Sağımıza solumuza şöyle bir dikkatle bakalım, her zaman için başkasına olan güveninin boşa çıkmasından ötürü sürekli şikayet hâli üzere insanlar görürüz. Hatta etrafımızdaki insanları bir kenara bırakıp kendi yaşanmışlıklarımızın güven duygumuz üzerine menfi tesirini ziyadeliği kendimizi dahi şaşırtacak keyfiyettedir.

Madem birbirimize olan güvenimiz yerle yeksan olmuş vaziyettedir ve madem kime dokunsan aynı dertten muzdariptir şunu sormak isterim: "Bunca güvensizliğin asıl müsebbipleri kim?"

Mevlana' ya isnat edilen çok sevdiğim hepimizin de aşina olduğu bir sözü var; " Dün akıllı idim dünyayı değiştirmek istedim bugün bilgeyim kendimi değiştirmek istiyorum." Aslında kişi özüne dönüp kendindeki nakıslığı tamamlama gayretinde olduğu müddetçe cihan namına da hakiki bir inkılab gerçekleştirme adına kayda değer bir adım atmış olur. Kendimize dönüp baktığımızda toplumda cereyan eden güvensizlik pandemisinin içinde içten içe sosyolojik çürümeye doğru içler acısı bir ahval söz konusu. Herkese karşı şüpheci bir tavırla yaklaşıyor, her an herkesin bize yalan söylemiş olduğu, arkamızdan iş çevirmiş olduğu olasılıklarını hesap ederek sözde sağlıklı ilişkiler içerisinde bulunduğumuz iddiasında bir ömür geçiriyoruz.

Ben kişinin bir başkasına duyduğu güvensizliğin bizzat kendisinden kaynaklandığı görüşündeyim. Çünkü insan kendisinde olmayan bir melekeyi  bir başkasında kesinkes olduğu kanaatine varamaz. Tabi şimdi siz diyeceksiniz ki gerçekten güvenilmeyi hak etmeyen veyahut bu meseleden ağzı yanan birinin bir başka insana temkinli yaklaşması anlaşılır düzeyde normaldir. Fakat ben yine güven bahsinde acı tecrübeler edinilmiş olsa bile bir başkasıyla ilişkisinde "güven" yerine "güvensizliği"  baz alarak olacak bir yaklaşımın toplumun birbirine sımsıkı bağlı olduğu, kapkalın halatları bir bıçak darbesi ile anlamsız hale getireceği kaçınılmaz olacağı öngörüsündeyim.

Çünkü insan ilişkileri az çok beklentiler üzerine şekillenir. Farz-ı misal yeni tanıştığımız zamanla görüşmelerimizin sıklaştığı bir insana kendisine içtenlikle güvendiğimize dair söylemlerimiz ve bu yönde yansıttığımız davranışlar kişide bize karşı nasıl bir tavır takınması gerektiğinin kararını kendimizin belirleyeceği yönünde bir fırsat verir. Yani kişi bizim kendisinden beklediğimiz davranış biçimini kendini ispatlamak adına ve bunu göstermiş olmak adına göstermeyi kendisine bir sorumluluk gibi addeder. Baktığımız zaman Freud'un "Beklenti Teorisi"  bu minvalde dayanak olacak niteliktedir.

Başka insanlarda yaşanılan acı tecrübeler sonucu patlak veren şartlı güvensizliğin hapsettiği kişilere dönüşmek insanın kafasını kemiren şüphelerin tutsağı olmak ile eşdeğerdir. Her insan aynı kefeye konulmamalı ve her hangi bir bağımızın bulunduğu insanın tam anlamı ile güvenimizi sarsacak nitelikte bir durum peyda etmedikçe kişi güvenilmez damgası ile yaftalanmamalıdır. Kaldı ki insanları güvenilir kılma gibi özel güçlere de sahip olmadığımızdan ve dahi herkesi kontrol etmemizin nâmümkünlüğü bize en iyi kontrol edebileceğimiz, anlayabileceğimiz ve düzeltebileceğimiz şaşmaz adresin kendimiz olduğu gerçeğini göz önüne sermektedir. Nihayetinde herkes kendinden mesuldür. Ve kişi kendindeki güzelliği iyileştirdikçe bunun dışına ve topluma tezahürü boş bir odada sesin yankı yaptığı gibi tekrardan kendimize dönecektir. Buna misal olarak Efendimizin (sav) dört halifeden Hz. Ebubekir , Hz. Ömer, Hz. Ali kendisinin oturduğu odaya geldiğinde istifini bozmayıp Hz. Osman içeri girdiğinde Efendimizin(sav) toparlanması bilhassa Hz. Osman'ın hâyâ timsali olmasından kaynaklıdır.

Toplumda kurduğumuz bağların sağlamlığı daima karşılıklı güveni tesis ederek yol katedebilmiştir. Bizler güvenmek istiyorsak evvela kendimiz güven vermek mecburiyetindeyiz. Kendimizden veremediğimizi başkasından isteyemeyiz. Ve bizler ne istek karşımızdakinde yankı bulacak olan odur.