Seyahat edeceğin yerde, konaklayacağın otelin seçimi çok önemlidir. Kısa süreliğine de olsa ömrünün bir anını geçirdiğin yer sonuçta. O anlar bir nevi insanın evi oluyor. Bu sebeple Prag seyahati izlenimlerime konakladığım otel ile başlayacağım.
Bu otel gerçekten yazılmayı fazlasıyla hak ediyor. Prag, Avrupa’nın Paris, Londra ve Roma’dan sonra en çok turist ağırlayan şehridir.
Prag’ı diğer üç büyük Avrupa şehrinden ayıran özelliği ise metropol olmaması. Prag’ın en büyük şansı ise birinci ve ikinci dünya savaşında da şehir hasar görmediği için günümüze ulaşmış en güzel tarihi kimliği olan bir şehir olmasıdır. Prag’ın yaklaşık 1,4 milyon nüfusu var ama şehir çok fazla turist alıyor.
Prag’ı anlatmaya kaldığımı otelden başlıyayım. Otel seçimimden dolayı kendime tam puan vereyim. Çünkü burası adeta otel değil sanat galerisi. Alışılmışın dışında büyük bir kütüphane bile bulunuyor. Bu satırları otelin güzel kütüphanesinden yazıyorum.
“Le Palais Art Hotel Prague” adındaki bu 5 yıldızlı otelin konumuna gelince, şehrin kalabalık, turistik bölgesinden uzakta sessiz, sakin bir yerleşim bölgesi olan Vinohrady'de bulunuyor. Otelden kısa bir yürüyüş ile Vaclav Meydanı'na ulaşabiliyorsunuz.
Otel Prag’ın “Belle Époque” mimarisinin en güzel örneklerinden biri olduğunu söyleyeyim. Otel, 1897 yılında meskun bir saray olarak inşa edilmiş daha sonra otele dönüştürülmüştür. Otelin lobisinde düzenli olarak çağdaş sanat sergileri yapılıyor. Otelin koridorlarında antika piyanolar da bulunuyor.
İtalyan tarzı mobilya ile dekore edilen otel Avrupa'nın Le Corbusier orijinal grafiklerinin sergilenen en büyük kalıcı koleksiyonunun yanı sıra Miloš Reindl, Pavel Skalník, Luděk Marold gibi Çekyalı sanatçıların koleksiyonlarına ev sahipliği yapıyor. Ayrıca Lea Vivot, Jadran Šetlík ve Gordana Turuk gibi sanatçıların eserleri de bulunuyor. Otele ait Artista adında restoranı da var. Aynı zamanda kahvaltının da burada verildiği restoran, şehrin manzarasına hakim bir tepede yer alıyor. Güzel havalarda kullanılan güzel bir bahçesi var. Bundan iyisi Şam’da kayısı…
Otelden bu kadar bahsetmek kafi sanırım. Bir sonraki yazımda Kafka’nın izinde Prag’ı anlatacağım.