İnsanların mahkûmiyetinden bahsedilir de Gazze gibi etrafı ateşten bir çemberle örülen ve tüm dünya ile bağları koparılan şehirlerin mazlumiyetinden pek bahsedilmez. Yıkılan evlerin, enkaz altından çıkarılan bebek cesetlerinin, ışıksız, ısısız, ekmeksiz, ilaçsız bırakılan insanların çaresizliğine ortak olan bir şehir Gazze. Firavunun torunlarına karşı tek başına savaşan yaralı bir şehir…
İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant Gazze’de yaşayan üç milyona yakın Filistinlinin elektriksiz, susuz, ilaçsız, gıdasız bırakılarak topluca imha edileceğini açıklıyor. Tarihte eşi görülmemiş bir vahşet… Siyonist zihniyetin ve onu destekleyen ABD ve yandaşlarının barbarlığını bütün çıplaklığı ile ele veren bir ifade! İsrailli siyasetçi Tally Gotliv ise daha da öteye giderek “ Gazze’ye karşı nükleer silah kullanmamız gerektiğini düşünüyorum” diyor ve başlarına bir asırdır bomba yağdırdıkları mazlum halka ölümlerin en ağırını reva görüyor.
Gazze her dakika bombalanıyor ve babalar enkaz altından çıkardıkları bebeklerini son kez uyutuyorlar. Dünyanın bütün yer altı ve yer üstü zenginliklerini toplasanız o bebeğin saçından bir tel eder mi? Tarihin en ağır imtihanını yaşıyor Filistinli çocuklar ve seslerini kimseye duyuramadan veda edip gidiyorlar.
İsrail dünyada işgal ve katliamı devlet politikası haline getiren ve çocukları mahkûm eden, sorgulayan tek sistem. ABD ve Batı bu karanlık zihniyeti besleyerek zulmüne ortak oluyor.
Siyasi analistler Aksa Tufanı operasyonunun bütün bölgeyi kapsayacak bir savaşın ayak izlerine işaret ettiğinden bahsediyorlar ki, bu coğrafyamız için ağır bir yıkım olur. Zaman nereye doğru akıyor bilemiyoruz ancak hatalarımızdan dönmek için yeterli vaktimiz var. Mesela işgalci İsrail ile normalleşme adı altında tasarlanan program ekseninde bir araya gelen ve çocuklarımızın katiliyle el sıkışan yöneticiler tuzağa düşürüldüklerinin farkına varıp halklarından helallik isteyebilir ve Siyonistlerin savaş hayallerini boşa çıkaracak çözümler üretebilirler.
Asırlardır birbirimizi mezhep ve etnik yapı üzerinden vuruyor ve hallaç pamuğu gibi savruluyoruz. Biz birbirimize düştükçe düşman güçleniyor ve çocuklarımızı koruyamaz hale geliyoruz. Siyasetçilerimiz, aydınlarımız ve bölgede söz sahibi olan öncü şahsiyetlerimiz ayrışmanın bizi hiçbir yere götürmediğini görüp ellerini kavuşturmalı ve köklü bir çözüm için harekete geçmelidirler.
İsrail İslam coğrafyasının göbeğine kene gibi yapışmış karanlık bir zümre. Müslümanlar başlarını çevirip tükürseler boğulup gidecekler. Fakat bizim rehavetimiz bu zihniyeti güçlendiriyor. Biliyorsunuz Müslümanların tepkisizliğinden cesaret alan işgalci güçler Kudüs’ü başkent ilan ettiler ve Ramallah, Halil, Nablus, Betlehem gibi Filistin şehirlerinde yaşayan Müslümanların Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmelerini ya da yakınlarını görmek için Kudüs’e girmelerini engelleyerek baskıları arttırdılar. Batı Şeria’ya yönlendirdikleri silahlı fanatik yerleşimciler ise halkın evlerine, iş yerlerine zorla el koydular ve sivilleri katlettiler. Bütün bunlar dünya kamuoyunun gözleri önünde yaşandı ve ne her fırsatta özgürlüklerden bahseden ABD’den ne de BM’den bu zorbalığa karşı bir açıklama yapıldı.
Küresel batı zihniyetinin kendi halklarının haklarını koruyabilmek için kurduğu BM, AB ve NATO Müslüman halkları yok sayıyor. BM söylenenin aksine sömürülen, yoksullaştırılan, hakları ihlal edilen halkların yanında yer almıyor, taraf tutuyor ve sadece istatistikî verileri aktarmakla yetiniyor.
Şiddeti üreten zihniyetten merhamet beklemiyoruz elbette. Bizim zaten hak ihlallerini korumaya yönelik çalışan pek çok kurum ve kuruluşlarımız var. Fakat sesleri cılız çıkan bu kuruşların varlığını bir türlü hissedemiyoruz. Sahi nerede ümit bağladığımız bu kuruluşlar? İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği, D8 Nerede? Şehirler bombalanıyor, insanlar açlığa, ölüme terk ediliyor, işgalci İsrail’in siyasetçileri ağır katliamlardan, soykırımdan bahsediyorlar. Peki, biz kendi kuruluşlarımızın seslerini neden duyamıyoruz?
AB ve BM kadar delegelere sahip olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın kuruluşunda belirlenen hedef, üye ülkelerin güvenliğinin korunması, ekonomik ve ticari işbirliğinin güçlendirilmesi ve refahın sağlanması idi ki, alınan kararlar aktif hale getirilmiş olsaydı inanıyorum ki bugün mazlum Filistin halkına el uzatabilecek gücümüz ve etkimiz olabilirdi.
Filistin’in yaralı şehirleri bombalanıyor ve babalar enkaz altından çıkardıkları çocuklarını son kez uyutuyorlar. Dünya liderleri ise bölgede inşa edilecek yeni düzenden ve barışın sağlanması için alınabilecek önlemlerden bahsediyorlar. Peki, nasıl sağlanacak barış? İsrail bölgedeki işgal faaliyetlerine son verecek mi? Tüm dünyada egemen bir Filistin devletinin varlığı kabul edilecek mi? Gazze’ye dönük tüm ambargolar kaldırılacak mı? Soylu Filistin halkına soykırım uygulayanlar adalet önünde hesap verecekler mi? Zihinlerimizi meşgul eden bu soruların cevabını zaman gösterecektir...