Asitane de sıradan bir gün. Farklı olan, yaz mevsiminde göklerden gelen ikrâm... Ü sküdar da bugün müthiş bir yağmur yağıyor. Alışılmışın dışında bir keyfiyette, bardaktan değil, adetâ kovadan dökülen rahmet damlaları caddeden taşıp denize karışıyor. Cadde neresi, deniz neresi belli olmayacak neredeyse...
Yağmur dinecek gibi değil. Şemsiyemi alıp türbenin yolunu tuttum. Her zaman yaptığım gibi üstadımı ve yolumuzun büyüklerini kemâl-i edep ve hürmetle selâmladıktan sonra bir müddet evrad-ı ezkârla meşgul oldum.
Zikir ihmâle gelmez, dağlar, taşlar, yapraklar, kuşlar, böcekler Hakk ı mütemadiyen zikrederken dilimizin, lisânımızın ve dahi cümle bedenimizin Vacip Teâla Hazretleri nden bir an bile gâfil olması ne büyük bedbahtlık!
Vakit, akşam namazı vakti;
Vakit, akşam namazı vakti...
İmam Efendi bir süredir rahatsız. İkindiden sonra tembih etmişti akşam namazını kıldırmamı, bittabi, emriniz olur demiştim. 5-6 saf mümin arkamda sıralandı. Namaz sonrasında bir genç, ilk defa gördüğüm biri, herkes dağıldıktan sonra yanıma geldi. Simsiyah saçları omuzlarının ortasına kadar uzamış bulunan gençadam, üniversite talebesiymiş. Hukuk Fakültesi nde okuyormuş.
'Dünyanın fenâsına fazlaca bulaştım herhalde hocam, tevbe etmek istiyorum, yardımcı olabilir misiniz?' dedi mahçup bir edayla.
Eyvallah dedim, imam efendinin odasına çekildik. Karsantılıymış... Karsantı nın Kökez köyü İmamoğlu Adana diyerek künyesini saydı. Yiğidin harman olduğu yerden gelen misafirimle alâkadar oldum. Ona da, cemiyetimizin içindeki tüm kardeşlerime de borcum var çünkü. Kardeşlik insanlık borcu...
Seccade ile arasının nasıl olduğunu sordum evvelemirde. Cumaları kılıyormuş umumen... Bununla birlikte Furkân-ı Hakî m i okumasını biliyormuş. Okumak da başlı başına bir zikir değil mi? Anmak, beraber olmak değil mi? Kişi sevdiğiyle birlikte değil mi?
Nasuh tevbesi niyetiyle tevbe ettik. Bildiğim duaları, tevbe rahmet, müjde ayetlerini okudum. Kelâm devam ettikçe dizlerini dizlerime, anladığım kadarıyla da dilini damağına dayadı. Bir müddet sonra kirpikleri gözyaşlarını tutamaz oldu.
Dua uzadı, uzadı... Kalplerimiz birbirine ısındı. Çünkü kalpten kalbe yol vardı. Bir zaman dayım Necmeddin Efendi, 'El-kalbi min el kalbi il el-kalbi sebî lâ'/Kalpten kalbe yol vardır' şeklinde nestalik bir yazı kaleme almıştı. Li-hikmetin muhatabım tevbeden bahis açınca yâdıma düşüverdi mezkû r hat. Bizden önce yaşayan naif insanlar, kibar evliya ne güzel buyurmuşlar ve dahi ne güzel yazmışlar. Kalp, gönül, Allah ın evi... 
İnsan olmak ve insan kalmak üzerine konuştuk;
Delikanlıyla insan olmak ve insan kalmak üzerine epeyce hasbihal ettik. Hüdâ nın ve dahi Hz. Hüdayi nin misafiri de bu bahse dair tetebbuatını benimle paylaştı. Gönlümüz dil oldu konuştu, konuştu, halleşti... Ne kadar vakit geçirdik bilemiyorum, ammâ yemek için evin yolunu tutmalıydık...
Allah muî ni olsun;
Süheyla Hanım ın hazırladığı sofraya besmeleyle el uzattık. Allah ın verdiği nimetlere hamd ve senâlar ettik. Delikanlının okulundan, anne babasından, memleketinde ekilip biçilenden, harmanda kaldırılandan konuştuk. Babası mahpus damındaymış iki yıldır. Sebebini sormadım. Allah muî ni olsun dedim içten gelen bir tazarruyla.
Maddeten zorluk çekiyormuş. Dünyalık sıkıntılarının halli için bazen her gün, bazen de gün aşırı Vakıa Suresi ni okuyormuş.
'Lütfettiniz efendim; '
Önceki gün teknemden zuhur eden ebrû lardan birkaçını eşe, dosta, meraklılarına vakt-i merhununda hediye etme niyetiyle bir kenara kaldırmıştım. İnce, siyah alüminyum profillerin arkasına menteşeler geçirip ebruları koruma altına almıştım. Ebrû ve cilt örneklerimin ve dahi eslâfın birbirinden âlâ keyfiyeti haiz yazılarının yer aldığı ahşap dolabın üzerine koyduğum çerçeveleri alıp 'Hz. Hüdâyi nin hâdiminden bir hatıradır' diyerek misafirime takdim ettim. Ne kadar sevindi bilemezsiniz, mahçup bir edâ ile 'lütfettiniz efendim' demekle yetindi. Müsaade istedi, 'tekrar görüşelim' dedim, ani bir hareketle ellerime sarılıp birkaçkez öptü. Ne diyeyim, nur olsun...
Ramazan günü değil, lakin diş kirasını unutacak da değilim. O gün maaşımı yeni almıştım. Mâlum, devletimizin takdir ettiği türbedarlık ücretinin kısm-ı ekserisini türbenin hizmetlerine ayırıyorum. Bununla birlikte boş tesdilerimiz verdikçe doluyor, infâk ettikçe çoğalıyor. Bir liranın, bin liralık bereketi hâsıl oluyor.
Adanalı gencin cebine bir hafta yetecek kadar para iliştirdikten sonra dış kapının eşiğine kadar uğurladım. Süheyla Hanım, 'yine bekleriz evladım' derken, Karsantı nın Kökez Köyü İmamoğlu Adana dan İstanbul a hukuk tahsiline ve dahi nasibini aramaya gelen nâdim delikanlının silueti, Ü sküdar`ın rahmetle yıkanmakta olan sokaklarında kaybolup giderken, yâdıma, Efendimizin (sav) 'Et-tâib-i min`ez-zenbi kemen lâ zenbe lehû /Günâhından tevbe eden hiçgünâh işlememiş gibidir' meâlindeki hadis-i nebevisi düştü. Sadaka Habî bullah.
Aradan elli yıl geçti;
Aradan kırk yıl geçti. Düzgünman Ü stad otuz yıldır Karacaahmet Sultan`da basübadelmevti bekliyor, nâdim gencin babası da yakın zaman önce Karsantı kabristanlığına sırlandı uzun, siyah saçlarını, hâkim olarak atanınca kesen bir zamanların yiğit delikanlısı emekliye ayrıldı. 
Talebelik yıllarında hemşehrisi, hamiyetpetperver iş adamı Hüseyin Çomu`dan aldığı eğitim yardımlarıyla İstanbul`da ayakta kaldığından şimdiki zamanda emekli maaşının bir bölümüyle İstanbul`da üniversitede okuyan Adanalı gençlere burs vermeyi ihmal etmiyor. 
Asitane`ye her gelişinde Mustafa Düzgünman`ın (ks) kabrini ziyaret ediyor. İstanbul Ü niversitesi Öğrenci Yurdu`nda kaybolan ebruları ise aradan geçen otuz beş yılın ardından her nasılsa Bomonti Antika Pazarı`nın tezgâhlarına düştü. Bu satırların yazarı ebruları yakın zaman önce pazardan kurtardı. Emekli Hâkim, 'Ebruların üçü sizde kalsın, birisi bana yeter, zaten Allah kuluna kâfî değil midir' dedi.
Hamiş: 23 Ağustos 2018 tarihinde Dünya Bülteni haber portalında yayınlan bu yazıyı kısmen revize ederek yeniden değerli okuyucularımın irfanına arz ediyorum.