Bugün size Türkiye nin rafine bir aydınından, yaklaşık 10 yıl önce kaybettiğimiz iletişim kuramları üzerine düşünen, yazan ve üreten bir akademisyenden söz etmek istiyorum. İletişim çağının eşiğinde yaşadığımız büyük soruna farklı bir bakış getirmek için Oskay ın fikirlerini bilmenin gereğine inanıyorum. Öyleyse kısa bir alıntıyla Ü nsal Oskay ın kimliğine dair bilgi vereyim.
Doğan Hızlan: 'Eğer medya mensupları Ü nsal Oskay`ın kitaplarını okusaydılar, medyanın düzeyi böyle olmazdı. Ü nsal Oskay`ın altı kitabı birden yeniden yayımlandı. Yalnız iletişim dünyasından olanlara seslenmiyorum! Yaşadığınız toplumu iyi tanıyabilmek, zevklerimizi yeniden gözden geçirmek, medyanın bulunduğu hali eleştirerek olması gereken aşamaya nasıl ulaşacağını öğrenmek, düşünen, soran bireyler olmak, evet efendimci` bir insan olmaktan kurtulmak istiyorsanız, onun kitaplarını okumalısınız.' diyor.
Ü nsal Hoca üniversite yıllarında bize sosyoloji ve iletişim kuramları dersi verirdi. Aslında buna ders vermek bile denemez. O iki saat boyunca dili kıvrak, humor duygusu gelişmiş, bilge bir stand-up yıldızını dinlerdik. Thorstein Veblen`le başlayan bir ders, 1970`li yılların Yeşilçam`ındaki aşk filmlerinin unutulmaz yönetmenleriyle devam eder, oradan bir şekilde ilkel komünal toplum dönemindeki dini ritüellere bağlanıp hemen Ajda Pekkan`ın güzelliğine ve estetik ameliyatlarına uğrardı. İlerleyen dakikalarda vizyona yeni girmiş bir filmin kritiğiyle ders son bulabilirdi. Ü nsal Hocanın dersleri 'Ajda Pekkansız' kesinlikle son bulmazdı
Derslere devam zorunluluğu kâğıt üstündeydi. O nedenle 200 mevcutlu sınıfta çoğu derste hocalar 8-10 öğrenciyle ders yapardı. Ama Ü nsal Hoca`nın dersinde oturacak sandalye zor bulunurdu. Sadece ders saatlerinde değil ders aralarında da öğrencileri onu yalnız bırakmazdı. Hoca da çoğu zaman odasına gidip dinlenmek yerine, bizimle sohbeti tercih ederdi.
Hoca için bize ders vermedi üniversiteli olmanın, iletişim okumanın anlamını öğretti. desek yeridir. Sosyoloji öğretmedi, sosyolojiyi niçin öğrenmemiz gerektiğini ve nasıl öğreneceğimizi anlattı. İletişim kuramı öğretmedi, günümüz dünyasında iletişim kavramının önemini kavrattı. 'Öğretmedi' dememe bakmayın, kuşkusuz bu kavramlar bir derste teorik olarak ne kadar anlatılabilir, öğretilebilirse o kadarını da öğretti ama o biz öğrencilerine bundan daha fazlasını verdi.
Ufkumuzu açacak kitapları, filmleri, müzikleri tavsiye ettiği gibi güncel politik olaylara hangi açıdan bakmamız gerektiğini de izah ediyordu. Akira Kurosawa`nın filmlerini onun ön bilgilendirmesiyle daha da keyif alarak izledik. Joseph Conrad`ı, Gündüz Vassaf`ı ve daha nice değerli yazarı ondan öğrendik.
'Cehenneme Övgü'yü onun sayesinde sevdik. C. Wright Mills in kitabı İktidar Seçkinleri , para, mülkiyet ve iktidar sahiplerinin izlerini sürdürerek, dünyayı yöneten güçodaklarının ilişkilerini hep onun izinden giderek çözümledik.
Yine Ü nsal Oskay ın derslerinde sıklıkla referans verdiği İspanyol yazar Ortega y Gasset ile de bu yıllarda tanıştık. Gasset in, Kütlerin İsyanı kitabıyla ilgili şu satırları yazdığını hatırlıyorum:
'Türkiye de 1960 dan bu yana, zaman zaman cemiyetimizin geleneksel dokusunu sarsacak ve yırtacak kadar şiddet kazanan talebe ve işçi hareketlerinin mahiyetini derin ve etraflıca öğrenmek isteyen bir kimse, işe kanaatimce, geçen asrın Avrupa sından başlamak zorunda. Avrupa da on dokuzuncu asırda kütle adamı denen yepyeni bir insan tipi oluşmağa başlamıştı. Hegel, Kütleler ilerliyor, diyor, modern sosyolojinin kurucusu Auguste Comte, adeta resmi bir bildiri ile görüşünü ilan ediyordu. Cemiyeti nüfuzu altına alacak yeni bir ruhi akım yaratılmazsa, ihtilalci olan çağımız bir felaket yaratacak. Bu arada filozof Nietzsche de sesini şöyle yükseltiyordu: Nihilizm dalgasının yükseldiğini görüyorum. Nihilizm dalgası, yani, cemiyetin dini ve ahlaki değerlerini, kanunlarını, geleneklerini reddeden insanlardan oluşmuş bir dalga! Avrupa`da on dokuzuncu asırda oluşmağa başlayan kütle adamı, Birinci Dünya Harbinden sonra, korkunçheybetiyle meydana çıktı....'
Ü nsal Hocam, popüler kültür ve kitle kültürü kavramlarını hayattan örnekler vererek anlatırdı. Taşradan İstanbul a yeni gelmiş gençler olarak bu kavramlara oldukça yabancıydık. Ama bu kavramları hayatın içinden misallerle o kadar müşahhas hale getirirdi ki, anlamamak mümkün değildi. Tabii ki kavramların, derinlemesine anlamlarını da izah etmeyi ihmal etmezdi. Popüler kültürün tarihsel kökeni ve siyasal rolünü anlatır. 19. yüzyılın oluşturduğu dünyayı Rousseau, Baudelaire ve Melville gibi düşünürlerden referansla resmederdi. Özellikle günümüz toplumlarında iletişim sorunlarına ilmi açıklamalar getirirdi.
Özetle, kitle iletişiminin kültürel işlevlerini öğrendik Ü nsal Oskay hocamızdan.
Arabesk müzik demek bizim için Bergen, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses ve Orhan Gencebay demekti. Ü nsal Oskay, arabesk müziğin her kulağa daha farklı çağrışımlar yaptığından bahisle sosyolojik yönünü anlattı, kabul ettirdi. İşte Ü nsal Hocadan sıra dışı bir arabesk yorumu:
'Ortaçağ`ın o karanlık dönemine sebebiyet veren kıtlık, veba, açlık gibi faktörlerin etkisiyle insan, kendi yoksul hayatının üzerinde göklere doğru yükselen katedraller yapmıştır ve bunların motifleri arabesk süslemelerle doludur. Tarih boyunca arabesk, her zaman hayatın içinde, hayatın sorunlarına karşı sığınılan alan olarak görülmüştür'
Mutluluk kavramı üzerine!..
19. yüzyıl İngiltere`sinde yaşanan bu kavram ile insanın doğal yanlarını bastırıp kendini işine vererek yükselmesini vurgulardı Ü nsal Oskay Hocam. Bedenen ve ruhen kendini ikinci bir plana atarak kariyer misyonu yaratıp bundan duyulan sahte 'mutluluk'...
Kulaklarımda halen çınlar Ü nsal Hocam`ın şu sözü, 'Ne biz öykümüzü anlatıyoruz ne de anlatılan öykü bizim öykümüz; '
Tüm mutluluk gereksinimlerinin ertelenmesi, doyumların bastırılması, zamanla insanın kendi kendisinin patronu ya da bir görevlendiricisi konumuna gelmesine dikkat çekerdi. Hoca nın kitaplarının yeni baskıları onuruna ondan alıntılarla yazıma son vermek istiyorum.
'Kendini denetleyen, kariyer basamaklarını üçerli beşerli çıkmak isteyen, terfi almayı hayat misyonu haline getiren insanların içlerindeki çocuğu ezip bastırmasıyla ortaya normal insan için de Viktoryen etik ile birlikte bedenin hapishanesi olmuştur.'
'Kaiser geziye çıkmadan önce, 'Bütün kuş beyinli uyruklarını yıkanmış paklanmış bir vaziyette' görsün diye nazırları, gözcüleri, teşrifatçıları Almanya nın dört tarafına haber saldıklarında, Kaiser in buyruklarına göre düzenlenmiş uydurma bir hayatı yaşamaktansa kendi oyunlarını sürdürmek isteyen çocuklar direnir, yıkanmak istemezlermiş.'
'Öğrenilen ya da öğrenildiği sanılan her şey, aslında bir takım süzgeçlerden geçirilerek kitlelere aktarılıyor. BilinçEndüstrilerinin bize sunduklarıyla adeta talim ediyor, kendi varoluşumuzu bilmede bile birer özne olamıyoruz. İnsanın içine düştüğü bir tuzak söz konusu; '
'Arzularımız, korkularımız, kıskançlıklarımız bile 'bizim dışımızda' biçimlenen duygular ve biz bu duygulanımların kaynağı olarak hala kendimizi görüyoruz. Tüm bunların bizi fazlasıyla yorduğunu düşündüğümüzde ise kaçacak, sığınacak sıcak bir yer evlerimiz ve ailemiz kalıyor. Fakat asıl mesele burada başlıyor. Evde bizi esir alan ekranlar ya da izlenilen karakterler, içimizden biriymiş gibi görünse de esasen bize oldukça yabancılar; '
'Çağdaş toplumlardaki kitle iletişimi olgusunu anlayabilmek için iletişim sürecini toplumsal sistemden soyutlamaksızın ele almak, böylelikle gitgide yoğunlaşan kitle iletişimine rağmen, bağımlı konumdaki insanların toplumsal yaşam içinde realiteyi kendi toplumsal konumları açısından algılayamama durumlarının nedenlerini bulabilmek gerekiyor.'
Artık Ü nsal Hocamızın derslerine katılma imkanı yok! Ama Doğan Hızlan ın dediği gibi yaşadığınız toplumu iyi tanıyabilmek, zevklerimizi yeniden gözden geçirmek, medyanın bulunduğu hali eleştirerek olması gereken aşamaya nasıl ulaşacağını öğrenmek, düşünen, soran bireyler olmak için Ü nsal Oskay`ın kitaplarını okuyabiliriz.