İstanbul Şişli’de sadece bölge halkı ile antika, eski eşya/ürün meraklılarının bilgisi dâhilinde bulunan mütevazı bir bitpazarı var. Orada, Koca Ragıp Paşa merhumun “Turfe dükkân-ı hikemdir bu kühentâk-ı felek/Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı” dediği gibi pek çok şey var, lakin derde deva yok! Çünkü hayatın hikmeti, dünyanın fenası böyle!
Cumartesi günlerini pazara bağlayan gecelerde kurulan, en hareketli alış verişlerin saat 01:00 ila 05:00 sularında gerçekleştiği mezkur bit pazarına zaman zaman yolumu düşürürüm. Geçtiğimiz günlerde de yine oraya (Bomonti Antika Pazarı, namıdiğer Feriköy Bit Pazarı) gittim.
Günün ilk ışıkları camlarla selamlaşırken ayak bastığım mekânda gecenin tüm yorgunluğu gözlerinden dökülen esnafın tezgâhları arasında var ne yok sâikiyle dolaşırken, daha önce de kendisinden meşhur bir hattatımızın celî divani bir yazısını aldığım Selçuk beyin tezgâhında alt alta, üst üste, yan yana duran yazı öbeklerine tevafuk ettim. Küçük bir tereke hacmindeki yazılar bizim nasibimizmiş. Bilahare yazılı odamızda hattat Erhan Bektaş ile birlikte terekeyi incelerken muhatabımın “Ağabey tek kelimeyle bu yazılar sizin koleksiyona iltica etmiş!” dediğini hatırlıyorum!
İrili ufaklı otuz dokuz yazının bulunduğu terekede hattat Naci Bey’in, Miladi takvimin yaprakları 1954 yılını gösterirken ta’lik kalemiyle yazmaya muvaffak kılındığı “Mûr der hâne-i hod hükm-i Süleyman dâred” metinli yazısı karşıma çıktı. Farsça ibareli, su gibi akıp gitmekte olan yazının manası şöyle: Karınca kendi evinde Süleyman hükmüne sahiptir. Detaylıca incelediğim, hattatının ruhuna Fatihalar okuduğum ibareye vakti merhunu gelince değinme niyetindeydim. Vakit bugüneymiş.
Önceki gün (20 Ağustos Salı) Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ülker beyin kerimesi Meryem hanım ve damadı Muhammed Ziya bey için tertip edilen velime yemeğinde aynı masayı paylaştığımız pladis ve Godiva Yönetim Kurulu Başkanı, Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi Murat Ülker bey, Ege bölgesindeki orman yangınlarından bahisle gördüğü birkaç ibretlik manzaraya değindi: “Ateşler içerisinde kalan bir kaplumbağa yangından kurtulabilmek için gayret sarf ediyor. Kaplumbağa görünüşte güçlü, kuvvetli. Yangın mahallinden uzaklaşma meyanında emeline ulaşacakken, yangın söndürme araçlarının ve itfaiye erlerin gelip geçtiği yola birkaç metre kala teslim-i ruh eyliyor, içi yanmış, kabuğu öylece duruyor. Kavrulan kabuğu yangının dehşetine işaret ediyor.”
Murat beyin lisanından ikinci ibretlik manzara ise kaplumbağa ile güç kıyaslamasında neredeyse ‘hiç’ mesabesindeki karıncaya ait. “Karıncalar o hengamenin, yangın atmosferinin içerisinde faaliyetlerini sürdürüyor. Mütemadiyen yuvalarına girip çıkarak rızkını, nasibini aramaya devam ediyor.”
Sadece işini iyi yapmana güven!
Buradan alınması gerekli ders herhalde ‘büyüklüğünden ziyade ameline, işini iyi yapmana güven!’ Netice itibarıyla karınca görünüşte çok zayıf ama işini iyi yaparsa, ipini sağlam yere bağlarsa arkasında onu selamete çıkaran bir kudret eli var! ‘
‘Her şeyi yapabilirim, meydan benimdir!’ diyen kimi muktedirler ise çoğu zaman kaplumbağa misali sahil-i selamete ulaşamıyor. Milletlerin yurdu tarih bu meyanda pek çok ibret vesikasını barındırıyor.
(…)
Karıncayı incitmeyen Süleyman Aleyhisselâm’ın kavminin Filistinli Müslümanlara reva gördükleri zulüm, son asrın dünya tarihine en büyük soykırım olarak yazılırken Gazzeli Müslümanların âhı Zuhal yıldızına kadar uzanıyor! Bu meyanda tabir caizse karıncaların kendilerinden meded umduğu kaplumbağalar ise ağustos böceği misali sadece ‘caz’ yapıyor!
(…)
Efendimiz Aleyhisselâm’ın, “Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.” öğüdünü ne hikmetse insanların büyük bölümü unutuyor, lakin ilahi hakikatleri göz ardı edenlere küçücük bir karınca hal lisanıyla nasihat ediyor!
Evinde Süleyman (as) hükmündeki karıncaya dair kutlu kitabımızda misaller sûre ölçeğinde veriliyor. Risaletin Mekke döneminde nazil olan 93 âyetten müteşekkil sûre, adını 18’inci âyette geçen “enNeml” kelimesinden alıyor. Neml, karınca demek. Sûrede Milat’tan önce 900lü yıllarda İsrailoğulları’na gönderilen Süleyman Aleyhisselâm ve Sebe’ melikesi Belkıs kıssası ile Salih ve Lût peygamberler ve kavimlerinin hali pürmelâli günümüz insanının irfanına sunuluyor. Ayrıca, mü’minlerin kurtuluşa ereceği, İslâm karşıtlarının kötü akıbetleri, öldükten sonra dirilmek ve kıyamet sahneleri de teşrih masasına yatırılıyor.
(…)
Evlerinde Süleyman (as) hükmünü haiz, yaradılışlarında türlü mucizeler ve hikmetler barındıran karıncalar Cenab-ı Hakk’ın kendilerine ilham ettiği vazifeleri -yangın metaforunda olduğu gibi- bihakkın yerine getirmek için durmaksızın çaba sarf ediyor.
(…)
Ve dahi Süleyman (as) karıncayla konuşuyor. “(Süleymân karıncanın) bu sözü üzerine tebessüm ederek gülümsedi ve “Rabbim, (bana nice ilimler ve nimetler bahşettin,) hem bana hem anne ve babama verdiğin bunca nimete şükretmemi ve razı olacağın sâlih amel(ler) işlemeyi ilham et ve beni rahmetinle sâlih kulların arasına (cennete) koy” dedi. (Neml Sûresi-10)
“Cennet size ayakkabınızın bağından daha yakındır.”
Böylesi mülahazalar içerisindeyken Kur’ân-ı Kerîm tilavetiyle velime cemiyetinin hazirunu ötelere ve ötelerin ötesine taşıyan Osman Egin hocaefendi kelâmını, “Cennet size ayakkabınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyledir.” mealindeki hadis-i şerife getirdi. İnsan için razı olunacak salih amellerin kendisine ayakkabısının bağı kadar yakın ailesinden, anne-babasından ve mesai arkadaşlarıyla teşrik-i mesaisinden neş’et ettiğini hatırlattı.
Hâsılı imtihan dünyasındayız. Cennet ya da cehennem bize ayakkabı bağlarımızdan daha yakın! Cennetin de cehennemin de anahtarı yakınlarla ilişkilerden geçiyor. Bir insan söz konusu münasebetleri Allah’ın istediği şekilde düzenlerse cennete, düzenleyemezse de cehenneme gider. Karıncanın yuvasında Süleyman hükmünde olduğu gibi insan da ebedî hayattaki yerini evinde/işyerinde/tezgâhının/tablasının başında kazanıyor.
İbrahim Ethem Gören/21.08.2024-Yazı No: 606