Hicrî 1441 yılının Ramazan-ı Şerif ayı oldukça mahzun geçiyor. Camiler cemaatlerine, iftar sofraları misafirlerine hasret; Sevdiklerimiz, rahmetin nur olup yağdığı bu mübarek günlerde çaresi bulunamayan bir hastalık sebebiyle birbiri ardına ebediyet yurduna sırlanıyor. Yeryüzünün en kısa zamanda salgın afetinden kurtulmasını niyaz ederken Osmanlı asırlarının İstanbul`unun iftar sofralarında teberrüken bir gezintiye çıkalım.
Gelişinden aylar önce hazırlıklara başlanan, davullar, toplar ve kandillerle sevinçle karşılanan oruçayı Ramazan`da iftar sofraları pek çok âdete de sahne olurdu.
Ramazan-ı Şerif ayının ilk iftarında padişah sadrazama iftariye ile birlikte yemek gönderirdi.
Eski İstanbul`da akrabalar ve ahbaplar mutlaka birbirlerini iftara davet eder, önemli bir usul ve hürmet gereği olarak Ramazan-ı Şerif ayının ilk haftası içerisinde aile büyüklerinin hânelerine iftara gidilirdi.
Sultan II. Mahmud, Vak`ayı Hayriye`den sonraki Ramazanlarda sadrazamın, şeyhülislâmın ve vezirlerin konaklarında iftar sofralarına oturmuş Sultan Abdülaziz de Sadrazam Kâmil Paşa`nın konağında iftar etmiştir.
İstanbullular eşine, dostuna, komşularına, hemşehrilerine iftar vermeyi büyük ibadet kabul eder, misafir ağırlamak için adeta birbirleriyle yarışırdı. Bu nedenle iftar saatlerinde evlerin kapıları ardına kadar açık olurdu. Böylelikle yolda kalan ya da ihtiyacı olan herkes dilediği eve girer, iftarını yapar, ev halkı tarafından misafirin kim olduğu asla sorulmazdı.
Zengin konak ve yalılarında haremlik ve selâmlıkların kapıları iftar vaktinden epey önce açılır, davetli, davetsiz gelen herkes güler yüzle karşılanarak iftar sofralarına buyur edilirdi. Yerine göre elli-altmış sofra kurulan büyük konaklarda hâne halkı ve yakın akrabalar için hazırlanan sofralarla birlikte, devlet ricâli için, cami ve mescitlerin imam ve müezzinleri için, mahalle esnafı ve ev hizmetlileri için mükellef sofralar kurulur iftar için gelen herkes makam ve mevkiine göre misafir edilirdi.
İftar sofralarında günlük ekmek çeşitlerinin dışında Ramazan pideleri, çeşit çeşit iftariyelik malzemeler reçeller, ballar, sucuk ve pastırmalar, çörekler, şerbetler, zemzem suları hazır bulundurulurdu. İftar saati yaklaştığında öd ağacı, buhur ve misk-i amber yakılır, iftara 15 dakika kaldığında hâne sahibi misafirlerini karşılamaya başlar, herkes yerli yerine oturduktan sonra iftar saatine kadar Kur`ân-ı Kerî m tilavet edilirdi. Top atılmasıyla birlikte dualar eşliğinde zemzem-i şerif içilerek oruçlar açılırdı. Önce iftariyelikler yenir, iftar sofralarına mutlaka birkaççeşit çorba servis edilir, çeşit çeşit zeytinyağlıların tadına bakıldıktan sonra sıra sebze ve et yemeklerine ve pilavlara gelirdi. İftar sofralarında 30-40 çeşit yemek saymak mümkün olurdu.
İftar sofralarında tatlı kabilinden baklava başta olmak üzere güllaç, samsa tatlısı, revani, şekerpare, dilberdudağı ve un helvası ikram edilerek sofra âdâbı gereğince dualar edilirdi. Akşam namazının kılınmasının ardından kahveler tellendirilirken tiryakiler çubuklarını yakardı. Teravih namazı için konaktan ayrılanlara diş kiraları takdim edilir, namazı konaklarda kılmayı tercih edenler genellikle hâne sahibinin arkadaşları ve akrabaları olur, teravih namazları hep birlikte cemaatle eda edilir, namazdan sonra sohbet halkaları oluşturularak hasbihale geçsaatlere kadar devam edilirdi.
Tekkelerde de birbiri ardına iftar sofraları kurulurdu. Tophane`deki Kâdirî Dergâhı`nda oruçların şehriye, mercimek ya da işkembe çorbasıyla açıldığı ve 1906 yılının Ramazan ayının altıncı gününde mezkû r tekkede yedi adet sofranın kurulduğu bilinmektedir. Kâdirî Â sitanesi`nin iftar sofralarında suyu temsil eden çorba toprağı simgeleyen et ve sebze yemekleri ateşi hatırlatan pilav ve börek nesli temsil eden pastırmalı yumurta ve Allah aşkını temsil eden güllaçyer bulurken, Kadir gecelerinde çorba, et yemeği, zeytinyağlılar, pilav ve zerde pişirilirdi.
İstanbul`un fakir vatandaşları dahi konu-komşularına bir kap çorba ve bir çeşit yemek ile de olsa iftar yemeği vermenin yolunu arardı.