Çok şey söylemek istiyoruz bazen. 
Ama ne hikmetse hep vazgeçiyoruz değil mi? 
Çoğu zaman yutkunduğumuzla kalıyoruz. 
Tam kelimeler dilimizin ucuna geliyor, bir el susmamızı söylüyor.
'Sus' diyor, 'konuşma'.
'Konuşursan üzülür, alınır, küser belki.
Belki de kopar tüm ilişkiler' diyor, bir içses.
 
O yüzden konuşmuyoruz çoğu kez.
Ama içses susmuyor ki...
O konuşmaya devam ediyor.
Bu sefer de başlıyor bir çatışma.
Biri konuş diyor, biri konuşma.
Sürüp gidiyor bu kavga.
İyi ve kötünün kavgası gibi.
Bu kavgadan kim galip çıkacak, kim mağlup olacak kestirmek zor. 
Biraz baskın olan ses galip çıkar genellikle. Bazen de aklı selim galip çıkar.
 
Ne olursa olsun ama şu da bir gerçek değil midir?
Konuşmadıklarımız, konuştuklarımızdan kat be kat daha fazladır.
Konuşmadıklarımız, konuşamadıklarımız, suskunluklarımız bizi biz yapıyor belki de. 
Gerçek kişilik orada gizli büyük bir ihtimalle.
'Konuşandan değil, susandan korkun' derler ya hani. 
Çok doğru sözdür, bilene.
Konuşan döker içini, rahatlar.
Ya susan?
Orası tam bir muamma işte.
...
'İnsan hep bilmediğinde değil ya, bazen de bildiğinden susar' derler.
'Edep der, susar.
Ya sabır der, susar. 
Saygı der, susar.
Sevgi der, susar.' 
Asıl o susmalardır işte. 
Bizi biz yapan susmalar.
Hangisi daha iyidir derseniz?
Bu, kişiden kişiye değişir derim.
Kimisi için konuşmak iyidir. Konuş dersiniz.
Kimisi için de keşke hiçkonuşmasa dersiniz.
İçtenlikle dinleyen biri varsa konuşun derim.
Yoksa öyle birileri çevrenizde, o zaman da kendi kendinize konuşun.
Varsın deli desinler;