Orsay Müzesi, 1900 yılında Paris'te düzenlenen Exposition Universelle (Dünya Fuarı) için inşa edilen büyük bir tren istasyonu olan eski Gare d'Orsay'da yer alıyor.
İstasyon faaliyetleri 1939 da duran yapı önceleri posta tasnif ve tiyatro gibi çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. 1 Aralık 1986 tarihinde ise 19. ve 20. yüzyıllara ait büyüleyici bir sanat eseri koleksiyonuna ev sahipliği yaparak Musée d'Orsay olur. Müze Gustave Eiffel’in öğrencisi olan mimar Victor Laloux tarafından tasarlanır. İçeride ve dış kısmında bulunan saatleri ve büyük cam kubbeleri ile şehrin en ikonik yapılarından kabul ediliyor.
Orsay Müzesi, Empresyonist ve Post-Empresyonist tablolardan oluşan geniş bir koleksiyona sahip. Claude Monet, Édouard Manet, Auguste Renoir, Paul Cézanne, Vincent Van Gogh ve diğer birçok sanatçının önemli eserleri yer alıyor. 19. yüzyılda sanatçıların yenilikçi tekniklerini sergileyen bir heykel koleksiyonuna sahip. Auguste Rodin’e ait “Cehennemin Kapıları” da bunlardan biri. Ayrıca mobilya, seramik, cam eşya ve sanat eserleri de dahil olmak üzere dekoratif sanatlardan oluşan bir seçki de yer alır.
EMPRESYONZİMİ İCAT EDER ŞEHİR
19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan Empresyonizm, sekülerleşen dünyada, dinin sanattaki merkezi rolünün giderek azaldığı bir döneme denk gelir. Sanatta hem bir devrim hem de bireysel ifade biçimi olarak büyük bir öneme sahiptir. Türkçe karşılığı İzlenimcilik olarak tanımlanmıştır. İzlenimcilerin hepsi geleneksel sanata ve resimde yer etmiş alışkanlıklara tepkilidirler. Geleneksel sanatın insan ve nesneleri çok yapay koşullarda betimlemesinden yakınırlar. Zaten fotoğraf makinasının keşfi ile ışığı yakalamanın ve binbir zahmetle yapılan klasik resmin geçerliliğini yitirdiğini düşünürler.
İzlenimciler ilk olarak, ünlü fotoğrafçı Nadar’ın stüdyosunda “Adsız Sanatçılar Birliği” adı altında bir araya gelen otuz kadar sanatçının girişimi ile oluşur. Dönemin resmi sergisi olan “Salon”a alternatif olarak açtıkları bu sergi ile ortaya çıkarlar. Sergi ismini Claude Monet’nin “İzlenim, Gündoğumu” isimli eserinden alır. Tabloda bir limanın sabah sisleri arasından görünümü resimlenmiştir.
Tablonun adını gülünç bulan bir eleştirmen bu sanatçılara Empresyonistler ismini verir. Eleştirmen burada aslında bu tabloların sağlam bir bilgiye dayanmadıklarını, geçici bir anın izlenimini yeterli bulduklarını belirtmek ister. Empresyonistlere göre ise, sadece belirli bir noktadan gelen ışık ile kapalı bir ortamda bir kompozisyonu birebir kopya etmek sanat değildi. Empresyonistler olarak adlandırılan bu ressamlar yeni ilkelerini yalnızca manzara resmine değil, herhangi bir günlük yaşam sahnesine de uygularlar. Görüldüğü gibi 19. yüzyıl sanat ortamında bu akımı benimsemiş bu sanatçılar beğenilmiyor hatta küçümseniyordu. Günümüze döndüğümüzde bu resimler en çok rağbet görenler arasında. Bir Monet, Renoir, Van Gogh ya da Manet tablosuna sadece seçkin müzelerde rastlayabiliyoruz. Empresyonizm, sanat tarihinde kendinden sonra birçok akımı besleyen ve şekillendiren bir hareket olmuştur. Bu nedenle, empresyonizm, modern sanatın gelişiminde kilit bir rol oynar.
SANAL GERÇEKLİK ile EMPRESYONİSTLERE TEMAS
2024 Mart ayında Orsay Müzesi, Empresyonizm’in 150. yılını kutlamak amacıyla etkileyici bir sanal gerçeklik (VR) gösterisi başlattı. Bu sergi, ziyaretçilere 1874’te Paris’te düzenlenen ilk Empresyonist sergiyi yeniden deneyimleme imkânı sunuyor. VR teknolojisi sayesinde katılımcılar, Claude Monet, Auguste Renoir ve Berthe Morisot gibi sanatçıların o dönemde eserlerini sergiledikleri Nadar’ın stüdyosuna adeta geri dönüyorlar.
Sergi sadece tarihi bir olayı yeniden yaşatmakla kalmıyor, aynı zamanda katılımcıları Frédéric Bazille’in stüdyosu gibi önemli yerlere ve Monet’nin ünlü “Impression, Soleil Levant” (İzlenim: Gün Doğumu ) tablosunu yaptığı Le Havre gibi noktalarda sanal yolculuklara çıkarıyor. Herşey okadar gerçekci ki Monet’in tuvalinin olduğu balkondan bakarken balkon korkuluklarından ileri geçmekle geçmemek arasında kalıyorsunuz. Ya da Monet ve Renoir’ın birlikte resim yaptığı bir yer olan Bougival’deki La Grenouillère, ahşap ince köprünün üstünden geçerken altından akan nehire düşmemeye çalışıyorsunuz. Frédéric Bazille’in stüdyosuna gelene kadar öyle yorulmuş oluyorsunuz ki gördüğünüz krem rengi koltuğa oturma fikri bastırıyor. Sol taraftaki merdivende Emile Zola ve Renoir tartışmasına tanık oluyorsunuz.
Gördükleriniz ile zihninizin arasındaki bağ kopma ile bağlanma arasında sıkça gidip geliyor. Gördüğünüzün gerçek olmadığını zihniniz ara ara hatırlatarak sizi andan koparmamaya çalışıyor. Tarih, estetik, güzellik, gerçeklik, yakınlık ve illüzyon gibi kavramları ile, Paris’in 1800’lerinde yüz yüze kaldığınız tarifsiz bir deneyim yaşatıyor size müze.
Bu etkileyici deneyim sonunda gerçeğe uyum sağlamaya çalışırken bir yandan da sanatın nereye evrileceği sorusunu düşünüyorsunuz. Bu günlerde zihnimi meşgul eden “geleceğin sanatı” sorusunun cevabı yeni başka bir soruda gizli sanıyorum “sanattan hatta daha spesifik olarak bir sanat eserinden beklentimiz nedir?” Teslim olarak bize dayatılan taklit, fabrikasyon ürünler ve modalar peşinden mi gideceğiz yoksa kişisel, özgün duygulara hitap eden ve estetik anlayışın birincil olduğu eserler mi tercih edeceğiz?