İstanbul, Türk tesbihçiliğinin en önemli merkezlerinden biriydi. Eski İstanbullular sevgiyi, zikri ve sabrı ifade eden tesbihleri ellerinden düşürmezdi.
Bir nevi sabır sanatı olan dua taneleri tesbihler, İstanbul`da Osmanlı yüzyılları boyunca müminlerin ellerinden düşmemiş mütemadiyen, dilden dile gönülden gönüle aktarılan zikirlerde önemli bir kültür mirası öğesi olarak toplumda her zaman rağbet görmüştür.
İslâm-Türk medeniyetinde tesbih önemli bir kilometre taşı hüviyetinde olup tesbih kullanmak âdetten öte ibadet halini almış, böylelikle İstanbullu ustalar tesbih yapımını eskimez medeniyetimizin önemli bir sanat konusu hâline getirmişlerdir.
Tesbihler, Türk asrı olarak nitelendirilen 16 ıncı yüzyılda, bu asrın ikinci yarısından itibaren tesbih ustalarının parmakları arasından belirmeye başlamıştı. İstanbul`un günlük hayatında ve halk kültüründe tesbihin önemli bir yeri vardı. Vakit namazlarından sonra tesbih çekmek önemli bir dî ni gelenekti.
Bekâr erkeklerin ya da kadınların ellerindeki tesbihi çevirip durmaları nikâh talebinin naif habercisiydi. Tesbih ipinin koparılarak tanelerinin dört bir tarafa saçılması muhataplara sabrın son kertesine gelinmiş olduğunu haber verirdi.
Tesbihçiler herkese, her keseye ve kesime hitap eden, padişah, vüzerâ, vükelâ, zengin ve fukarâ tesbihleri imâl ederdi. Osmanlı İstanbul unda tesbihler bir nevi kimlikti ellerdeki tesbihlere bakıldığında kişilerin meslekleri kolayca tahmin edilebilirdi.
İstanbul da her meslek grubunun kendine ait tesbihleri vardı. Antiseptik özelliğinden dolayı kuka tesbihlerini doktorlar tercih eder en güzel tesbihler İstanbul da yapılırdı.
Beyazıt Camii yanındaki Çınaraltı tesbih sevdalılarının buluşma noktasıydı. Daha çok taş, boynuz, ağaçve kemik malzemeden yapılmış tesbihlere rağbet edilirdi. Tesbihlerin imamelerinde, duraklarında kişilerin mesleklerine yönelik remizler vardı. Tesbihin yazlık ve kışlık çeşitleri olurdu. Necef taşı ve sedef tesbihler daha çok yaz aylarında tercih edilirdi. Elin harareti ile hareketlenen, güzel kokular bırakan kuka, narçıl, sandal ağacı ve amber gibi tesbihler İstanbulluların ellerinden düşmezdi.
Devlet ricalinin, beyefendilerin, hanımefendilerin, külhanbeylerinin, kabadayıların, dervişlerin tesbihleri birbirinden farklı olurdu. 17 lik, 33`lük, 99`luk, 100 lük, 500 lük ve 1.000 lik tesbihlerde zikirler ellerden gönüllere doğru akıp giderdi.
Tekkelerde zikir meclislerinde halkalanan dervişlerin ellerinde 500 lük, 1.000 lik zikir tesbihleri olur, rû hî hastalıklara müptela olanlar taneleri fındık büyüklüğünde, çapı 7-8 metreyi bulan tesbihlerin içinden geçirilirdi.
Dervişler tesbihlerde daha çok öd ağacını tercih eder Mevlevî lerin tesbihlerinin imamelerinde Mevlevî sikkesi formu, Cerrâhî lerin tesbihlerinde Cerrâhî tâc-ı şerî fi, nâzenin Bektâşî lerin tesbihlerinde Bektâşî tâcı yer alırdı.
Tahtakale Mercan Yokuşu ndaki Uzunçarşı da birbirinden maharetli tesbih ustaları meraklıları için Ahilik meslek âdabı gereğince tesbih tanelerini abdestli olarak özenle imal ederdi.
Uzunçarşı dükkânlarında değerli taşlardan, kıymetli ağaçlardan, fosil, hayvan diş ve boynuzlarından üretilerek tezgâhlara konulan tesbihler padişahlara, valide sultanlara götürülür, paşalar, vezirler, tesbih koleksiyonerleri birbirinden değerli tesbihlere müşteri olurdu. Koleksiyonlara giren tesbihler küstürülmez, belli aralıklarla zikirde kullanırdı.
Yeni bir tesbihi ellerine alır almaz hangi malzemeden yapıldığını ve ustasının kim olduğunu bir çırpıda anlayan İstanbullu tesbih koleksiyonerleri tesbihlerini camekânların ya da kadife muhafaza örtülerinin içerisinde muhafaza eder, zaman zaman tesbihleri yerlerinden alarak zikre râm olurdu.
İstanbullu tesbih ustaları ağaçtan, taştan, kemikten evvelemirde zanaat malzemesi olarak telakkî edilen tüm malzemeleri tesbih adı altında sanat eserine dönüştürürdü.
Klasik Osmanlı tarzında yapılan sıralı sistemli, kamçılı, püsküllü bazı tesbihlerin durak ve imamelerinde Bismillah, Sübhânellah, Elhamdülillah, Allahüekber ibarelerine yer verilirdi.
Tesbihler genellikle Ramazan sergilerinde yeni alıcılarını bulur, tesbihlerin karasevdalıları birbirinden özenle çekilmiş tesbihleri tabir yerindeyse kapışırdı.
Tesbihçiler Beyazıt, Süleymaniye, Fatih ve Ayasofya camilerinin avlularında tezgâhlarını açar, Ramazan ayı gelince tesbihçi dükkânlarına kelimenin tam anlamıyla nur yağar, satışlar ikiye, üçe katlanırdı.
Tesbih koleksiyoneri Necip Sarıcı 16 ıncı yüzyılda İstanbul da sayıları yüzlerle ifade edilecek kadar tesbih ustasının varlığından bahsederken, dikkatleri Sultanahmet Camii`nin açılışında yüz yetmiş iki bin adet tesbih dağıtılmasına çeker: 'Sultan Birinci Ahmed, Mimarbaşı Sedefkâr Mehmed Ağa ya muhteşem bir cami yapması emrini vermiş ve 1606 yılında inşaatına başlanan Sultaahmet Camii 1617 yılında ibadete açılmıştır. Padişah, bu camide ilk Cuma namazı kılınacağı zaman cami ve avlusunun kaçkişi aldığını merak etmektedir. Rivayete göre padişah, bu sayıyı anlamak için o gün camiye gelen herkese birer ödağacı tesbih verilmesini ister. Namaza girişte 86 bin tesbih dağıtıldığı söylenince, emin olunması için bu sefer de camiden çıkışta kalenbek ağacından yapılmış 86 bin adet tesbih daha dağıtılır.'
17 inci yüzyıldan itibaren İstanbullu ustalar tesbihi sanat haline getirerek birbirinden değerli tesbihleri üretmişlerdir. İstanbulluların ellerinden düşürmedikleri birbirinden âlâ tesbihler estetiğin sanat ve ibadetle buluşması olarak değerlendirilmiştir.
19 uncu asırda vasat bir memur maaşının 150-200 kuruş olduğu bir dönemde Mehmed Nevres Paşa ya 1871 yılında İstanbul a gelen Avusturya İmparatoru Franz Joseph in hediye ettiği inci bir tesbih, bilahare mezatta bin altın liraya satılmıştır.
İstanbullu tesbih ustaları kadar tesbih satıcılarının da pek çok hikâyeleri vardır. Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey İstanbullu tesbihçi Emir in hikâyesini anlatır: 'Bâzı kimseleri Ramazanlarda tesbih merakı bir hayli meşgul ederdi. Altın kamçılı, mercan, ödağacı, anber gibi tesbihler de bu alışverişe dâhildi. Bir eski mecmuada gözüme iliştiğine göre müşterinin ilgisini çekmek için Tesbihçi Emir adında bir zat, dükkânı önünde 'Tesbihim birer pâreye!' diye bağırırmış. Ne garip bir tesadüftür ki, bu 'tesbihim birer pâreye' tâbiri bu zatın ölüm tarihi olmuş.'
Beşiktaşlı Sağır Rıfat, Benli Ali Bey, Kasımpaşalı Horoz Salih, Tosunum Halil Usta, Tophaneli İsmet Usta, Kehribarcıbaşı Ali Bey, Mevlanakapılı Mahmut Usta, Balatlı Nuri Usta, Topkapılı Sadık Usta, Kalemdar Hayri Usta, Akgerdan Mehmet Efendi ve oğlu Galip Usta (Galip Başsaka) ve Neyzen Niyazi Sayın eserleri günümüze ulaşan önemli tesbih ustalarından bazılarıdır.
Eski İstanbul tesbihçilerinin emeklerini, alın terlerini, yaşanmışlıkları, hatıraları ve olanca dua yükünü tanelerinde taşımakta olan tesbihler günümüzde müzayede salonlarında yeni sahiplerini bekliyor.
İstanbul başta olmak üzere memleketimizin muhtelif vilayetlerinde tesbih ustaları sayfamızda eserlerine yer verdiğimiz hakikatli tesbih ustası Eymen Gürtan misalinde olduğu üzere Ahilik ve fütüvvet ahlâkı mucibince sanat dünyamıza birbirinden âlâ tesbihleri armağan etmeye devam ediyor.