında toplanmaya başladık. Profesör Osman Turan’ın evinde yaptığımız bir toplantıda Ordu Milletvekili Şadi Pehlivanoğlu “35 senatör ve milletvekili toplandık. Daha ne zaman parti kuracağız? Ya partiyi kuracağız, ya da parti içinde iktidara gelmemiz lazım. Birbirimizden ayrılmamaya yemin edelim” dedi. Yemin etmeye başlandı. Sıra bana gelince “biliyorsunuz yarını bilmiyoruz, ben yemin etmiyorum ama beraberiz” dedim. Bunun üzerine Osman Hoca’nın evinde bir soğuk hava esti! Benden sonra beş on kişi daha yemin etti. Rize milletvekili Arif Hikmet Güner Bey’e sıra geldiğinde “Hasan yemin etmiyor, ben de etmeyeyim” dedi. Bunun üzerine yemin etme faslı tamamlanınca Sadettin Bey, gelecek toplantının ne yerini, ne de zamanını söyledi.
Arif Bey’le evlerimiz yan yana. Benim arabayla evimize dönerken “Arif Bey, ne yapacağız biz şimdi, bu arkadaşlardan yüz düştük, Halk Partisi’ne gidemeyiz, başka hizmet edecek bir parti de yok, millete de söz verdik, ne yapacağız?, milletvekili olarak hizmet ederiz” dedi.
“Demokrasilerde milletvekilleri parti ile hizmet eder. Tek başına milletvekili olarak hizmet etmenin şartları oluşmamış. Parti olmak lazım”. “İki kişi parti kuramayız. “Ben de kolay olmadığını biliyorum ama beraber konuşalım“ dedim. Gece saat bir buçuğa kadar konuştuk. Arif Bey, benim kurmaya mecbur olduğumuz partiyle ilgili fikirlerimi çok beğenmekle birlikte iki eksiği var dedi: “Bir, önce istişareyi daha etraflıca yapabilmemiz için üç kişi olmamız lazım. Diğeri bundan daha önemli. Ümit ettiğimiz adama bir vazife verdiğimiz zaman, anında yapılmasını sağlayacak bir etkinliğe sahip olmamız lazım”.
Müzâkerelerimiz tamamlandığında havaalanından uçak saatini öğrenelim. Akabinde Ali Haydar ağabeyine telefon ederek “vatan ve millet için çok önemli bir konuyu konuşabilmek için senin burada olman lazım” dedim. Ağabeyim “Tamam, hemen ilk uçakla yola çıkacağım, havaalanından beni alın” dedi. Millî Nizâm Partisi’nin kuruluş süreci de böyle başladı. Senatör ve milletvekili olarak ilk sırada gelenler Hüseyin Abbas, Ahmet Tevfik Paksu gibi arkadaşlar oldu.
“Aziz Milletimiz; Bugün, daima Hak'ka bağlılıkta, Hakk’ı tutmakta, iyiyi destekleyici, kötüyü men edici hüviyetiyle insanlık tarihinin en ulvi mahreki üzerinde yürüyen Büyük Milletimizin çeşitli tesirlerle kendi yolundan saptırılması gayretlerinin hüküm sürdüğü oldukça uzu” bir devreden sonra yeniden ulvi ve şanlı tarihi yörüngesi üzerine oturtulması için füzelerin ateşlendiği gündür. Millî Nizam Partisi; Milletimizi karışık ve karanlık devrelerden sonra aydınlığa götürecek, onu parlak tarihi yörüngesi üzerine yeniden oturtmak için ateşlenen güçlü füzedir. Bugün bu füzenin ateşlendiği gündür. Bugün bu mutlu gündür. Bütün milletimize uğurlu ve hayırlı olsun. Ey daima Hakk’ı tutmak, iyiyi sağlamak ve kötüyü menetmek yolunda bulunmak üzere seçilmiş mümtaz ve Aziz Milletimiz! “ manifestosuyla kurulan Milli Nizam Partisi nezdindeki hizmetleriniz?
Niyet bu ama tabi yarının şartlarını yaratan Allahu Teâlâ’dır. Milletin ve insanlığın takdiri önemlidir.
İki yıl süren hizmet döneminin ardından Anayasa Mahkemesi 1971 yılında partinizi hangi mülahazalarla kapattı?
Anayasanın laiklik ilkesine ve Atatürk ilkelerinin korunması prensiplerine aykırı olması iddiasıyla kapattı.
Bu sürece kamuoyunun tepkisi ne yönde oldu?
Bu tür siyasi kararlara karşı kamuoyunda önemli tepkilerin doğması insanlık tarihinin ortaya koyduğu değişmez bir gerçektir. Nitekim Menderes’in idamına da, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamlarına da önemli tepkiler olmuştur.
Millî Nizam’ın Millî Görüş’e dönüşme süreci?
Zaman ve şartlar süratle değişmektedir. Siyaset, değişen şartları dikkate alarak, milletleri daha ileri seviyeye ulaştırmak için, milletin ve vatanın toplam gücünü de kullanarak, milletleri maddi ve manevi çok daha iyi bir yaşam seviyesine taşımanın sorumluluğunu ve mücadelesini yaşatmaktır. Allah insanı bütün mahlûkattan üstün yaratmıştır. Bu üstünlük ne kadar devam ettirilebilirse ileriye doğru gidiş o kadar sağlıklı olur. Bu üstünlüğe biz insânî yüceliğin iman ve ahlâk yüceliği diyoruz. Bu iman ve ahlâk yüceliği ileriye bakışın sağlığının temelini teşkil eder. İnsânî yüceliğin değişmez değerleri hadiselerdeki tayin edici rolünü kaybederse yol bataklığa düşer.
Hasan Aksay: Işık gelince karanlık, hak gelince bâtıl zâil olur.
Mühim olan insanın bütün mahlûkattan üstün olduğunu bilerek kendi yüceliğini kaybetmeden yoluna devam etmesidir. İnsan kendi yüce fıtrat değerlerinden uzaklaşıp, yalan ve yanlış içine düşerse karanlıkta kalıyor demektir. Karanlığın kendini koruyacak bir değeri yoktur. Işık gelince karanlık, hak gelince bâtıl zail olur. Yalan ve yanlış çatısı altına girenler, insani yüceliğini kaybeder, çatı çökünce de enkaz altında kalır.
MSP İstanbul Milletvekilliğiniz? Partisi’ndeki hizmetleriniz? Türk Parlamenterler Birliği’nde ve Anadolu Kulübü’nde hizmetleriniz?
Bu dünya bir imtihan dünyasıdır. İnsan bütün mahlûkattan üstün yaratılmış ve bu imtihan dünyasını muhakkak fıtrat değerlerini kaybetmeden, tahrip etmeden geçmesi lazımdır. Sahip olduğu bu yüce değerlerin gereği ise iyiliği hâkim kılmaktır, diğer bir ifadeyle “insanların hayırlısı insanlara faydalı olandır.” Bu faydalı olmanın ilk şartı insanın yalan ve yanlış içerisinde, kötülük batağının içinde boğulmadan, kendinden daha aşağı olan mahlûkatı erişmek istediği hedef olarak seçmeden kendi hedefine yürüyebilmesidir. Hayat bir bütündür. Parça parça değil bütün olarak ele alınmalıdır. İyiliğin hâkim olması için çalışmak, insanın hayattan üstün değeri bularak, o değere sahiplenmesi ve bu hedeften sapmadan yoluna devam etmesidir. İnsanın yaptığı işlerin büyüklüğü küçüklüğü değil, niyeti, samimiyeti ve imkânları nispetinde en güzel şekilde yapma çabasıdır.
Milletvekili olmadan önce de, siyasetin insânî yüceliği toplum olarak,vatanın kaynaklarıyla bütünleşerek, İslam’ın iman ve ahlâk değerlerini hadiselere nakşederek, orada görünür ve yaşanır hale getirmenin bir vazife olduğunu babamın anlatımından ve evimizde yaşanan hayattan öğrenmiştim Buradan da babamın son altı yıllık İstanbul tahsili, aynı zamanda Osmanlı Mebusan Meclisi’nde parlamenter olan müderrisinden ve muhitinden öğrenerek geliştirdiği bir siyaset anlayışı olduğunu görüyorduk.
Babamın siyasete çok önem verdiğini arz etmiştim. Benim ilahiyatı seçişim bu işin temelinden başlama gayesinden ileri geldi. Bir adacık krallığı iken üzerinde güneş batmayan bir sömürge imparatorluğu kuran İngiltere’nin 1. Cihan Harbi, İsrail ve Ortadoğu planıyla çocukluğumun geçtiği yıllarda, Mehmet Akif’in “Hele ilanı zamanında şu mel’un harbin/ Bize efkar-ı umumiyesi lazım garbın/ O da Allah’ı bırakmakla olur herzesini/ Halka iman gibi telkin ile, dinin sesini susturanlar”ın seslerinin yükseldiği bir devirdi. Bunun tek çaresi, insanın kendi yüce değerlerine sahip olması ve değişmez değerlerle bütün mahlûkattan üstün olarak, iman ve ahlâk değerlerinden taviz vermeden yoluna devam etmesiyle mümkündü.
Arz ettiğim mülahazalarla ben Adana’da iki dönem milletvekili olmuşken, Adana milletvekili olmak istemediğim için İstanbul’a gitmiş değildim. O dönemde, İstanbul’da Milli Gazete ve Yeni Devir Gazetesini çıkardığım ve gazetenin başında bulunmak için İstanbul’dan aday oldum.
Millî Nizâm Partisi’ni kurduğumuz zaman İstanbul’da çok değerli kardeşlerimizle bir İdare Heyeti teşekkül ettirdiğimiz halde, bu arkadaşlarımızın ısrarıyla, Ankara’da bütün Türkiye için Teşkilatlanma Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı olduğum halde, aynı zamanda İstanbul’un da İl Başkanı seçildim. O tarihte İstanbul’un mevcut otuz altı ilçesinde teşkilat kurdum. Ben nerede görev varsa o göreve talip oldum. Millî Nizâm kurulurken seçimlere çok az bir zaman kaldığı için, otuz beş aday tespit edilerek, kendi memleketlerinde veya farklı illerde bağımsız aday gösterildi ve bunlardan Necmettin Erbakan bağımsız aday olarak kazandı. Bana gelince… İstanbul’dan bağımsız aday olmam yönünde yapılan bütün ısrarlara rağmen bağımsız aday olmadım ve meclis dışında kaldım. Unvana değil hizmete talip olarak siyaset sahnesine çıktım. Kendi isteğimle talip olduğum hiçbir imtihanda veya seçimde reddedilmiş değilim. İmkânım olduğu sürece, hangi siyasi parti olursa olsun, gerek Adalet Partisi’nde, gerek diğer partilerde kendi imkânlarımı kullanmayı tercih ettim, “buradan harcırah alıyorum” diyerek düşünmemek ve samimiyetime zarar vermesin duygusuyla, ben bu işi gönülden bir vazife, iman ve ahlâk davasıdır diye yaptım.
TBMM’ye ğece saat bire kadar çalışarak gelsem de, siyasi biyografiler, kitaplar veya meclis zabıtlarından okumadan yatmadım. Mesela sahaflarda –bana rast gelmese belki bir liraya verilecek olan- kabı yırtılmış, yıpranmış Hitler’in Kavgam kitabı vardı. Fakülteyi bitirdiğim zaman 167 lira aylıkla görev kabul ettiğim zamanlar, bedeli 2,5 lira olan bu eskimiş pörsümüş kitabı 45 liraya aldım. Maksat her görüşü, her düşünceyi kavrayabilmekti. Bütün işlerimin yanında ayrıca her gün en az bir adet olmak üzere Millî Gazete’ye başmakale yazdım.
Millî görüş nezdinizde hangi karşılıkları buluyor?
Sualinizi iyilik, hak, adalet, iman, fıtrat bağlamında ele almak isterim.
Lütfen…
Zaman içinde değişmeyen ve değişebilen kavramlar vardır. Bir de kavramları muhite göre yorumlayan münafıklık tavrı vardır. Bu bakımdan değişen kavramlara sıkı sıkıya bağlanmak, insanı kendi yaşadığı zamanın dışına çıkarabilir, yanıltabilir.
Hasan Aksay: Kur’ân-ı Kerîm’e uymayan herhangi bir izah veya kavram değerini kaybeder.
İslâm iman ve ahlâkının insan fıtratındaki değişmez esaslarının sahibi olması, Kur’ân-ı Kerîm’in değişmez hakikatinden doğmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’e uymayan herhangi bir izah veya kavram derhal değerini kaybeder. Onun için Osmanlı usul kanunlarından Mecelle “def-i mazarrat celbi menfaatten yeğdir” der. Karşımıza bir mesele geldiğinde bunun öncelikle insânî yüceliğe uygun olup olmadığına bakılmalıdır. “Ahmet söyledi, Mehmet söyledi” ile hak olmaz.
Hasan Aksay: İyilik, haklı hareketin ulaşmak istediği hedeftir.
İyilik, haklı hareketin ulaşmak istediği hedeftir. Bütün peygamberler kendinden önce gelen peygamberlerin doğru söylediğini tasdik etmişlerdir. Bu tasdik, değişmeyen hakikatlerin belgesidir ve Kur’ân-ı Kerîm’in 6666 ayeti ile de tasdik edilmiştir. Bugüne kadar da insânî yüceliği doğuran değişmez fıtrat değerlerinin, İslam’ın iman ve ahlâk değerlerinin tek bir yanlışını delilleriyle söyleyebilen hak düşmanı hiç kimse yoktur. Fakat burada önemli bir noktaya da dikkat etmek gerekir. “Her hakkı söylüyorum” diyenin söylediği hak olmayabilir veya ilk söyleyenler hakka uygun olarak söyleyebilir fakat nakledenler bunu yanlışa dönüştürebilir. İnsanlık tarihinde bunun misalleri çoktur. Hakikatten uzak efsaneler maalesef dini ayinler gibi ritüeller din olarak takdim edilmektedir. Meryem Ana’nın başındaki örtüyü kabul ederek saygı duyanlardan örtüye düşman olanlar vardır.
Sözün bu yerinde Millî Görüş hareketinin Anadolu ve İslâm coğrafyası için önemini de konuşalım dilerseniz.
Milli Görüş hareketi büyük bir diriliş olarak başladı, devlet hizmetleri olarak devam ediyor. Mesele isim meselesi değil ruh meselesidir. İsmi, değişmez ruhun dışına taşırsak, isimleri kullanarak birliğe kavuşmamız zorlaşır. Çünkü insânî yücelik, değişen ve yanlışa yönelen isimlerin değil, samimiyetin, dürüstlüğün, doğrunun ve hakkın ta kendisidir. Bugün birçok zengin ülke, anarşist ve teröristleri, servetleriyle asker gibi kendi lehlerine kullanmaktadır. Bu terörist ve anarşistlere, hürriyet için çalışan millî kuvvetler elbisesi giydirilmektedir. Sadece insanlığı yanıltmak istiyorlar. Yanılmamak için dikkat ve samimiyetle, insanlığın bir araya gelerek düşünmesi, tedbirler oluşturması gerekmektedir. Yanlışa düşmemek ne kadar dikkate değerse, bir tuzağa düşmemek de o derece zaruridir.
Millî kalkınmanın yanında manevi kalkınma, manevi inkişaf nasıl temin edilecek?
Samimiyet, gayret, sistem, dayanışma ve insânî yüceliğin yolundan sapmamak kararlılığıyla, iyilerin kardeşliğiyle sağlanacaktır. İnsanlık tarihi bu konuda fakir zengin, güçlü güçsüz milyonlarca örnek vermiştir. Bunların çoğu iyiliğin ne olduğunu göstermekte, birçoğu da kötülükten nasıl sakınmak gerektiğini göstermektedir. Bilâl-i Habeşî (ra) iyilik tarafına, Hitler ise bütün gücüyle, tek başına bir Cihan Harbi başlatma gücüyle, diğer tarafa örnektir.
Bunca gayrete rağmen topyekûn mânevî kalkınmanın gerçekleşememesini nasıl izah etmek mümkün?
Bu bir imtihan dünyasıdır. Burada hedefe gitmekten ziyade, bu hedefe giden insanların yolda kalıp kalmayacağıdır. Nitekim eksiklerinin tamamlanması için bir ömür boyu imtihan devam etmektedir. Bunun için de Allah Teâlâ insana bilmesi lazım geldiği halde bilmediğini, imanı ve ahlâkı öğretiyor. 6666 ayet, birbirini tasdik eden peygamberlerinin önderliği, günde beş vakit minarelerden çağrı ile, hiç kimseye baskı yapılmadan, kendi idraki, izanı ve iradesi ile bütün hayat boyu muazzam bir eğitime tabi tutmaktadır. İmtihan-ı Kübra dediğimiz, bu dünya imtihanının sonunda, yalnız daha iyi bir dünya yolculuğunu yapabilecek insanlar, Fatiha Sûresi’nde zikredilen “nimet verdiklerinin yolu olan yola” iletilecektir.
39’uncu dönem 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin hizmetleri ve hükûmetteki Devlet Bakanlığı’na müteallik görev ve mesuliyetleriniz?
Bakış ve dava konusu itibarıyla, insânî görev ve mesuliyetlerimin hiçbirisini diğerinden ayırmadan, imkânım nispetinde yapmaya çalıştım. Bu nedenledir ki, iki senelik Kütahya milletvekilliğimde, Kütahya ile neredeyse kendi seçim bölgemden daha fazla ilgilenmek durumunda kaldım.
Devlet Bakanlığımda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün mesuliyetlerini üstlendim.
TBMM nezdinde milletvekili olarak görev aldığınız komisyon ve üyelikler?
Her komisyonun farklı önemi olduğu için tanımak ve hizmet etmek amacıyla hemen hemen her komisyona girdim. Örneğin ilk sene Milli Eğitim ve Bütçe komisyonlarının ikisine birden girdim, daha sonra da genellikle iki-üç komisyonda görev aldığım için pek çok komisyonda bulundum. Belediye hesaplarını tetkik eden komisyona, hatta beş kişilik Meclis hesaplarını inceleme komisyonuna da girdim. Avrupa Parlamentosu’ndaki 15 kişilik grupta ikinci başkan seçilerek iki sene görev yaptım.
TBMM silahla tarandığında içeride mahsur kaldınız. O süreçte neler yaşadınız?
22 Mart 1963’te Darbe Mahkemesi’nin hapse mahkûm ettiği Celal Bayar, Kayseri Hapishanesi’nden tahliye edildi. Caddeler, kalabalıkları alamaz oldu. Celal Bayar’ın Ankara’ya girişi benim tahminime göre, darbenin iç kanadı tarafından da desteklenerek, Menderes idam edildiğinde bir şey olmadığı halde, buradaki abartılı karşılama, Adalet Partisi üzerindeki baskıları şiddetlendirmek içindi. Bu baskı hedefine de ulaştı. Bu keyfiyet Adalet Partisi’ne yönelik baskının artmasına neden oldu. Bu kalabalığın başıboş bırakılmayacağı, iktidar ve ihtilâl tarafında tepki göreceği belliydi. Meclis binasına, lokantanın bulunduğu cepheden üç gece boyunca aralıklarla, makinalı tüfek atışı yapıldı. Hemen ardından Necati Bey Caddesindeki AP Genel Merkezi binasının tahribinden sonra Kızılay’a taşıdığı İdare Merkezinde de çok acı hadiseler yaşandı.
Kara Kuvvetleri Eski Komutanlarından Orgeneral Ragıp Gümüşpala o dönemde Adalet Partisi Genel Başkanıydı. Gümüşpala Rahmetli, Celal Bayar gösterisinin muazzam kalabalığı görülür görülmez tüm genel idare kurulu üyelerimizi Meclis’e çağırdı. Bizler de vakitlice Meclis’te toplandık. Üç gün, üç gece boyunca Meclis’ten çıkmamak üzere koltuklarda, sandalyelerde sabahladık. O dönem, Meclis tarihinde ilk defa çok sayıda milletvekili istifa etti ve istifa eden vekillerin çoğu da CHP’ye geçti.
O yılların Türkiyesi’nin şartları nasıldı?
O günlerin Türkiye’si Cihan Harbi’nin şartlarının henüz silinemediğini gösteriyordu. Mehmet Akif’in “Viranelerin yasçısı baykuşlara döndüm/ Gördüm de hazanında bu cennet gibi yurdu/ Gül devrini görseydim eğer bülbül olurdum/ Ya Rab! Beni evvel getireydin ne olurdu” dediği gibi Allah hiçbir milleti Cihan Harbi gibi bir felaketle karşılaştırmasın. İnsan, sağlığını bir anda kaybeder ama hastalıktan kurtuluş kolay değildir. Milletler Cihan Harbine muhatap olduğunda bundan kolay kurtulamıyor. 1975 tarihinde benim de bakan olduğum bir zamanda Sinop’taki radarda bir Amerikalı ile bir Türk yarbay nöbet bekliyordu. Meseleyi Bakanlar Kurulu toplantısında konuştuk. “Radar raporlarını bizim yarbayımız da okusun” diye karar alındı. Sayın Başbakanımız Demirel bu kararı ABD’ye ilettiğinde bunun karşılığı olarak ambargolar nedeniyle at arabaları sokağa çıktı.
Geriye dönüp baktığında Milli Görüş siyaset çizgisinde değiştirilmesi, dönüştürülmesi gereken meseleler neler?
Hiçbir toplum düzeni, sistemi, değiştirilemez ve değişmez bir sistem değildir. Şartlarla beraber değişip, gelişmek gerekir. Değişmez olan, bütün mahlûkattan üstün, insânî yüceliği doğuran fıtrat, bilgi, iman ve ahlâk değerleridir. Hatta bu imkânlara göre değişen şartlara uygun yeni sistemler, düzenler ve fırsatlar oluşturmak, iki gününü birbirine müsavi kılmadan ilerlemekle sorumlu olan insânî yüceliğe aittir. “İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır.” Yalan yanlış, iftira, çekememezlik, gurur, kendini beğenmişliği ortadan kaldırmaya çalışmak her insanın temel sorumluluğudur.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
YARIN: HASAN AKSAY’IN CUMHURBAŞKANLARIYLA HUKUKU, DERGİ YAYINCILIĞI, KİTAPLARI VE MİLLÎ GAZETE
İbrahim Ethem Gören/12.09.2024 Yazı No: 615