Aile fotoğraflarını bilirsiniz. Mutlaka sizin de bir aile fotoğrafınız vardır. Stüdyoda, tiril tiril elbiselerinize spot ışıkları yansıyarak çektirdiğiniz fotoğraflarınız... Her bir ferdin yüzünden mutluluk düşen aile fotoğraflarınızı evinizin en âlâ köşelerine müzeyyen çerçeveler içerisine iliştirerek gelip gidenin beğenisine arz edersiniz.   

Bu da bizim aile fotoğrafımız! Bizimkiler yalnızlığımızı ve çaresizliğimizi resmeder, sizinkiler mutluğunuzu! Sizinkileri fotoğrafçılar; bizimkileri adlarını hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz muhabirler çeker. Dijital ekran üzerinden olsa dahi hâl-i pürmelâlimizi havi fotoğraflarımızı görme şansımız olmaz. Hoş, bu keyfiyet umurumuzda değildir!

Aile Fotoğrafı

Bizim fotoğraflarımızla sizinkiler arasında bariz farklar vardır. Siz, mütemadiyen objektife bakarsınız, bizimkilerde objektif bize bakar. Acar muhabir, gözlerimizi; göz bebeklerimizi yakalamaya çalışır ama nafile bir uğraştır bu onun için. Çoluk çocuk bu hususta temkinli ve tedbirliyizdir, pek açık vermeyiz!

Elbiselerimize takıldınız değil mi? Bizim gündüz ayrı gece ayrı libasımız bulunmaz. “Allah elbiselerinize, kalıplarınıza değil, amellerinize ve kalplerinize bakar” fehvasınca giyiniriz.  Bir tek elbiselerimiz vardır, el’an üzerimizde gördüğünüz. Bayramlığımız da kefenliğimiz de bunlardan ibarettir. 

Her şeye rağmen yüreğimiz umut doludur. Yarınlara umutla, ümitle bakarız. 

“Mektup yazdım Hasan’a, ha Hasan’a ha sana!” misali bu fotoğraf, ha Halep’te çekilmiştir, ha Eritre’de, ha Gazze’de ne fark eder! Arz ettiğimiz hüzün coğrafyaları gönlünüzde kimi hissiyatı harekete geçiriyor değil mi? Ümmet-i Muhammed’in mazlum evlatlarının yaşadığı unutulmuş coğrafyalar! Yardıma muhtaç, kimsesiz Müslümanların memleketleri! İşte biz, o beldelerde yaşayan, esameleri ancak dualarda okunan Ümmet-i Muhammed’in ahfadıyız…

“Fetûba lil gurebâ” diye bir kelâm-ı kibar var. Belki işitmişsinizdir. Manası “Gariplere müjdeler olsun”dur. İşte o müjdeye nail olan garipler mahzâ bizleriz! 

Fazla bilgece mi konuştum yoksa! Fotoğraf üzerinden kaldığımız yerden devam edelim o zaman! 

Bizim evimiz bu fotoğraf karesinden ibaret! Salonumuz da burasıdır; vestiyerimiz de, yemek odamız da…  Oturduğumuz yerlerde öyle sandalye, koltuk falan olmaz! Minderi bulduk mu kuştüyü yastık sayar, nöbetleşe yatarız geceleri üzerinde. Gündüzleri toprağın sıcağı ısıtır bizi, geceleri ay ışığı yoldaş olur çocuklarımızın rüyasına. Yağmur yağdığında naylon tentemizi çekeriz üzerimize!

Evin en lüks yeri en küçüğümüze aittir. O iptidai hamaktan tüm çocuklarımız sırayla birer ikişer yıl geçmiştir! 

Fotoğrafta ne olup bittiğini çözebildiniz mi? Yaşlı adam ve etrafında birkaç yaş arayla sıralanan yedi çocuk! Yaşlı adam, çocukların dedesi olur! Dedesi yahut evlerinin direği; dayanağı! Evladı, yakın zaman önce şehitlerin safına karışarak bir Şehbal kuşunun kanatlarında ahiret yurduna göçüp gitmiştir.

Hemen her yerde olduğu gibi burada da yetimlere dedeleri sahip çıkar. Dedeler ukbâ iklimine göçüp gittiğinde “Kimsesizlerin Kimsesi” tutar şehit evlatlarının elinden! Efendimiz Aleyhisselâm, çocuklarımızın rüyalarını teşrif ederek göz kapaklarının arasından süzülen yaşları siler. İşte o vakit şenlenir evimiz barkımız bizim. “Sapan taşının yanında füze/Başka âlemlerle farkımız bizim.” 

İki, en fazla üç çocuğunuz var değil mi? Bizde çocukların sayısı beşten aşağı olmaz. Geceleri yıldızlarla oynamayı sever bizimkiler. Küçükler gecelerin kayan yıldızların peşinden koşar mütemadiyen. Yıldızlar kaçar, onlar kovalar. Onlar kovalar, yıldızlar kaçar. 

Bulduğumuzda yeriz. Bulamadığımızda sabrederiz. Kış mevsimlerinde naylon çadırda öte beri yakarak ısınmaya çalışırız. Şeffaf damımız akar mütemadiyen! Gökyüzüyle sırdaş tavanımızdan içeriye bazen yağmur, bazen kar suyu, bazen de füze düşer. Üzülmeyin, içinden bize dair ölümler geçen senaryolar yazmayın bizim için, vaka-ı âdiyedendir, alışığız biz böyle şeylere.

Tevekkülün resmi bu olsa gerek değil mi? İyi tahmin ettiniz! Son cümleye sabrı ve tefekkürü de ilave edebilirsiniz. Biz sabrederiz. Acıya, zulme, ihanete… Azla yetinmeye alışmışızdır. Bu keyfiyet büyüğümüzden küçüğümüze kadar herkes için böyledir. 

Bizim çocuklarımız öyle her şey için ağlamaz. Akrabalarımızın şehit düştüğüne dair haber aldığımızda birkaç damla yaş dökeriz o kadar! Sonrasında gözbebeklerimizde şehadet ikliminin gülleri açar!

Bankalarda katılım hesabımız, cepkenlerimizde dövizimiz yoktur! Ümitlerimizin, beklentilerimizin öznesinde şehitlik vardır! Biz gerçekten şehit olmayı arzularız.  

Ağlamayın bizim için. Oturun yerinizde! Boğazın lacivert sularına karşı kahvenizi yudumlayın! Vatanı, ümmeti kurtarın bulunduğunuz yerden! Ümmetin felâhı için nutuklar söyleyin! Bir de celî sülüs hatla yazdırdığınız “Tevekkeltü alallah” levhasına bir daha bakın!

Bize müsaade, gitme vaktimiz geldi. Biz gideyim artık.

Öznesinde savaş olan romanlar, hikâyeler yazın. 

Senaryolarınızda torunlarımıza da muhakkak yer verin!

Esaslı bir rol biçin onlara!

Nasıl yaşadığımıza taaccüp ediyorsunuz. 

Bir zahmet nasıl öleceğimizi de detaylıca açıklayın lütfen!

İbrahim Ethem Gören/08.01.2024 Yazı No: 559