Yunan düşüncesi ve Hristiyanlığın etkisiyle, uzun yıllar Batı dünyasında ticarete sıcak bakılmamıştır.
On üçüncü yüzyılda yaşayan Aziz Thomas, tüccarları köle, köleleri de yöneticilerin denetiminde, canlı makina olarak gören Aristo’yu izleyerek, toplum hayatında ticareti, doğal bir eylem gözüyle bakmaz. Aydınlanma öncesi Avrupa’da ticaret, katlanılması gereken bir toplumsal kötülük olarak görülmüştür.
Aydınlanma dönemiyle büyük bir hız kazanan, pozitivist ve seküler akım içinde bilimlerden, kutsal kitapların izleri bütünüyle silinmiştir. Son iki yüzyılda Fizik ve Kimya gibi, başta Ekonomi olmak üzere, sosyal bilimlerin de kutsal kitaplardan bağımsız olduğu ileri sürülmüştür. Ekonomi Yirminci yüzyılda, Hristiyanlığa tepki olarak, kutsal kültüre dayanmayan, seküler bir bilim olarak ele alınmıştır ve merkezine ekonomik insan yerleştirilmiştir.
Dünyada bütün boyutlarıyla, hayatı kavramadan ticaretin işlevlerini kavramak mümkün değildir. Ticaret kültürün ve ekonominin merkezinde yer alır. Pazarlarda alınıp satılan ürünlerin bolluğu, ekonomik ve kültürel hayatın canlılığının en önemli göstergesidir. Bu yüzden Alfred Marshall ekonomiyi, “İnsanların günlük hayatlarında sergiledikleri davranışların incelenmesi” olarak tanımlamaktadır. Fizik ve metafizik boyutlarıyla, hayatı bilenler ekonomiyi bilirler.
Ekonomi insanların ne tükettikleriyle, ne ürettikleriyle, nasıl tükettikleriyle, nerede ürettikleriyle ilgilendiği için, toplumun merkezinde yer alır. Müslümanların şehirlerinin merkezlerinde, çarşılar, camiler ve okullar vardır. Müslümanlarda ekonominin temel ilkesi: “Ticaret yararlıdır, faiz zararlıdır.” Ekonominin sorunları ve çözümleri değişir, ancak dayandığı ilkeleri değişmez. Tarım, sanayi ve bilgi toplumlarında, aynı ana ilkeler geçerlidir.
Toplumlarda üreticilerin ve tüketicilerin davranışlarını etkileyen, bütün unsurlar ekonominin araştırma alanında vazgeçilmez yer tutarlar. Toplumların ekonomik, siyasal ve kültürel yapılarında, hem üreticiler hem tüketiciler, büyük bir işlev yüklenirler. Toplumların canlılıkları, üreticilerle tüketiciler arasındaki gelirlerin ve giderlerin akışını sağlayan pazarlardan kaynaklanır. Pazarlarda yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma doruk noktasına ulaşır.
Yirminci yüzyılda ortaklık kültürüyle birlikte, ekonomik gelişmenin sürükleyici gücü olan ticareti küçümseyen toplumlar, hayatın bütün boyutlarında büyük bir başarısızlığa uğramışlardır. Bütün ülkelerde ilkesiz ortaklık, etiksiz ticaret, ticaretsiz de ekonomi olmayacağı ortaya çıkmıştır. Ticaret etikle, ekonomi de “Çok pişsin, herkese düşsün” diyen, ortakların oluşturduğu kuruluşlarla ayakta kalır.
Ortak akıla, ortak sermayeye, ortak kaynaklara dayananlar, her zaman güçlü olmuşlardır. Ülkeler arasında ekonomik ilişkilerin, büyük önem kazandığı Yirmi birinci yüzyılda, bir ülke ticareti katlanılması gereken bir kötülük olarak görürse, hiçbir alanda büyük atılım yapamaz. Ekonomik hayatın canlılığı para ticaretinden değil, ürün ticaretinden kaynaklanır.
Tarihin her döneminde, tarafların birlikte kazandıkları ticaret, toplumların güç kaynağı olmuştur.
Dünyanın bütün ülkelerinde, birlikte kazanmasını bilenler, ticarete yeni açılımlar kazandırırlar.
Zarar etmeyi göze alanlar, kar etmeyi başarırlar,üretimde yenilik yaparlar.