Türkiye nin son yıllardaki dış politika tercihlerinde ve siyasal söylem değişikliklerinde önemli katkıları bulunan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Doç. Dr. İbrahim Kalın ın ocak ayında Boğaziçi Yöneticiler Vakfı ev sahipliğinde, 'Ben, Öteki ve Ötesi' kitabı üzerine yaptığı konuşmayı dinlemiştim. Boğaziçi Ü niversitesi`ndeki bu programa, Boğaziçi Yöneticiler Vakfı Müdürü ve gazetemizin yazarlarından İbrahim Ethem Gören davet etmişti.
'Ben, Öteki ve Ötesi' üzerine bir konuşma...
Kalın, o konuşmasında şu satırların altını çizdi: 'Bu kitap boyunca ben` tasavvuru ve öteki` algısının zihnî , siyasî , kültürel ve estetik yönleri üzerinde detaylı bir şekilde durduk. İki dünya görüşünün ve bunlara mensup olan milletlerin bu tasavvur ve algıları üzerinden birbirleriyle ne tür ilişkiler kurduğunu nerelerde anlaşıp nerelerde ihtilaf ettiklerini ve birbirlerinden neler alıp verdiklerini incelemeye çalıştık. Savaş ve barış zamanlarında, dostluk ve düşmanlık tavırlarında, çatışma ve bir arada yaşama dönemlerinde ben` tasavvuru ve öteki` algısının oynadığı rolü ve geçirdiği değişimi tahlil ve tenkit ettik. İslam ve Batı toplumlarının sadece dününü değil, bugününü ve yarınını da anlamak için bu kavramlar üzerinde hassasiyetle durmamız gerekiyor. Zira tarihi, geçmişte yaşanmış olayları öğrenmek için değil, bugünümüzü anlamlandırmak ve geleceğimize şekil vermek için okuruz. İslam ve Batı toplumlarının ben` tasavvuru ve öteki` algısı, geçmişten geleceğe uzanan bu süreçlerin merkezinde yer almaktadır.'
'Bugün, yazar sıfatıyla buradayım, beni bürokratik görevlerim ve kamudaki pozisyonumla değerlendirmeyin, yazdığım kitapla değerlendirin.' sözleriyle entellektüel açıdan her türlü eleştiriye açık olduğunun altını çizen Kalın, düşünce tarihimiz açısından verimli olacağına inandığı bir tartışmaya da hazır olduğunun işaretini verdi. Sayın Kalın, siyasal gücünün sağladığı dokunulmazlıkla değil, akademik eleştiri ortamının gerektirdiği özgür düşünceyle anılmak istiyordu.
İbrahim Kalın her ne kadar, 'kamudaki pozisyonuma göre kitabımı değerlendirmeyin' uyarısında bulunsa da, devlet idaresinde edindiği tecrübenin ve yurt dışı temaslarında elde ettiği geniş ufkun yazdığı kitaba ayrı bir ilgi ve zenginlik kattığı fikrine sahibim.
Kitabını imzalama lütfunda bulundu
Kalın`ın çalışmasında her iki tarafı da tanıyan ve objektif değerlendirmeleriyle öne çıkan isimlerin görüşlerine yer veriliyor. Goethe, Lamartine, Pierre Loti, Pickthall, Lew Wallace, Rene Guenon, Richard Burton, Mary Montagu bu isimlerden sadece ilk anda sayabileceklerim. Kitapta ayrıca İslam biliminin altın çağı olan 10. ve 13. asırlar arasında yaşayan İbn-i Sina, İbn Rüşd, Farabi, İbn Hazm, Nasreddin Tusi gibi isimleri ve İslam eğitim kurumlarının, İslam sanatının Batı`ya nasıl tesir ettiğini ayrıntılarıyla bulabiliyoruz. Kitabın kaynakçasında yaklaşık beş yüz eser ismi ve indeksinde ise yaklaşık 4 bin madde yer alıyor.
Kitabında önemli farklara rağmen İslam ve Batı medeniyetlerinin çatışmak zorunda olmadığını savunuyor Kalın ve ekliyor: 'Bir arada yaşamanın asgari şartı, herkesin ortak iyide uzlaşmasıdır. Adil, katılımcı ve eşitlikçi bir dünya düzeninin anlamı, herkesin aynı şekilde düşünüp yaşaması değil, farklı görüşlerin bir arada var olma iradesini göstermesidir. Bir arada yaşama ahlakı ve kültürü, zor olmakla beraber imkânsız bir hedef değildir.'
'Ben, Öteki ve Ötesi'ne koymayı tercih ettiği sonuçbölümünde İbrahim Kalın, 'İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır' anlayışından hareketle bir özeleştiri çağrısı yapıyor: 'Batı`yı, Müslümanları ötekileştirdiği için eleştiren kişilerin aynı hatayı işleyerek monolitik, indirgemeci ve hasmane bir Batı algısı geliştirmesi, çağımızın ironilerinden biridir. Eksik ve yüzeysel bilgilere dayalı olarak inşa edilen ve siyasi-ideolojik bir araçolarak kullanılan Batı imajı, zaten kısıtlı ve sorunlu olan iletişim imkânlarını ortadan kaldırmakta ve yeni husumet ve çalışmalara zemin hazırlamaktadır. Asıl tehlikeli olan Batı`yı bir günah keçisi ilan edip İslam dünyasının kendi sorunlarını ötelemek ve onlarla yüzleşmekten kaçınmaktır. Bu tavır bir fayda sağlamadığı gibi, sonuçta bizi zihni tembelliğe, ahlaki konformizme ve sahte bir güven duygusuna götürür. Tarihi ve güncel gerçeklikler dikkate alındığında, hem İslam hem de Batı toplumlarının eş zamanlı olarak aynaya bakması ve muhasebe yapması gerekiyor.'
Bir başka yerde: 'İlkeler düzeyinde sağlanacak bir mutabakat, siyasi ve toplumsal gerilimleri aşma yolunda bize yardımcı olabilir ve yeni fırsat pencerelerinin açılmasını sağlayabilir. İslam ve Batı toplumları bu tarihi sorumluluk duygusuyla hareket ettiğinde, dünya barışına büyük katkı yapma imkânına kavuşacaklardır' diye yazıyor.
Yakın bir zamanda ne İslam dünyasının ne de Batı`nın böyle bir muhasebe yapacağı konusunda pek ümitli değilim. Eserde benim en çok ilgimi Endülüs bölümü çekti, hele kitapta geçen şu efsaneyi ilgiyle okudum: 'Roderik`in yenilgisi, İspanya tarihinde çeşitli efsanelere kaynaklık etmiştir. Meşhur bir hikâyeye göre, bir İspanyol kralı bir kule inşa eder, içine bir sır koyar ve kapısına da büyük bir kilit vurur. Kral, kendinden sonra gelen bütün haleflerinin kapıya yeni bir kilit koymasını ve böylece kuledeki sırrı korumasını vasiyet eder. Yirmi altı kral bu vasiyete uyar her gelen kulenin kapısına yeni bir kilit vurur. Böylece ilk kralın sırrı nesiller boyu korunur. Bir gün dik başlı bir gençkral, büyüklerin hilafına, kilitleri açtırır ve kulenin içine girer. Gizli odanın duvarlarında ellerinde mızrakları, bellerinde kılıçlarıyla Arap süvarilerinin resimlerinin olduğunu görür. Odanın ortasında altın ve gümüşten yapılmış ve değerli taşlarla süslenmiş bir masa durmaktadır. Masanın üzerinde 'Bu, Hz. Davud`un oğlu, kral Süleyman`ın &ndash selam onun üzerine olsun- sofrasıdır' yazar. Masanın üzerinde bir vazo, vazonun içinde de ferman gibi katlanmış bir kâğıt vardır. Kâğıtta şu cümleler yazılıdır: 'Bu odaya girilip sırrı faş edildiğinde ve bu vazodaki büyü bozulduğunda, duvarlarda resmi olan adamlar İspanya`yı işgal edecek, krallarını alt edecek ve ülkeyi ele geçirecektir.'
Bu gizli odanın sırrını faş eden ve bütün belaları üzerine çeken, son Vizigot Kralı Roderik`ten başkası değildir! Efsanenin hem Hristiyan hem de İslam kaynaklarında geçiyor olması dikkat çekicidir.
Keyifle okuduğum bu efsane yanında, kitabın sonunda yer alan bir bölüm var ki insan okurken kahırlanıyor. Endülüslü Müslümanların Sultan Bayezid`e gönderdiği 14 maddelik şiir-mektup!... Her bir maddesi ibretle dolu bu mektup adeta Endülüs`ün tarihini özetliyor.
Yine kitaba eklenen, Ebu`l-Beka Salih B. Er-Rundi`nin 'Feryadname' olarak da bilinen Endülüs Şiiri var ki tam bir ibret levhası;
Şiirin ilk beyti şöyledir:
'Çıkan iner, kalkan düşer, her yükselişin var bir sonu
Niçin bunca gurur maldan, mülkten, addan, sandan insanoğlu'