Ü stad Sezai Karakoç`a rahmeti vesile kılarak yayınlamakta olduğumuz yazı dizimizin ikinci bölümünün öznesinde avukat, şair, yazar Sait Akdağ`ın 'Diriliş Neslinin  mentüsünde Aydın Ufuklar Kaptanı, Sezai Karakoç' serlevhalı yazısı var. 
Sait Akdağ
Avukat, Şair, Yazar
Diriliş Neslinin  mentüsünde Aydın Ufuklar Kaptanı, Sezai Karakoç
Ü stad Karakoç, 'Yüreğimi ancak O çarptırır' özgüveniyle çerçevelediği peşinkeşliği, özgür olmanın değişmez anayasanın ilk maddesi olarak belirtir. İnandığı ve bağlandığı davasını ilk insan ve ilk peygamberden, 'fiziği ve fizikötesi aydınlatıcı son peygamber'e bağlayarak hakikat kavgasına endeksler.  O`na kul ol, kurtul düsturunu ilmek ilmek örerken, ezelî ve ebedî hakikatin zırhını inanmışlara hatırlatır. 
Hakikatin sancaktarlığını peygamberlere izafe ederken, 'diriliş kentinin kurulması için taş taşıyan' adem olmanın bahtiyarlığını yaşar. 'Hakikate uyanlar sağcılar, karşı çıkanlar solcular' bağlamında kendini sağ kefeye koyar ve 'Büyük Doğu' mimarının, 'Aklımı ve fikrimi sağ elime verdim/Görevi olmasaydı sol elimi keserdim' dizelerine yollama yapar Ü stat. 
Erdem sitesinin işçiliğini de kabullenirken, haricinde bütün siteleri yıkmayı borçolarak addeder ve bu sitelerin kölesi durumundaki mazlumların âzatlığında yer almanın gereğini gerçekler; Doğu`yu ve Batı`yı bilmenin, bilmenin gereğine girmenin, girmenin ötesinde 'gerçek düzeni' kurmanın mecburiyetini değişmez anayasanın maddelerine ekler.
'Kozmik gerçeklik'te yer alan insanın, Yaradan`ın kader olarak tayin ettiği kanun çerçevesinde hayat çizgisini seyredeceğini, bu meyanda akıl donkişotluğuna girişmeyi dizginleyip, gönlünü O`na sınırsız ve teklifsiz açarak nur yağmurlarında yunmayı diler. Ü stadın dilekleri, emekleri ve fikriyâtı birbirini tamamlayan ritimkâr bir sürecin ahenkli tabloları gibidir. 
Çağ içinde varoluş sitesi
'Çağ içinde varoluş sitesi' olarak nitelendirdiği nizam sistemine güneşvâri bakışla temel argümanları sağlam, 'eskimez ve pörsümez yeni' intizamında döşeyerek, kehkeşanlara ilham vermiş hakikat vaadeder. Vaadinde sadıktır, ölümüne inanmış ve düşünmüştür. Geçmişin süzgecinden imbikle topladığı verileri geleceğe güvenle ışınlamanın özgüvenindedir. Ve bu fikirleri yaşamaya diri diri devam edecektir, dirilişe dair...
Ceplerimizdeki/kollarımızdaki, cep telefonlarındaki saatlerin 'bir gün, bir saatte kıyamet' diye duruvereceği hakikati, ölüm gibi haber verirken 'Kıyamet Aşısı' kıvamında ve baharsı bir tavırla incitmeden haberleştirirken, Müslümanın kıyamet adamı olduğunu muştular. Bunun yanında Müslümanın kıyamet kahramanı olduğunu da hatırlatır. 
Sabrı zekat verdirecek kadar çoğaltarak, ummanlara çevirir ve sabrın başarının tohumu olduğunu vurgulayarak diriliş ahengine yoldaş eder. Sabrı ilmek ilmek dokuyarak dinamiklik, enerji  ve potansiyelle eksilmeyecek güçle aksiyon destanlarından kuleler istifler. 
Gül peygamberine inanan her bir insanı sancak olarak niteler. Müslümanı, girdiği her yerde, bulunduğu her toplumda sancak gibi gün`leştirir. 'Sancak gibi sadedir. Bir heyecandır. Bir fikir, bir inanç, bir aksiyondur. Kılıcın eşidir ama barış doğurur. Şiddeti gerçeğin şiddetidir. Yumuşaklığı kevser tatlığı.' der iken efsaneleşen bir ritüele mühür basar.
İslam Medeniyeti`ni ölümsüzleştirirken diğer medeniyetlere de yollama yapar: 'Ne Grek, ne Roma, ne sonraki batı medeniyetinde bir nimet değerlendirişi, düşüncesi ve şuuru vardır.' Bu sadece ekmeğin, yani nimetin misilsiz şahlanmışlığının sabitlenişidir. Bunu cömertlik ve cimriliğe özgülemek suretiyle nizam-ı âlemin denge unsuruna dikkati çeker.
'Tövbe Kıvamı'nı kıvamlandırırken süt ve kanın kaynağının (insan vücudu) aynı olduğunu, her ikisinin de vazgeçilmezliğini ve hayatsallığını belirtirken, birbirine karıştığındaki faciayı hatırlatır. Karıştığı anda da tövbe kıvamıyla arınmanın gerekliliğinden ümitvardır. Kıvam makamını bu kadar şahane belirten kalem kahramanı nadirdir. İşte Sezai Karakoçüstat, bu kahramanlardan biridir. Müslümanın tövbe kıvamında bütün haşmetiyle geri gelmesi, 'tarihin tövbesi' kıyamıyla doğum sancısına katlanmayı gerektirir der.
Müslümanın tekrar tekrar arza ve arzın her tarafına edeple basmasını salık verir. Ve der ki 'sen ayağını bu yaşlı dünyanın bağrından çektiğinden beri, o, titreyişler, sarsıntılar, korku ve hey heyler içinde. Tekrar bas ki, dünyanın kalbi, bu düzensiz çarpıntısını durdursun.' Sükû netin yeknesaklığına bundan daha iyi bir teşhis konabilir mi?
'Diriliş'in mütefekkiri, yazarı ve şairi her cepheden her şeye, ötelerden ve derinlikli olarak hikemiyât kulesinden bakmak suretiyle devasa atılımların hükümvâri ölçüsünü vaz`eder. 'Dirilişin Çevresinde', 'Mutlak'ın avcısı olarak nitelediği gençneslin iştiyakına, muştu rüzgârları estirerek bitmeyecek sombaharlara saf tutulmasını tembihler. Hiç'Kurumayan Bir Kaynak'tan, hiçbitmeyecek zemzem suyu saffetinde ab-ı hayat yollarını gösterir.
Her bir makalesi kitap hacminde coşku, bilgi ve aksiyon yüklüdür Ü stadın. Diriliş Ü niversitesi`nin kurucusu, hocası ve tek başına vakıf mütevellisiydir;
'Gün Doğmadan' Hep Doğan Mümbit Sombahar Çağlayanı Sezai Karakoç
Uygun, yaraşır ve münasip olarak isminin manasıyla müsemma yaşadığı gibi yazan ve hayatını şiirleştiren müstesna kıymetlerden Sezai Karakoçüstadımız Türk ve dünya edebiyatında bu yönüyle nadirlerdendir.
'Hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum; '
'Yağmur Duası'yla yola çıktı Sezai Ü stat şiir yoluna, şairlik bulvarına: 'Ben geldim geleli açmadı gökler /Ya ben bulutları anlamıyorum,/Ya bulutlar benden bir şeyler bekler./Hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum; /Ben geldim geleli açmadı gökler.' 
Bundan önce de 'Rüzgâr'ında, 'Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!' diye ünlerken, 'Gül gül, mektup mektup büyüyen umut; ' şeklinde gülden müjde bekliyordu. O gül ki, tam gülüştü. Dirilişinin ufukta süzülüşü ve 'Monna Rosa'ya selam verişiydi. 
'Monna Rosa'nın yazılması başlı başına efsane ve Türk ve dünya edebiyatından  silinmeyecek destansı bir aşk. Şüphesiz kaderin örgüsü ama, 'Muhacir kızı'ndan aşkına karşılık bulsaydı gençSezai Karakoçolarak kalacak üstat bir Sezai Karakoçdoğmayacaktı; Asil bir Anadolu genci ve zarif bir muhacir kızı. Hafif bir sızı. Bütün mütevazılığiyle doğuveren bir edebiyat yıldızı. Aşk edebiyatına hediye edilmiş yaldız yaldız gülden bir kırmızı... Bu şiiri yıllarca elden ele dolaşmış, şiir meclislerinde okunmuş, aşk mektuplarına kurulmuş, hikâyesi hep merak edilmiş, gizemlidir ve efsanedir. Şiiriyle ilgili anlatılan hikâyeleri ne sahiplendi ne inkâr etti  Sezai Karakoç. Bu da şiir etrafındaki  gizemi  arttırdı ve  hikâyeler  uyduruldu. Yirminci yüzyıl edebiyatımızın aşk doruğunda abide şiirlerdendir Monna Rosa.  
1950`den 2000`li yıllara kadar, yarım asır kitaplarına bu şiiri almadı Ü stat. Kendi el yazısıyla veya yazmasını uygun gördüklerinin el yazısıyla çoğaltarak yanında bulundurdu ve layık gördüğü kişilere hediye ettiği bir nüshası da arşivimdedir. Bu nüshasının kıymeti, her türlü takdir ve kıymetin fevkindedir. 
Ahmet Sezai Karakoç şiirlerinde Büyük Doğu ve Diriliş topyekû n dünya görüşü çerçevesinde özellikle tasavvuf, anne, sevgi, çocuk, ölüm, aşk, tabiat, savaş, zulüm başta olmak üzere pek çok konuları işlemiş şairlerdendir. Şiir sanatıyla ilgili manifestosunu yazılarında dile getirmiş metafizik kıvamda ve serbest ölçü tarzında şiirlerini kaleme almıştır. Bu yönüyle diğer gönüldaşlarından ayrılarak edebiyatımızda özel bir yer almış ve daha geniş kitlelerce benimsenmiştir.  II. Yeni ve modern şiir denilen yenilikçi şekil ve şiir anlayışı içinde şiirlerini yazan üstat, bu yönüyle Cahit Zarifoğlu ve Erdem Bayazıt`la beraber farklı bir yerdedir.
Diriliş` manifestosu çerçevesinde yarım asra yakın zamanda şekillendirdiği ve 'Diriliş' üniversitesi edebiyat içinde devlet nizamı ve edebiyat nizamı doğrultusunda kavramlara millî manalar yükleyerek, günlük hayata uygun kriterler getirmiştir. Ü stelik bütün bunları gelenekten ve Müslümanın perspektifinden faydalanarak modern şiir tarzıyla yapmıştır. 
'Bu adam o adam gelip gider/Senin ellerinde rüyam gelip gider/Her affın içinde bir intikam gelir gider/Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın' dizeleri içinde geçen 'Kar Şiiri' Monna Rosa`nın devamı niteliğindedir. Ü stat söylentilere karışmış efsane şiiri sonrasında içinde bulunduğu boşluğu, bir nevi hoşluğu ve muhatabına kırgınlığı ve karşı tarafın pişmanlığını edebileştirmekte.
'Sultanahmet Çeşmesi'ni dinlerken onun ünlemesini ve dirilişe dair şahitliğini özetler üstat:  'Önünde dokuz minare/Aynalar kadar aydınlık yüreği/Kilise öte yanında yara bere/İçinde kendini sessiz bir oluşa bırakıyor/Değiştiriyor deri' Minicik dokundurmayla devasa bir Doğu-Batı kıyaslamasını çeşme ve meydanla dillendirir. O şiirinde mukaddes şehir İstanbul`un encamı da vardır. 'Gün Doğmadan' kitabında ölüm, geniş bir dünya coğrafyasında işlenir. 'Dünyaya kan ismini veriniz/Sokak fenerlerine asılmış/Güzel ve canlı ölüm/Aydınlatıyordu gerçeği/Telgraf direklerine çekilmiş' 
'Polonya`nın kanı beyazdı/İsyan bir bayraktı süt içinde' mısralarıyla Balkanlarda olurken Sezai üstat 'Yurdunu sevenlerin/Gözlerini kimse bağlamaz/At üstünde can verirler/Atla birlik güneş doğarken/Ve yaşar Cezayir' Afrika`ya zulüm gören ülkelerde matem tutan seyyahtır.
Yirmi yedi yaşında yazdığı şiirinde çocukluğa dair zarif dizelerinde bütün zamanların kahramanı Hz. Ali`dir. Bir de Hz. Ali`nin atı... 'Ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından/ Asya`da, Afrika`da, geçmişte ve gelecekte/Biz o atın tozuna kapanır ağlardık/Güneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdü.' Sahabi ve ehli-beyt kimliğine yapılan vurguyla, silah güçlüğüne yaptığı gönderme iman neslinin olması gerektiği noktadır. Çocuk saflığına yakıştırılan sarsılmaz inançpekliğiyle, 'Ali olmak bir hedef her çocukta' ve 'Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü' tarihin şeref levhalarını iman sarsılmazlığına yükler. Çocukların nasiplenmesi ayrı bir taddır üstattan 'Bir deniz kıyısında/İçim sedef ve kan/ Dağıtırım çocuklara/Kitap ve kanarya' 
Ü stadın her şiirinde muhayyileyi zorlayan, olağanüstü sınır tanımaz ufuklarda hiçbitmeyen bir koşuşturma vardır. 'Samanyolunda Veba' adlı şiir başlığının altına eklediği 'Aşk siyahla beyazın ayrıldığı/Samanyolunda yürüyen bir karınca/En onulmaz vebayı kutlayan bir güvercin/İki katlı bir arabada/Bu bize yaklaşan bir deniz arabası/Sen ırakta samanyolu ırakta /Ve başka bir ay/Sarısı beyazına akmış/Bulaşmış bir yumurta'  eşsiz tabloyla sonu hiçgelmeyecek hayal ötesi kavramları ve nesneleri özdeşleştirir. Aşk vardır, karınca vardır, güvercin vardır, samanyolu vardır, deniz arabası vardır... şiiri kamçılayan her şey vardır...
'Hızırla Kırk Saat' gezginliğinde uğramadığı evren noktası yok gibidir. 'Mursiye`de Tunus`ta Mısır`da/Kudüs`te Mekke`de Konya`da/Malatya`da Şam`dayız /Yolları bir urgan gibi/Ayağına sarmış Muhyiddin`iz /Güneş hep arkada biz öndeyiz' 
'Kızaran ufka selâm/Süleymaniye`den Beyazıt`tan/Mutlaka olmak isterim/Gün doğmadan Şehzadebaşı`nda' diye elli dokuz yıl önce dua makamında dizeleyen üstat, bundan böyle ebediyen olmak istediği yerde yatıyor;
YARIN: Sezai Karakoç`u anlamak;