İnsan olmak demek biraz da eksik olmak demektir. İnsan olmanın tabii vasfı nakıs olmaktır. Yaratılışın en kesif en mümtaz varlığı mesabesinde olan insanın bulunduğu her hâl ve düşüncesinde daima en iyiye, mükemmele varma dürtüsü karşı konulmaz mukavemettedir.
Bu anlamda eriştiğimiz güzellikler ve erişme gayretinde bulunduğumuz güzellikler mevcuttur. Fakat içerimizde elde ettiğimize dair müzmin bir kanaatsizlik varken elde edemediğimizde de bizi mücadele azmi ile diri kılan bir uluhiyet kesbolunmuştur.
İnsan fıtratı gereği bir amaca binaen yaşama temayülündedir. Yani bu fıtrat insanın adeta kodlarına girilmiş nispettedir. İnsanın bu dünyada iyiye dair bütün inşaası bu temayülün mahsülüdür. İnsanın kendisine ülkü edindiği insan yaşamına anlam katan bir kızıl elmaya sahip olması hayatı yaşanmaya değer kılan olgunun mihenk taşıdır.
Çünkü insanın ortaya koyduğu varlık kutlu bir mefkurenin semeresidir. Nihayetinde insan başıboş yaratılmadığı gibi başıboş bırakılacağı ( Kur'an/ kıyamet 36) zannından da men edilmiştir. O yüzden öz farkındalığının bilincine erişen insan soyunun kendisini anlama mukabilinde yapacağı ilk şey "ne için varolduğunu" sorgulamak olacaktır. Nitekim Allah kitabında bu sorgulamaya en beliğ bir şekilde zariyat suresinin 56. ayetinde "Ben insanları ve cinleri yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım" diyerek insanın anlam arayışındaki kaybolmuşluğuna ket vurmuştur. Ayette bahsi geçen "kulluk" mükellefiyeti içi boşaltılmış şekle dayalı bir kulluk olamayacağı elbette herkesçe aşikârdır. İnsan aklının, iradesinin, latifeyi rabbaniyesinin daima her geçen günü yekdiğerinden ayıran ve irtifayı elzem kılan bir zişanı mutlaktır.
Varoluş amacının mahiyetine eriştikten sonra bize lazım olan o amacın hayatımızın bütününe şamil olmasıdır. Aksi takdirde bizi diri kılan amacın ulaşılmazlığını yitirmiş olmak hayatın namütenahi çıkmazında yitip gitmektir.
Hayat amacımızın ulaşılmaz (buradan kasıt imkansız değil daima yenilenebilir olması) olmasının yanı sıra bir de "ulvi" olması mühimdir. Çünkü kendisine 3+1 ev almayı ya da lüks bir araba almayı amaç edinen insan belki buna üç- beş yıl sonra erişebilecek ve pek tabi bunlara eriştikten sonra ne için yaşıyorum sorusunun ketumluğuna toslayacak ve nihayetinde anlamsızlık girdabında yalpalayacaktır. Esasında eşref-i mahlukat olarak da yaratılan beşerin böylesine ucuz bir amaç edinmesi kabule şayan değildir.
Hülâsa ömür sermayemiz boyunca aldığımız her nefeste yaşama dair bilincin özüyle kavrularak ancak istikamet üzere olabiliriz. Tükenmeyen, yok olmayan tıpkı bir matruşka gibi iç içe geçmiş birine varmışken diğerinin peşi sıra takip ettiği bir nazireler dizgesi ile bir ömrü tazammun etmek tâkatini elde ederiz.