Erzurum Valimiz Sayın Mustafa Çiftçi 9 Kasım Aziziye Zaferi kutlamaları öncesinde 80 yaşındaki Hüsna Turhan anamızı evinde ziyaret etmişti.

Ziyaretten basına servis edilen fotoğrafta Hüsna anamız elinde Osmanlı Türkçesi’yle yazılı bir kitap okumuş, Vali Bey de Hüsna anamıza kulak kesilmişti.

Hüsna anamızın elindeki kitap Kuran değil, Türk klasiklerinden biri: 

Muhtemelen bir şairin divanı veya siret-i nebilerden biri... Belki Ahmediyye, Muhammediyye veya bir menâkıbnâme… Kitap biraz ince olaydı Mevlid-i Şerif olma ihtimali de yüksekti. Kitabın cildinin ev/el yordamıyla restore edildiği, kitabın bazı sayfalarına ayraç kâğıtlar sokuşturulduğu da dikkatimi çekmişti. 

Valilik sayfasında aşağıdaki fotoğraf paylaşılınca rahmetli anamı bir kez daha hatırladım. 2018’de Hakk’a yürüyen anam yaşasaydı 86 yaşında olacaktı. Aslî vatana göçmüş analarımızın mekânı cennet olsun.

8Dfa9D5A 596D 4237 A459 Cbab7476016C

Bu fotoğrafın bana asıl hatırlattığı, bize unutturulan o MUHTEŞEM BİZ'dir. Yeni bir ulus yaratma pahasına köklerimizin kurutulmaya çalışıldığına şahit olduk. Kendi asıl tarihinden, geleneğinden, ahlâk ve erdeminden, inanç dünyasından, irfanından ve dilinden koparılan nesillere hızla dönüşürken bizler, bu fotoğraf bir antropolog titizliğiyle incelendiğinde halk kültüründen halk eğitimine ve irfanına, sosyoloji, psikoloji, din kültürü ve birçok alanla ilgili bize unutturulan ulvî hakikatler, hafızamız ve kadim kimliğimiz ortaya çıkacak. Bir define değerindedir bu fotoğraf, eşsiz bir tarihi vesikadır.

Müslüman Anadolu kadınının yüceliği hatırlanacak. Köydeki, kırsaldaki kadınlarımızın bile ne denli münevver oldukları; analarımızı, kadınlarımızı hakir ve cahil görenlerin yüzüne bir Osmanlı tokadı olarak inecek.

Ve bazı şarlatanların iddiaları çöp olacak. Şöyle ki eğitimi ve terbiyeyi bir "diplomadan" ibaret sanan ve medeniyetimizle mukayesesi muhal olan vahşi Batı’nın zangoçluğunu yapan sözde aydınlar geçmişte halkın eğitim seviyesini hep düşük sayıp kendi halkını aşağılayan istatistikler, tespitler paylaşıp durmakta ve Cumhuriyet öncesini karanlık saymaktadırlar. Buna komik gerekçeler uydurarak.

Kırsal yaşamın kamusal alanında (tarlada, bostanda, harman yerinde, kırsalda, ağılda…) çalışan ve üreten, çocuklarını İslâmî hassasiyetle inşa eden anam, ezem, yengem devletin belki de eğitim istatistiğine hiç girmedi; ama Osmanlı Türkçesi yazılan eserleri okurdu: Ahmediye, Muhammediye, Mevlid-i Şerif, Yunus Emre Divanı, Kara Davut, Hazreti Ali Cenkleri... Çoğunu ezbere okurdu. Hafızasında insan ruhunu terbiye eden yüzlerce ayet, hadis, zikir, menkıbe, mâni, türkü, dua, ninni, şiir, deyiş, tekerleme, bilmece, masal, hikâye, hikmetli söz vardı. Annelerimizin elinden Kuran düşmezdi, sürekli “hatim” indirirlerdi. 

Evin hem dışında hem içinde çalışıp hem ocağını tüttüren hem de en az beş çocuk yetiştiren bu emsalsiz kadınlar aynı zamanda ellerinden kitabı düşürmezlerdi. Gelin günümüzdeki çıtkırıldım kadınlarla karşılaştırın. Hayatlarında otomatik, yarı otomatik veya robot alet edevat olmayan kadınlar…

Analarımızın konuştuğu Türkçe Kuran'ın terbiye ettiği dil olduğu için de okudukları Kuran'daki ayetleri birebir anlamasalar da manayı hissederlerdi. Kuran'daki kelimelerin çoğu zaten günlük konuşma dilindeydi.

Annem ve arkadaşları ve onların anneleri, nineleri… Anadolu kadınları… Bugünkü halk bilimi profesörlerini rahatlıkla okutabilecek bir müktesebata, ilme ve irfana sahipti... Ama diploması yoktu ya güya "cahil"di.

Hadi ordan!

Sayın Valimize şükranlarımı arz ediyorum. 

Her seferinde bin yıllık hafızayı "hal"iyle yaşatan ve hafızasında taşıyan büyüklerimizi ziyareti, bu bencil ve kendimizden uzaklaştıran çağın uyuşturduğu ruhumuza bir silkeleme yaşatıyor.  Sosyal medya hesabımda “9 Kasım 1877 Aziziye Zaferi” paylaşımımda dediğimi tekrar diyorum: 

Unutursak ulus, hatırlarsak millet oluruz!

Bizi vahşi Batı'nın sosyal, psikolojik ve terbiye kriterleriyle yeniden "yaratma" çabanızı alın ve gidin! Biz binlerce yıllık tarihi, ilmi ve irfanıyla muhteşem bir milletiz.

Evet, bu fotoğraf da bir hatırlama, hatırlatma belgesidir. Biz bu dünyaya unuttuklarımızı hatırlamaya geldik. Başta "elest meclisi"nde verdiğimiz sözü... Sonra kendi insanımızdan nefret ettiren modern paradigmaların tümüne direnç gösterip kendi milli kimliğimizi hatırlamak...

Yazımı annemin şahsında bu çağda sayısı çok az olan kadınlarımıza yazdığım şiirle tamamlıyorum:

                    Güzel Kadınlar 

                  -Anneme

Ürkek bakışlarında, kamaşır da tan yeri
Eğleşirler dağlarla, en vahşi kırlar kadar
Yıkanırlar yağmurda, coşarlar bahar gibi…

Doğarlar, doğururlar tabiat döşeğinde
Bir tülbentin içinde çocuklar toprak kokar
Tomurcuk, çiçek açar kınalı ellerinde…

Dantelâ yürekleri ezelden işlemeli
Umutlarını saklar, kadifeden sandıklar
Havva’nın tövbesidir, o sükût edişleri…

Hava gibi su gibi hayat taşır özünde
Kırk kapılı hazine, kırkında sonsuz esrar
Kutlu nesiller büyür, büyütürler dizinde...

Engindir, aydınlıktır siyah süzme gözleri
Soğuk yakar, gün yakar, en ziyade aşk yakar
Gül yaparlar bezerler ocaktaki külleri...

Mezar taşı gibidir, sevdasının başında
Gezinirler göklerde, sanki bu çağda yoklar
Bir avuç inci saçıp gitmişler de ardında…