Gazeteci, yazar, mütefekkir Mehmet Ali Bulut ile gerçekleştirdiğimiz mülakatın ikinci bölümünde medya serencamı ve gönül ufkumuzu aydınlatan kitapları var.

`height=
Mehmet Ali Bulut

28 yıllık iş ve meslek hayatınızda medya sektöründe sayısı onu bulan farklı şirket ve kurumda çalıştınız. Ne/neler oluyordu da bir pozisyonda uzun süre sabitkadem olarak bulunamıyordunuz?

İstikrardan yanayım

Ben genelde istikrardan yanayım. İstikrarı severim. Hatta kendimce uyarladığım bir deyişim var 'Dileneceksen bile aynı ağaçaltında dilen, bir gün farklı bir muamele görürsün; ' diye;

Mesleğe, Tercüman ile başladım ve orada kesintisiz 12 sene çalıştım. Sonra dönemin siyasi oyunları gereği Tercüman zorla batırıldı. Biz de diğer elemanlar gibi başka gazetelere geçtik. O zaman Tercüman`dan ayrılan bir grup ile beraber Ortadoğu`ya geçtim. Tek seçenekti o an benim için. Tercüman gibi büyük bir gazeteden bir tür siyasi parti bülteni olan bir mevkuteye geçmek çok zor gelmişti. Sadece bana değil, benimle birlikte gelen tüm arkadaşlara. Ama zaman içinde &ndash hele mevkute bir gazete havasını alınca- keyif almaya başladık. O tür gazetelerde çalışmak bir yönüyle de bir dava eri olmayı gerektiriyor. Hâlbuki biz profesyonel gazeteci idik...

İHA, bir döneme damga vurmuş bir ajanstır

Ortadoğu`da böyle bir gazetecilik alanı bulabildiniz mi?

O tür gazetelerde mesleği hakkıyla yapmanın imkânı ya azdır ya yoktur. Nitekim bir süre sonra İHA kuruldu. İsmail Kapan vardı başında. Kapan bir gazeteci idi. Bir ajansın ne olması gerektiğini iyi biliyordu. Piyasadan, bu işi yapabileceğine inandığı iyi habercileri topladı ve bir ajans kurdu. Kabul etmek gerekir ki İHA bir döneme damgasını vurmuş bir ajanstır. Sonradan birtakım pragmatik menfaatleri önceleyince o ajansın, habercilikte, bölgenin 'bağımsız kaynağı' olma vasfını kaybetmeye sebep oldular.

Hâlbuki bizim derdimiz, Müslümanların da fikrini temsil edebilen bir ajansımızın olmasıydı. Çünkü ajansınız yoksa küresel pazarda fikriniz ve etkinliğiniz olmaz. Mevcut olan dünya çapındaki ajansların hemen hemen hepsinin, bir medeniyete, yüksek bir menfaate hizmet etmek gibi saklı hedefleri de vardır. Mesela Reuters, BBC, Associatet Press gibi büyük ajanslar, haberde veya aktardıkları metinde,  her yüz kelimeden on altısını medeniyetlerinin veya menfaatlerinin propagandası olacak şekilde kullanmakta sakınca görmezler.

Ben de o zaman İHA bünyesinde yer aldım çağrı üzerine. İlk haber müdürümüz Rahmetli Cengiz Kaluç`tu. İyi bir yurt haberci idi. 1994 krizi İhlas grubunu da etkilemişti doğal olarak. Yönetimde birtakım değişiklikler oldu Fevzi Kahraman İHA Genel Müdürü oldu, Cengiz Bey ayrıldı. Fevzi Bey meslekten olmamakla birlikte müthiş zekâsı ile hadiselere birçok gazeteciden daha geniş bakabiliyordu. Onun zamanında ajansın haber müdürlüğüne getirildim. 4-5 sene kadar o hizmeti yaptım (1994-97). O dönemde İHA`nın nereden nereye geldiği sektörde iyi bilinir.

Peki İHA`dan neden ayrıldınız?

Oradan ayrılmam maalesef cemaatçilik kaygısıydı. İşin tepesindekilerin öyle bir derdi yoktu ama ikinci ve üçüncü düzeydeki yöneticiler cemaat taassubundan kurtulamamışlardı. Manevi bir baskı vardı üstümde. Tam o sırada bir başka ajans kurabilme fırsatı doğdu. O vesile ile ayrıldım ama yaş bir tahtaya basmıştık; VERİ Haber Ajansı bir şekilde battı.

Hikâyesi nedir bu batışın?

O uzun hikâye! Konumuz dışı olmasaydı o hikâyeyi Türk basın tarihinde doğup ölen gazete ve dergilerin numunesi olarak anlatmak isterdim. İyi bir örnek olurdu.

Daha sonra neler yaptınız?

Daha sonra BRT televizyonunda çalıştım. BRT Kamuran Çörtük`e aitti. Güzel ve cidden tarafsızlık ilkesini benimsemiş bir televizyondu. Onu da sonraki siyasi dönemde Demirelcidir diye batırdılar;

BRT`de haber merkezinde çalışıyordum ama daha çok belgeseller yapıyordum. Bir de rahmetli Şakir Süter`in sunduğu Galeri programını hazırlıyordum. 1999 yerel seçimlerinin arifesinde, belediye başkan adaylarını programa alıyorduk. Onların birinde de Sayın Gürtuna`yı programa almıştık. O dönemde aramızda bir dostluk oluştu. Sonra beni Büyükşehir basın danışmanlığı için davet etti. BRT`nin durumu da sarsıntıda idi. Şakir Beyle konuştum, İBB`ye geçtim. Kadir Topbaş gelince benimle çalışmak istemedi. Ayrıldım, yeniden basına döndüm. Bir müddet sonra da iş hayatının bu koşturmacasından emekliye ayrılıp telif kitap çalışmalarıma yöneldim. Çünkü İslam için ve Türk toplumunun yeniden ayağa kalkması için ne yapılması gerektiğini anlamıştım kendimce.

Biz, Q klavye tanıtılmış bir bilgisayarda, F klavye kullanmaya zorlanan kimseye benziyorduk toplum olarak. Ya F klavyeyi değiştirmeliydik ya da bilgisayarımıza tanımlı olan Q klavyeyi kaldırıp F klavyeyi tanıtmalıydık. Ben bu ikinci yolu seçtim. Medeniyet kuruculuğu yapmış ama medeniyet temsilciliği yapma kabiliyetini bile kaybetmiş bu toplumun zihnini ve zihniyetini yeniden fabrika ayarlarına getirmek gerekiyordu ki kendini zamanın içine oturtabilsin veya zamanı doğru bir şekilde kullanabilsin. İşte bu anlayış etrafında kitaplar yazmaya başladım.

Dürüst, cesur ve tok nefisli olsunlar

Medya sektöründe çalışacak gençlere neler tavsiye edersiniz?

Söyleyeceklerim çok kısa: Dürüst olsunlar, cesur olsunlar, tok nefisli olsunlar;

Tabii öncelikle kendilerini iyi yetiştirsinler. Gazetecilik hâlâ dünyanın en onurlu, en itibarlı, saygın mesleğidir. Ben yine başa geçip meslek seçebilmek durumuna gelseydim gazeteciliği seçerdim. Ama bu kere tesadüfen, şartların zorlamasıyla o alana düşmüş biri olarak değil, bilerek, kendini hazırlamış bir birey, -ruhen, bedenen ve yaklaşım itibarıyla bağımsız- olarak mesleğe girmek isterdim.

Gazeteci sadece Hakk`ın hatırını gözetir

Haberciliği, nübüvvet mesleği addedenlerdenim. Cesaret, metanet, fetanet ve sıdk (doğruluk), ardından ismet sahibi olmak. Gazeteci dokunulmazdır ve dokunulmaz olmalıdır. Çünkü o yalnızca hakkın hatırını gözeten, halkın faydasına olanı söyleyen, sözü cesaretle ve içine kendinden bir şey katmadan taşıyan ve kavgasını veren bir kimsedir. Esas gazetecilik böyle bir şeydir.

Gazetecilik tüccar zihniyetten kurtarılmalıdır

Ama bugün artık bu tariften ve ona uygun olmaktan bir eser kalmamış. O yüzden önce gazeteciliği tüccar zihniyetlerden kurtarmak gerekiyor.

Sizin gazeteciliğe başladığınız yılların gazete patronları da tüccar şahsiyetler miydi?

Benim gazeteciliğe girdiğim dönemlerde patronları tüccar değildi. Hepsi gazeteci idi. Gazeteleri başka işlerinin tervici ve kotarılması amacıyla kullanmıyorlardı. O yüzden de o zamanlar Hürriyet`in, Tercüman`ın, Milliyet`in, Cumhuriyet`in bir manşeti hükümet devirir, kabineleri dağıtır veya seçimin gündeme gelmesini sağlardı. Gazeteci de gazeteciydi. Önce Milliyet, ardından Hürriyet el değiştirdi ve ticaret erbabı gazetecilik mesleğini hulul etti. Gazetecilik de başka bir şekil almaya başladı. O yüzden de iş buralara geldi. Gazetecinin esamisi yok. Size şu kadar söyleyeyim.

Basın kartını ilk aldığımda kendimi General Patton sanmıştım.

Basın kartını ilk aldığımda kendimi General Patton sanmıştım. O kartın o kadar izzeti vardı toplumda. Şimdi fakirlik ilmühaberinden öteye bir fonksiyonu kalmamış! O kart ile Marmaray`a bile değil, sadece İBB`nin İETT araçlarına bedava binebiliyorsunuz. Bu kadar avantajı(!),  65 yaşına gelmiş olmak da sağlıyor. Gazetecilik böyle olmamalıydı.

Bütün suçpatronlarda mı?

Ha işin bu noktaya gelmesinde, elbette patronların açgözlülüğü kadar yazar, çizer ve habercilerin patronların her istediğine lebbeyk demelerinin de payı çok büyüktür. Ben rahmetli Abdi İpekçi`nin, Milliyet`in satılmaması, daha doğrusu gelmekte olan yeni gazete patronluk zihniyetinin gazeteciliğe bulaşmaması için ne kadar direndiğini bilenlerdenim. Sonunda da öldürüldü zaten!

`height=

Buradan kitaplarınıza geçelim dilerseniz. 2004 yılında 'Fardipli SinHa' isimli kitabınızdan bugüne dek mistik bir roman ile başlayıp bilinçaltını sorgulatan ve sonra daha somut konulara değinen muhtelif kitaplar yazdınız. Süreçler nasıl gelişti, ilmî araştırmalarınız sırasında aldığınız notlara göre mi sıraladınız, yoksa her yeni bilgi diğer kitabın konusunu mu doğurdu?

Doğrusunu söylemek gerekirse, baştan itibaren bir derdim ve varmak istediğim bir yer vardı. Ama bu hedefe ilerlerken mota mot belli bir plana uyamadım.

Evet, Fardipli SinHa serisi ile başlattığım romanlarıma bir tür bildung roman  diyebiliriz. Romanın temel amacı, karakterin gelişimi ışığında toplumu bir ideale hazırlamaktı. Şunu hayal etmiştim:

  'Bir gün gelecek, bu toplum, içinden yeni bir lider çıkaracak ve o, bizi, 19. yüzyılın başında içine zorla tıkıldığımız, etrafı sanal sıradağlarla çevrili psikolojik Ergenekon`dan düzlüğe çıkaracaktı!'.

Bunun için ne/neler gerekli?

Bunun için de önce toplumda birtakım yargıların değişmesi veya en azından bizi kesalete, atalete ve ardından sefalete ve esarete düşürmüş zihniyetten kurtulmak gerekiyordu. O yüzden akaid alanıyla başladım. Fardipli SinHa`da o tür kavramları işlemeye çalıştım. Tabii ki o bir itikat kitabı değil, bir roman. Atalar dini haline getirilmiş bir anlayışın tashihi veya tadili idi. Ben bir din adamı değilim, sosyolog da değilim. Ama bu böyledir diye gördüğüm arazları tashih etme hakkımdan vaz geçemedim.

Bu bağlamda SinHa`nın görevi neydi?

SinHa, misyonu gereği sembollerle doludur. Serinin ilk kitabında bir kız çocuğu doğar. Babası bilge`dir, Annesi gönül`dür, kendi adı betül` (iffet). Tabii ki kaybettiğimiz değerlerdir bunlar. O kitaptan amaç, yeni bir insan (Müslüman) tipi var etmektir. Her kusurun sebebini kadere atan değil, başa gelenlerin en azından bir kısmını kendi sorumluluk sahasında gören bir insan tipi!

Arkasından gelen Derviş ve Sinha`yı ise günlerin sonunda gerçekleşeceği haber verilen inkar-ı uluhiyete karşı Hıristiyan ve Müslüman iş birliğinin bir ön mukaddemesi olarak kurgulamıştım. Serinin bu ikinci romanında Marie Magdelena`dan geldiği kabul gören bir rahibe (Merie) ile bir Müslüman dervişin sıra dışı bir izdivacı var. Ve tabii nezih bir aşk örneği! Batı ile İslam`ın ittihadını, (Mesih`in, Mehdiye ittibaını) sembolize eden bir roman. Geri planda ise ilk romandaki iman esaslarından kader anlayışını ve mukadderatı daha geniş bağlamda işler;

`height=

Gizemli Sorular' kitabınızda âdemoğlunun zaman zaman yasadığı içhesaplaşmalara farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyorsunuz. Bu keyfiyet insanın olgunlaşma sürecinin bir parçası mıdır?

Gizemli Sorular, Fardıpli SinHa kitabının roman ortamından kurtarılmış ve bazı eklemeler yapılmış bir versiyonudur. Salt ilim ve diyalog isteyenler için hazırlanmış bir kitaptır.

Bugünün gençlerine dine bireysel hayatlarında fazla yer veremeyen gençlere, neyi nasıl anlamaları gerektiği konusunda bir referans noktası sunma çabasıdır. O kitabı iyi bir gözle okuyan aklı başında bir gençdeist olmaz/olamaz umuyorum. Çünkü o tür soruların -ki yirmi otuz soruları var deistlerin- büyük bir kısmına temas edilir, izah edilir. Ate olmak başka bir konu. Gerçi onlar için de referanslar ve izahlar var. Tabi basitçe;

`height=

'Ruhun Deşifresi'nde manevi dünyamızın tamiri ile insan-ı kâmile ulaşmanın anlamına değiniyorsunuz. Mahir bir gönül cerrahı ruhu deşifre ettiğinde ne/neler görür? Bir adım öte ruhun deşifresi ne kadar imkân dâhilindedir?

Ruhun deşifresini, iki sebeple yazdım. Birincisi her şeyi kadere havale eden insanımızın kendi sorumluluk ve yapabilirlik kabiliyetini idrak etmesi, ikincisi de kişiye temelsiz bir özgüven pompalayan kişisel gelişim kitapları furyasına bir şerh düşme çabası.

Medeniyetimiz başarılı değil faydalı  insan ister

Kişisel gelişim kitapları, hayatın gerçeklerinden soyutlanmış, tanrısız bir dünya algısı içinde kişinin başarılı olmasını(!) öngören, ayağı yere basmayan şeylerdir. Bizim medeniyetimiz başarılı insan peşinde değildir. Biz faydalı insan istiyoruz. 'Ahyarunnas men yenfaunnas' (En hayırlınız, en faydalı olanınızdır) buyurmuş Peygamberimiz.

Başlığa Ruhun Deşifresi dememin sebebi biraz dikkat çekmektir. Bu kitabın asıl adı Ruhun Gücü idi. Amacı da ruh-beden ittifakının oluşturduğu muazzam potansiyel ve imkânı anlatabilmek. Nitekim ilk tanıtım baskısı da o isimle çıktı. Sonra bir rüya ile değiştirdim ismi.

Malum bize ruhtan çok az bir şey verildi. Zaten buradaki ruhtan murat da onun mahiyetini bilmek değil bedendeki işlevselliğini ve fonksiyonlarını idrak etmektir. Ruh-beden birlikteliğinin insana kazandırdığı yapabilirlik imkânlarını hissettirmektir.

Ben insanın yapabilirlik sınırlarını mucizelerle ifade ediyorum. Ayı parmağı ile bölen bizden biridir, ateşte yanmayan bizden biridir. Balığın karnını denizaltı gibi kullanan bizden biridir. Ölüme hayat rengi veren bizden biridir. Koca denizi elindeki asa ile iki şakka ayıran yine bizden biridir. Yani insan! Evet, onlar peygamberdi. Evet, gösterdikleri haller de mucize idi. Ama o mucizeler aynı zamanda insan aklına ve azmine bir numunedir ki, 'Haydi çalış, benzerlerini yap!' demektir. 'Onlar peygamberdi, ne yapalım!' deyip geçmek olmaz. Yoksa bu anlatılanlar, bir hikâyeden ibaret kalırlardı.

Evet, Ruhun Deşifresi kitabı, maksadı bakımından önemli bir kitap! İnsanın kendisini hakkıyla keşfetmesi ve çaresizliklerinin keder değil, tembelliğinden ve cehaletinden kaynaklandığını anlaması mühim bir meseledir. İslam toplumunun iki şeyi acilen idrak etmesi gerekir.

Nedir bunlar?

Aklın ve fıtratın (insan öznesinin), mukadderat dediğimiz, kaderimizin tatbikatı içindeki payını idrak etmek!

İnsan büyük ve sınırsız bir varlıktır. Çünkü sonsuzu ve nihayetsizi kavramak, bilmek ile tavzif edildi. Sonsuzu bilmek ve nihayetsizi kavramak için sizde cihazlar olmalı ki bu görev verilsin. O cihazlar olmasaydı böyle bir vazife insana yüklenmezdi. 'Ben gizili bir hazine idim, bilinmek bana sevimli geldi ve insanı yarattım' buyurulur bir kudsi hadiste.

İnsana verilen mertebeye bakın! Ve sonra bu insan çıkıyor ve diyor ki 'Ne yapayım kader işte! Kader beni çaresiz bıraktı, fakir kıldı, zebun etti; vs'. Hâlbuki her insan istidat ve donanım itibarıyla 'nebi' olacak kapasitede yaratılmıştır. O vazifeyi üstlenecek cihazlar kendisinde vardır. Hiçmağlup olmuş nebi duydunuz mu?

Acz ona yakışmaz. Hadi kendini öyle hissetse bile iman yoluyla her şeyi olduran bir yaratıcıya intisap ettiği için yine de 'acizim' diyemez. Allah`a karşı aczini hissetmeli elbet ama hadiselere karşı da acizim diyemez. Çünkü o tam da o meselelerle baş etme kudretiyle (hilafet) donatılıp gönderildi. İblislerin itirazı, bu aczine rağmen ona verilen imkân ve değeredir! Dolayısıyla insan 'Tembelim, yapmak istemiyorum!' diyebilir, ama yapamıyorum deme hakkı yoktur. Çükü bir insan her şeyi olduran bir Rabbe iman ile intisap etmişse acze düşme hakkı yoktur. Kulun Rabbine intisabı, elindeki imkânları tükettiğinde bile yine de başarı için bir yol var olduğunu bilmesini sağlayacak muazzam bir manivela!

Yarın: Elfabe nazari bir ilimdir.