İnsan iç ve dış uyaranların etkisi altında gündelik hayatında odaklanma sorunu yaşar ve dikkati çalınır.

Göç, savaş, doğal afetler gibi büyük felâketler sadece yaşandığı coğrafyada değil günümüzde teknoloji ile etkileşim ağı güçlü olan tüm insanlığın hayata bakış açısında kalıcı izler bırakır. Bunun yanı sıra kapitalizmin getirdiği rekabet, fırsatları kaçırma korkusu da maruz kaldığımız uyaranların başka bir boyutudur. 

1908- 1970 yılları arasında yaşayan Abraham Maslow,  İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı yıllarda psikolojinin sosyal problemleri çözmede ne kadar az uğraştığına dikkat çeken yaklaşımı ile sosyal psikoloji ve kişilik teorilerine odaklanmaya yönelmiştir. Maslow’un yaşadığı koşullar ile fikirleri evrim geçirmiş psikolojiyi işletmeye uygulamaya odaklanma noktasına gelmiştir. Maslow’un teorisinin kaynağında temel insan ihtiyaçlarının tanımı vardır. 

İhtiyaçlar hiyerarşisi, Maslow’un temel insan ihtiyaçlarını fizyolojikten(en temel) kendini gerçekleştirmeye (hiyerarşinin en üstü) kadar hiyerarşik bir yapıda organize etmesidir. Maslow teorisi daha temel ihtiyaçların yukarıdaki ihtiyaçlardan önce karşılanmasının önemli olduğunu söyler ve piramitte altta en temel ihtiyaçlar vardır. Kişi piramitte yukarı çıktıkça ihtiyaçları daha gelişmiş ve tanımlamada daha çeşitli olur. Kendini gerçekleştirme, başka ihtiyaçlardan farklı olarak eksikliklerden tetiklenmez gelişme odaklıdır. Kendini gerçekleştirme, en gelişmiş insan ihtiyacıdır ve gelişme arzusuna, kişinin kapasitesini en verimli yüksek seviyede kullanmasına bağlıdır, altta yatan eksiklik değil süreç odaklıdır. 

Maslow’a göre ihtiyaç ne kadar önemli olursa, güçlü olarak hissedilir, bastırmak ya da önemsememek güçleşir. Açlık evrensel bir ihtiyaç olarak deneyimlenirken, öz güven ve kendini gerçekleştirme daha az yaygın olarak deneyimlenir. Farklı ihtiyaçlar kişiler arasında yoğunluk bakımından değişebilir ve birden fazla ihtiyaç aynı anda deneyimlenebilir. Maslow hiyerarşisinin tamamen katı olmadığını savunmuş ve çelişkiler ile de baş etmeye çalışmıştır.

Günümüzde Maslow’un çelişkilerini desteklercesine, ihtiyaçlar hiyerarşisinde önemli ile önemsiz ihtiyaçlarımız sürekli yer değiştiriyor. İnsanın zihninde işleyip, hayatında kullanılabilirliğini ölçüp, anlamlandırmaya zaman bulamadığı yığınla bilgi yüklemesine maruz kalması odaklanma sorununu tetikliyor. Fear of Missing Out (FoMO) Gelişmeleri Kaçırma Korkusu, güncel haberleri kaçırma korkusu, özellikle sosyal medyayı aktif kullananlarda başkalarının daha iyi başarılı bir hayat yaşadığı düşüncesi ile kendi hayatını kaçırma endişesini ifade ederken odaklanma sorununu tetikliyor daha ileri boyutta kronik strese neden oluyor. Tatminsizlik duygusunu besleyen, sürekli onaylanma ve beğenilme, takdir edilme arzusu bir başka açıdan yıpratıcı sonuçlar çıkarıyor. 

Alice Harikalar Diyarı’nda hikâyelerinin birinde Kızıl Kraliçe, Alice’i kolundan tutarak sürüklemeye başlar ve “Daha hızlı koş Alice daha hızlı” diye seslenirken onca koşturmalarına rağmen oldukları yerden bir adım ilerleyemezler. Alice şaşırarak sorar, “Bunca zamandır koştuk neden hâlâ aynı yerdeyiz, sanki her şey bizimle birlikte ilerliyor…” Kraliçe de; “Elbette ki başka ne bekliyordun, olduğun yeri koruyabilmen için olabildiğince hızlı koşman gerekiyor, eğer ilerlemek istiyorsan da bunun iki katı hızlı koşmalısın” der.  

Çevreden maruz kaldığımız uyaranlar, bizi hayatın her alanında ödülü belli olmayan bir maratona sürüklüyor. Daldan dala atlayarak hareket noktamızın başında olduğumuzu fark edemez şekilde kaldırabileceğimizden daha fazla yükler taşımaya çalışıyoruz. Neticede, faaliyetlerimiz verimsizleşiyor, kazançtan çok kayıplara uğruyoruz ve en vahim sonucu da stres yüklenip sağlımızı yitiriyoruz. Kendi hayatımı kaçırmayayım endişesi ile bir atık deposu gibi kıymetli varlığımıza, ruhumuza  yüklenirken, kendimizi tanıyamıyor, kendimiz olamıyoruz. Faaliyet alanımız ne olursa olsun verimlilik düşüyor, bireyden topluma nükseden sosyal stres ve şikayetler artıyor. 

Dünya nehrinde insanlık birlikte akmaktadır. Suyun akışına karşı koymak mümkün değildir. Lâkin, “Sudaki taşlara tatlı yuvarlaklığını veren çekiç darbeleri değil suyun raksıdır” sözü üzerine düşünüp hayatımızı gözden geçirmeye değer…